Ay geçmiyor ki basından yine tarihi eser kaçakçılarının yakalandığına dair bir haber okumayalım. Eee, tarihi bu kadar eskilere giden, nereye iki kazma sallasanız asar-ı atikaya rastlayacağınız ülke topraklarında parayı bastıran her yabancı, “parayı veren düdüğü çalar” misali düdüğü değil de tarihi satın alabiliyor, çalabiliyor. Maşallah bizim yerli ve milli amatör arkeologlarımız (!), define avcılarımız hafta sekiz dokuz buldukları tarihi eserleri leblebi çekirdek parasına Devlete devretmek yerine yabancılara okutmayı tercih ediyorlar. Bir kısmı yakayı ele veriyor ama kim bilir kaçı amacına ulaşabiliyor.
Diğer yerlerden kaldırıp götürdüklerini bir yana bıraksak dahi İngilizlerin, Osmanlı hakimiyeli altındaki topraklardan seçip yürüttükleri, muhtemelen geride bıraktıklarına rahmet okutacak düzeyde. Örneğin, Mısır’dan “ indragandi ” yaptıkları dikilitaşlar, sfenksler, kocaman kocaman firavun heykelleri, tabii ki mumyalar, kanoıpiler, sakrofajlar, binlerce kapkacak, toprak kandil, gözyaşı şişesi, savaş arabaları, oklar, yaylar, mızraklar, tabletler, hiyeroglif duvar yazıları, parşömenler, papirüs üzerine yazılmış belgeler, süs eşyaları, ziynet eşyaları say say bitmez. Bunları görse Sisi’nin dudağı uçuklar. Tabii ki Seyhan’dan dönme yerli ve milli Sisi’den değil Mısır’ın Generalden dönme Cumhurbaşkanından bahsediyorum.
………………………
Cem Karaca, Dadaşlar Gurubu çalarken o güçlü sesi ile söylüyor, gürlüyor, çağlıyor, Abdülaziz döneminde Dadaloğlu’nun yakarışını seslendiriyor::
“……Hakkımızda Devlet etmiş Fermanı,
Ferman Padişahın, kardaş, dağlar bizimdir…..”
Yabancı arkeologlar bu türküyü yeniden uyarlamış…..
“… Hakkımızda Osmanlı vermiş Fermanı,
Ferman Padişahınızın, kazıp çıkardığımız eserler bizimdir….”
…………………………
İngilizler Osmanlı topraklarından alıp göçürdükleri asar-ı atika için Padişah fermanı ile izin veriliğini ileri sürüyorlar. Oysa her işin kaydını tutan Osmanlını arşivlerinde böyle fermanların örnekleri yok. “İşinize gelmediği için bulamıyorsunuz” diyorlar. “Peki” diyoruz. “O zaman siz elinizdeki fermanı gösterin”. Kem, küm falan ama ferman merman gösteremiyorlar. Zira, kazı yapma için izin verilmiş ama “al götür, çal göçür” denilmemiş. Üstelik o izinler de, sanata, arkeolojiye, tarihe değer verdiğimizden, hatta kıymetini bildiğimizden , anladığımızdan değil ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış sıkıntılardan dolayı verilmiş.
Benim bildiğim kadarıyla ilk “izin”i alan İngiltere’nin Osmanlı nezdindeki Sefir i Kebiri Elgin Lordu Thomas Bruce. İzin fermanı 1800’lerin ilk yıllarında Sultan 3.Selim tarafından verilmiş. İznin muhtevası araştırma yapmak, gerektiğinde kazı çalışmaları yürütmek, Akropoldeki kabartmaların, heykellerin rölyeflerini çıkarmak, onarımlarını yapmak…..o kadar. “Çalabilirsin” diye bir izin falan yok. Öylesine ki Lord Elgin, daha önce İstanbul’da bir inşaat sırasında bulunan bir lahit kapağını kendisine hediye etmesi için bizzat 3.Selim’den ricada bulunmuş ama Sultan kabul etmemiş..
Şimdi biraz da Akropol izninin/ fermanının hangi şartlar altında verildiğine göz atalım. 3.Selim tahta çıkan kadar “ kafes”te tutulmuş . Tahta çıktığı tarihte Fransız İhtilali yaşanmış. Adamcağızın içinde bulunduğu halet i ruhiyeyi siz düşünün artık.
Derken Avusturya ile, Rusya ile hep savaş, hep savaş, hep yenilgi, hep yenilgi. “Ay , aman “ demeye vakit bulamadan bir de Napolyon Mısır’ı işgal etmez mi. Sultan tutacak bir el, sarılacak bir dost arıyor. Amiral Nelson Napolyon’u yenip Mısır’dan sepetleyince o dostu buluyor….İngiltere. İngilizlere izinler, imtiyazlar bu atmosfer içinde veriliyor. Siz olsanız vermez de ne yapardınız?
(Ara nıot: Bildiğiniz üzere 3.Selim hep yenilen ordusunun yerine Nizam ı Cedid’i kurunca Kabakçı Mustafa başkanlığında ayaklanan yeniçeriler tarafından tahttan indirildi, Tekrar kafese konuldu, sonunda boğularak öldürüldü)
İngilizlere 1838’de verilen ikinci izni anlatmayı bir sonraki yazıma bırakıyorum.