Sosyal medyada dolaşırken bir videoya takıldım. TRT arşiv’in yayınladığı siyah beyaz görüntülerde, işportacılık yapan bir adam konuşuyordu.
70'li yılların görüntüleri ekranda.
Sade, duru, zarafet akıyor konuşmalarında. Konuşan sanki İstanbul beyefendisi.
Filmin çekildiği zamanlar belki konuşulanlar sıradan olabilir, ama bugün için özlemini duyduğumuz çok önemli değerler.
Bırakın şimdiki sokak konuşmalarını, anlı şanlı haber sunucuları bile kelime içinde harf yiyorlar. Mikrofonu görünce "yaa" “dımı” "aynan" diye başlayan argo cümleler.
Özellikle kelimelerin katledilmesine ifrit oluyorum.
Bir dilin içi ancak böyle boşaltılır demek geliyor içimden. Nerelerden nerelere geldik. Konuşulanları duyunca insanın yüreği burkuluyor.
Günümüzde cehalet, internet ve teknoloji çağında tavan yapıyor, yani altın devrini yaşıyor.
Naif toplumsal değerlerin teknoloji karşısında zaferini görmek isteyenler siyah beyazlı yıllara bir göz atmasını tavsiye ederim.
Sakın kimse yanlış anlamasın?
Teknolojiyi ve interneti yanlış kullandığımızı belirtmek istiyorum. Kötü kullanım toplumsal değerlerimizi, estetiğimizi, zarafetimizi, daha kötüsü Türk Dilini erozyona uğrattı.
Siyah beyaz yıllar;
Siyah beyaz fotoğrafları sevdiğim gibi, siyah beyaz filmleri de pek severim. Bu kadar yozlaşmanın, bu kadar kokuşmanın arasında iyi gelir. Zihnimi revize ederim.
Mesale;
Halit Kıvanç, Ediz Hun'la söyleşi yapıyor, doyum olmuyor Türkçeye ve zarafete.
Şimdilerde omuzuna aldığı çocuğuna bir marifetmiş gibi küfrettirenlerin, rakip takımlara hakaret ettirmeyi babalık sayanların duruşuna bakıyorumda, “balık baştan kokar” deyimini anımsıyor, susuyorum.
Televizyon dizilerine bakıyorum neredeyse bir vahşet. Silah, barut, küfür kıyamet ve katledilen dil.
Bu iklimde büyüyen çocuklara bakıyorum, bilgisayardan başını kaldırıp onlar bize dönüp bakmıyor bile!
Şimdilerde konuşulan “Z” kuşağı.
Gündem ne kadar umurlarında bilemiyorum? Sorumluluk, disiplin onlara uyar mı? Gördüğüm, bireysellik ön planda.
Yükselen doların alçalan insanlıktan daha çok konuşulduğu bir dünya düzeninde, bizler hala sarı sıcak yılların özlemindeyim/iz.
Bir kutu barbunya pilakisini altı kişiyle paylaşıp, yedinci kişiyi düşünen, bir dal sigaradan bir fırtta diğer arkadaşımıza bırakmaktan vazgeçmeyen çocukların dünyasından nerelere geldik.
Günümüzün anlayışıyla modası geçmiş gerçeklerin, bazıları için değeri olmadığını biliyorum. İşin gerçeğine bakarsak hiç önemli değil.
Korkularımızdan bir günlüğüne bile vaz geçip...
Eski dostlukların kulağını çınlatıp, her metrekareye bir adam bile düşmeyen yıllara, şarkılara, şiirlere, güzel insanlara selam gönderelim.
İnsanlığın gözünden düşenlere, abartılı şaşaalı cancanlı yaşamlara değer verip paha biçmeyelim!
Haksızlığa, hukuksuzluğa koltuk değnekliği yapan insanlar dünyasında başkalarına benzemediğimiz için gurur duyalım kendimizle!
Hatasını anlamak yerine, herkes kendi çirkinliğine haklı nedenler arıyor. Umut yok, vicdan yok. İnsanlık her gün biraz daha değer kaybediyor. Ne yazık ki, en çok o koyuyor bizlere!
AH ÇOCUKLAR AH!
Eskiden kitap okurdu çocuklar.
Teksas, tommiks bile olsa.
Şimdi kitap dergi, kokusunu bile unuttular.
Eskiden saklambaç oynarlardı mahalle aralarında, şimdi uyuşturucunun batağına saplandılar neredeyse.
Yaşamla Rus ruleti oynuyorlar adeta! Ölüm terkisine alıyor onları, dehşete koşturuyor dörtnala.
Çocukların büyüyecek olmaktan başka kusurları yoktur.
Bütün kusur, onları büyütürken, çamura bulaştıran gözünü para hırsı bürümüş kapitalistlerin soygun düzenine kurban gidiyorlar.
Bu kötülüğü, yanlış kullandığımız teknolojiyle becerdiler.
Bu yüzdendir ki yürüdükleri çamurlu yola benzetiyorlar çocukları.
"Çukur" a batmış bu adamlara...