Son zamanlarda çok kullanılmaya başlanılan bir sözcük var: “İslamofobi”, yani “İslam fobisi, İslam korkusu” .
Fobi kelimesi eski Yunancada Korku Tanrısı “Phobos” kökeninden geliyor.
“Phobos”un karşı cephesinde ise, yine eski Yunanca kökenli “Philoe” kelimesi yer alıyor. Bu da “seven” demek. “Phobos”dan olsun, “Philoe”den olsun bir çok kelime üretilmiş ve Türkçe dahil türlü lisanlarda yerini bulmuş.
Bunlardan biri de “Grekofil”, yani “Yıunan seven” . “Anglofil, Frankofil, Amerikanofil” ve benzeri sözcükler de mevcut. Ben hiç duymadım ama eğer yoksa bir kelime de ben ekleyeyim uluslararası linguistiğe, literatüre………”Yahudifil”. Olmadıysa “İsrailofil” de diyebiliriz.
……………………
Komşumuz Yunanistan’a izafe edilen “Avrupa’nın şımarık çocuğu” şeklinde bir yakıştırma, bir deyiş var. Aslında bunu, kapsama alanını biraz daha genişletip, ABD ve Kanada’yı da ekleyerek “Batının şımarık çocuğu” şeklinde ifade etmek daha yerinde olur. Bu ülke ne yapsa, eğriymiş doğruymuş yanlışmış diye bakılmadan Batı tarafından tasvip görüyor, onaylanıyor, destekleniyor. Batı’nın gözünde bir nevi “en ziyade müsaadeye mazhar devlet” konumunu taşıyor.
Batı’nın benzer şekilde muamele, müsamaha gösterdiği, ve neredeyse kayıtsız şartsız desteklediği bir ülke daha var……İsrail.
“Ortadoğu’nun şımarık çocuğu” denilse hiç de yanlış bir tanımlama olmayacak bu ülke eğrisiyle, hatasıyla, uluslararası hukuku ihlal ve iğfal etmesiyle velhasıl ne yaparsa yapsın Batı’nın desteğini alıyor.
Çok gerilere gitmeye gerek yok. Hamas’ın geçen yıl 7 Ekimde yediği halta karşılık İsrail’in Gazze'de yaptıklarına bakınız. İhlal etmediği hiç bir uluslararası hak, hukuk, andlaşma, sözleşme bırakmadı. Buna rağmen Batı’nın siyasi, askeri, maddi desteği, bırakın azalmayı daha da arttı. Tel Aviv Yönetimi, Birleşmiş Milletler Andlamasının “meşru müdafaa hakkı”nı düzenleyen 51.Maddesini gerekçe göstererek Gazze’de yaşayan (şimdilik) 30 bini aşkın sivili, kadın, erkek, yaşlı çocuk ayrımı yapmadan katletti, insanları açlığa. mahkum etti, okullar,camiler, hastahaneler de dahil olmak üzere yerleşim bölgelerini yer ile yeksan etti. Batı’nın m gıkı çıkmadı. Arap ülkeleri ve diğer müslüman ülkeleri “dut yemiş bülbül “ durumuna geçtiler. Bazı ülkeler kola içeceğini, bilmem ne kahvesini yasaklayarak tepkilerini (!) çok güzel ve etkili biçimde (!) ortaya koydular. Diğer bazıları “Eyy İsrail” diye başlamalarına rağmen “Business as usual” deyip bu ülke ile ticaretlerini dahi durdurmadılar.Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ateşkes kararı dahi alamadı. Sadece Güney Afrika Cumhuriyeti, her fırsatta yahudilere Nazi Almanyası'nda uygulanan soykırımdan haklı olarak ama yıllardır bitmez tükenmez şekilde şikayet eden İsrail’in bu kez Gazze’de kendisinin soykırım yaptığı hususunu Uluslararası Adalet Divanı’na taşıdı.
