“Yaklaşık bir buçuk yıl önce kaybettiğimiz çocukluk arkadaşım Hasan Erkılıç’ı Seyranbağları huzurevinde ziyaret etmiştim!
Çocukluk arkadaşımdı Hasan. Aynı mahallede büyüdük, aynı sokaklarda koşturduk. Sarı sıcak senelere dayanır Hasan ile hukukumuz. Az tozunu yutmadık Zafertepe’nin, Seyranbağları’nın. Sokaklar dile gelse de bir konuşabilse. Neler anlatır neler?
Yaklaşık bir saat süren sıcacık muhabbetimize onlarca anı sıkıştırdık. Birkaç sene önce yaşadığı sağlık sorunu nedeniyle Huzurevinde yaşamaya karar almış. İçin rahatsa, huzurluysan benim için bu kâfidir, dedim. Huzurluyum, huzurlu olmasına, ama yüreğim cam kırıklarıyla dolu adeta, demişti.
Dilim döndüğünce, yüreğim elverdiğince hayata dair bir şeyler anlatmaya çalıştım. Bırakalım şimdi bunları, yaşadığımız safiyane seneleri konuşalım, dediğimde haklısın demişti. Yüzüne bir tebessüm yerleşmişti.
Bir hafta sonra yine görüşmek üzere sözleşmiştik. İki gün sonrası vefat haberi ulaştı. Toprağında çiçekler açsın arkadaşımın”.
Hasan’dan ayrıldıktan sonra, uzun bir süre önce Seyranbağları Huzurevinde yaşadığım çok dramatik bir olayı anımsadım.
Ahmet amca;
Huzurevinde yaşamını sürdüren insanları gördüğümde yüreğim cız eder. Annem, Babam gelir aklıma. Huzurevlerinin yanından geçerken, hep pencerelere bakarım. Etraflarına boş gözlerle baktıklarına şahit olurum. İlmiklerini çekecek celladını bekliyorlar gibi gelir bana.
Bu insanların hüznüne ve yalnızlığına içim burkulur, empati yaparım çoğu kez.
Derim ki;
Hepimizi bekleyen yaşlılık kaderi bu sanırım!
Bu insanlar geriye alınamayan zamanın içinde, şimdiki zamanın dışındalar!
Sürgüsü çekilmemiş bir mahpushane içinde olduklarını düşünürüm.
Şimdilerde, alternatif yaşam deniliyor onların yalnızlığına.
Çoğunluğu teknolojiyi kullanamıyor, elle yazılmış mektuplara tebrik kartlarına özlem duyuyorlar. Yaşadıkları o mektupların içinde, tebrik kartlarının üstünde ifade buluyor.
Nüfus cüzdanları yenilenmiş bile olsa, zamanı geriye çevirmenin olanağı yok!
O yalnızlık içerisinde bir umutla beklerler birilerini. Oğlunu, kızını belki torunlarını.
Yahut kardeşlerini. Bekledikleri gelir mi? Bilinmez. Bir umut işte bekler dururlar.
Çok meşgul insanlardır bekledikleri. Çok işleri vardır beklediklerinin. Gelmeye vakit bulamazlar. Tatildedirler belki de…
Amaan şimdi çok yorgunum, daha sonra giderim diye es geçmiş de olabilir?
Aynı sonucu yaşayacağımızı hiç düşünmeyiz bile.
Sanırız ki yaşam hep böyle güllük gülistanlık olacak. Ziyaret etmekten imtina ettiğimiz, elleri öpülesi insanların kaderiyle, uzak olmayan bir zaman da hepimizin karşı karşıya kalabileceği bir durum ne yazık ki.
2009 yılıydı sanırım. "Mustafa Özarslan&Grup Çığ" ile Seyranbağları Huzurevi sakinlerine moral etkinliği yapmıştık. Yaşlı bir amca salonun bir kenara çekilmiş, uzaktan izliyordu yaşananları. Dikkatimi çekmişti. Herkes gülüp oynarken o tekerlekli sandalyesinde üzgün bir halde izliyordu.
Merak edip sordum;
Yanına yaklaşıp amca neden uzakta duruyorsun? Sende katılsan? Böyle iyi oğlum, gelip ne yapayım demişti.
Yakından yüzüne dikkatle baktım. Avurtları çökmüş, yalnızlık ve terk edilmişlik duygusu gözlerinde ifade buluyordu.
Ben bir şeyler sordukça, amcada biraz açıldı. Eşinin yıllar önce vefat ettiğini, iki çocuğu ve torunları olduğunu söyledi.
Seni ziyaret etmiyorlar mı?
Yok, be oğlum gelmezler. Onları değilde, torunları çok özlüyorum! Ben, onlara karşı babalık vazifemi layıkıyla yaptım. Üstelik, çok huzurluyum, dedi.
Amcanın hikâyesi çok uzundu. Dinledikçe gözlerim ıslandı. Sanırım konuşacak, yüreğindeki yangını söndürecek birini arıyordu. Epeyce konuştuk biraz rahatlamıştı.
Sonra diğer huzurevi sakinlerinin arasına katıldı.
Yolum düştükçe ara sıra uğrar hatırını sorardım Ahmet amcanın, çok mutlu olurdu. Yolum yine Seyranbağları’na düştüğünde ziyaret etmek istemiştim. Kapıdaki görevli, Ahmet amcanın vefat ettiğini söylediğinde yüreğim burkuldu. İşte yaşam bu, dedim içimden. “Bir varsın bir yoksun”
Görevli neyiniz olurdu Ahmet amca, diye sordu?
Tanıdığımdı diyebildim sadece…
Huzurevi deniyor ama neyin huzuru acaba? Yalnızlığın mı, çaresizliğin mi? İnsanın sevdikleri sevenleri yanında olmayınca neyin huzuru olabilir ki?
Huzurevleri olsun, evlatları olsun bir an önce ölmelerini beklerler. Bakıcıları, yakınları bile yalan söyler. "İyisiniz yaşınıza göre" iyisiniz.
Aslında ölümleri yaklaştıkça kıymete biniyorlar, başlarından savılmak istendiği için.
Olanakları olsa kimsenin gelmesini istemezler cenazelerine, kendi tabutlarını bile kendileri taşırlar. Bıkmışlardır, nankörlükten, baştan atılmaktan.
Bu insanlar torunlarının gözlerinde eski bir masal gibidir.
Bazıları durduğu yerde kuruyan bir yaprak gibi görünür.
En çok ta bir deniz kıyısında çay içmeyi özlemişlerdir ya da balkon sefasını.
Arada bir televizyona baksalar da, kötü haberlere rastlayınca sevdiklerine bir şey olmasın diye çok üzülürler.
Sıcacık evlerinde, çocuklarıyla atılan uzun kahkahalara öyle hasret kalmışlardır ki, bakışlarından anlaşılır.
Şarkılarını, Türkülerini içlerinden söylerler artık!
Bilirler ki duyuramazlar artık nefeslerini.
Yüzünü cama dayayıp sevdiklerinin gelmesini bekleyen bütün yaşlı insanları, uzak bir kasabanın tren garında unutulmuş insanlar olarak düşünür ve çok üzülürüm.
Büyüklerimize ilgimizi üzerlerinden eksik etmeyelim.
Bizi var eden onlardır. Onlar baş tacımızdır. Bizim sevgimize çok ihtiyaçları olduğunu unutmayalım.