Zeynep ve ailesi Ankara'da yaşıyorlardı. Bir zaman sonra babasının görevi dolayısıyla Adapazarı'na taşındılar. Babası özel bir şirkette yönetici olarak çalışıyordu. Adapazarı güzel bir yerdi. üstelik çok sevmişlerdi. Bundan sonra yaşamlarını burada, bu kentte geçirecekleri için çok mutluydular.
Takvim 12 Temmuz 1967 Cumartesi gününü gösteriyordu.
Zeynep o, gün kurstaydı. Eve geldiğinde Annesi temizlik işleriyle meşguldü. Babası hâlâ işten gelmemişti. “Anne babam gelmedi mi? Ben çok acıktım”, diye sordu. “Merak etme kızım birazdan gelir, az bekle”. Annesi temizliği bitirip, akşam yemeğini yapmış masaya hazır bile etmişti. Birlikte babasının gelmesini beklemeye başlamışlardı.
Annesinin yemekleri mis gibi kokuyordu ve karnı çok açtı Zeynep’in. Hadi ya baba neredesin? diye sitem ediyordu. O anda kapının zili çaldı. Annesi mutfaktan seslendi, “kızım koş kapıyı aç babandır gelen”.
Kapıyı açtığında Zeynep babasıyla karşı karşıyaydı. Babası kızını kucağına aldı, saçlarını okşadı, bağrına basarak iki yanağından öptü. “Prensesim, büyümüşte kapımı açıyor öyle mi!” demişti. Zeynep, babasının son defa “prensesim” diyeceğini, son kez sarılıp “papatya kokulu kızım” diye seveceğini nereden bilebilirdi?
Zeynep:
“Yemeğimizi yedik, çayımızı içtikten sonra herkes yatmaya gitmişti. Yarın tatildi. Erken kalkıp, ailece pikniğe gidecektik. Ben de odama gidip, biraz kitap okuduktan sonra uykuya dalmışım.
Saat gece bir civarıydı. Büyük bir gürültü ile uyandım. Uyanır uyanmaz hemen odamdan çıkacaktım. Çıkmaya fırsat kalmadan şiddetli bir deprem olduğunu anladım ve ağlamaya ve bağırmaya başladım. Babam ve annem de kalkmış, bağırışlar çoğalmıştı.
Biraz sonra bir büyük gürültü daha duyuldu ve ondan sonrasını hatırlamıyorum.
Kendime geldiğimde şoktaydım. Etrafım karanlıktı bir yeri göremiyordum. Daracık bir yerde tozun, toprağın içindeydim. Bağırıyordum, ağlıyordum ama kim duyardı ki? Saat kaçtı? Sabah mıydı, akşam mıydı? Hangi zamandaydım, bilemiyordum?
Fakat bulunduğum alan o kadar dardı ki, ne yaparsam yapayım hareket edemiyordum. Benim durumum iyiydi. Fakat annemi babamı düşünüyordum. Birkaç kez denedim, olduğum yerden kalkamıyordum. Üzerime düşen malzemeler yüzünden hareket kabiliyetimi yitirmiştim. Vücudumda kırıklar oluşmuştu, ağrılar yüzünden çok acı çekiyordum.
Biraz soluklanıyor nefesimin yettiği kadar tekrar tekrar bağırıyor, elime geçen beton parçalarıyla beni duysunlar maksadıyla sağa sola vuruyordum. Aradan ne kadar geçtiğini bilmiyorum. Çünkü karanlıkta zaman mefhumu yoktu. Biraz dinleniyor, gelen sesleri dinliyor, tekrar beton parçalarına vuruyor ve sesimi duyurabilmek için nefesim yettiğince bağırıyordum. Şans eseri sesimi duymuş olacaklar ki beni kurtarmak için çalışmaya başlamışlardı.
Dışarıdan gelen sesleri duyduğumda kurtulacağımı anlamıştım. Benim için umut ışığı doğmuştu, lakin annem ve babam için dua ediyordum. Beni kurtarmaya çalışan abilere sürekli anne ve babamı soruyordum. Konuyu değiştiriyorlar başka şeyler anlatıyorlardı. Her soruma merak etme seni çıkaralım, sonra onları da kurtaracağız, diye beni teselli etmeye çalışıyorlardı.
Dışarıdan gelen sesler, umudumu artırmaya yetiyordu ve bana büyük güç veriyordu. Açlık susuzluk değil de, bir karanlığın içinde çaresiz kalmak inanılmaz korkutucuydu. Saatlerce çalışmadan sonra, o şifalı ellerin, beni karanlıktan ve beton yığınlarının altından kurtardığında aradan iki gün geçmişti ve inanamıyordum. Ağlamak istiyor ağlayamıyordum. Kaskatı kesilmiştim.
Sedye ile beni çıkardıklarında, etrafımda büyük bir kalabalık ve uğultu vardı. Cehennemden çıkmış gibiydim. Ağlayanlar, alkışlayanlar… Ambulansa alınırken kurtarma ekipleri enkazdan bir kadınla, erkeğin cansız bedenini çıkardık dediklerini duyduğumda, yüreğimde korkunç bir sancı hissettim.
Çıkardık dedikleri kadınla-erkek kimdi? Annem babam olabilirler miydi? Ama bir türlü onlara konduramıyordum. Daha kurtarılmayı bekleyen yüzlerce insan vardı? Başkaları da olabilirdi.
Dayımın ambulansın içinde bana sarılıp, iç çekerek ağladığında gerçeği anlamıştım. Bana ağlamazdı ki neden ağlasın? Sevinirdi. Ben kurtulmuştum. Sevinmesi gerekmez miydi? O iki cansız beden annemle babam olabilirdi?”
Merak içindeydi Zeynep, ısrarla soruyordu. Fakat çocuk yaşta olduğu için, kimse ona doğruyu söylemiyordu. İçi bir tuhaf olmuştu, ama sürekli anne ve babasının geleceği umudu içerisindeydi. İkna edilemeyince, sakinleşmesi için iğneyle uyutmak zorunda kaldılar.
Ertesi gün Zeynep kendine gelip anne ve babasının hayatlarını kaybettiğini öğrendiğinde olduğu yere yığıldı. Geçirdiği şok sonrası gözlerini açtığında dayısı yanı başındaydı. Artık gerçeği anlıyordu annesi ve babası yoktu.
Ailesi yok olmuş, yapayalnız kalmıştı.
Zeynep :
“Sonra dayımı hatırladım. İyi ki dayım varmış, dedim. Artık dayımın yanında büyüyecektim. Kendi çocuklarından daha fazla bana babalık yaptı.
Ama her ne olursa olsun?
Dayı, amca bile olsa, kimse annenin ve babanın yerini doldurabilir mi? Asla.
Ben dolduramadım?
Yaşıyor muyum, yaşamıyor muyum hâlâ bilmiyorum. Gökyüzünde bana selam verecekleri anı iple çekiyorum.
Gökyüzünden beni izlediklerini çok iyi biliyorum.”