Yazıyı daha ileri safhalara taşımadan önce neymiş bu “meşru müdafaa hakkını düzenleyen Birleşmiş millerler Andlaşmasının 51.
Maddesi”ne bir göz atmak gerekir sanırım.
Maddede özetle şöyle deniliyor.
BM üyelerinden biri silahlı saldırıya uğrarsa, Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri almasına kadar, saldırıya uğrayan devletin meşru müdafaa (yani kendini savunma) hakkı vardır. Saldırıya uğrayan ülke bu hakkı kullanırken uyguladığı yöntemleri Güvenlik Konseyine bildirmek mecburiyetindedir.
Açıkça görüleceği üzere madde, saldırıya uğrayan ülkeye:
- Sınırlı bir süre için (yani Güvenlik Konseyi önlem alana değin),
- Güvenlik Konseyine bilgi vermek ve
- Saldırı için değil, sadece kendini korumak
Şartları ile meşru müdafaa hakkı tanıyor (Anında karşılık vermek, karşılığın saldırı ile orantılı olması gibi koşullar da var ama konuyu uzatmak istemiyorum)……..Yani “git de Gazze’yi Yerle bir et,sivilleri öldür, aç bırak falan demiyor.
Şimdi yazımın asıl konusuna geçmeden önce bir hususun altını çizmek, güçlü şekilde vurgulamak istiyorum. Burada “İsrail” dediğimde İsrail Devletini, İsrail halkını değil uluslararası hukuku paçavraya çeviren ve bu tutumundan hala vazgeçmeyen İsrail yönetimini , daha açıkçası Başbakan Netanyahu ve onun koalisyon hükümetini kastediyorum. Zaten İsrail halkının önemli bir bölümü de Netanyahu’nun yaptıklarına karşı çıkıyor.. Her Cumartesi günü İsrail'in çeşitli şehirlerinde binlerce kişinin katılcığı gösteriler düzenliyorlar.
…………………
Yazının birinci bölümünde naklettiğimi, Ekvador'un Kito’daki Meksika Büyükelçiliğine polis zoruyla girip, siyasi iltica hakkı tanınmış olan Jorge Glas’ı tutuklayarak 1961 tarihli Diplomatik İlişkilere Dair Viyana Anlaşmasını ihlal etmesinden 4 gün önce İsrail de aynı anlaşmayı, dolayısı ile uluslararası hukuku ve siyasi andlaşmalar ile teyid edilen hukuk ilkelerini yok saymıştı.
Sonrası da çorap söküğü gibi geldi…ve bakalım ne zaman duracak.
Evet, 1 Nisan günü, İsrail., Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan İran Büyükelçiliğini vurdu. Gerekçe mi desem, mazeret mi, yoksa bahane mi….BM Andlaşmasının 51. Maddesini ileri sürdü.
Be ademoğlu, yukarıda özetlediğim senin de imzacılar arasında yer aldığın BM Sözleşmesinin 51.maddesinin neresinde “ sen git bir yabancı ülkedeki, bir başka ülkeye ait olan ve imzaladığın Viyana Sözleşmesi ile dokunulmazlık saltına alınmış bulunan bir Büyükelçilik binasını vur” deniliyor ?
Tabii, sen bu kapıyı açarsan İran da gelir aynı bahane ile kafana füzeler yağdırır.
Bu sefer sen de aynı bahane ile ona saldırırsan, o da sana bir kez daha saldırır.
Eee, ne olacak bu “idrar yarışı”nın sonu ? “Filler tepişir, etraftaki çimler ezilir” deyip oturacak m ı insanlar. Yoksa, Einstein’e (ve daha bir çok kişiye) atfedilen “.3. Dünya Savaşında hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4 Dünya Savaşında taş ve sopalar kullanılacağını biliyorum” sözünü doğru çıkaracak gelişmeler mi izleyeceğiz, Tanrı yazdıysa bozsun.