Geçenlerde sosyal paylaşım platformlarında ve tv’lerde bazı vekillerin çocuklarını, devlet kurumlarına (TBMM) ballı börekli işe yerleştirdiklerinden bahsediliyordu. Üstelik o vekillerden biri ne var bunda canım, diyordu. Herkes hangi kurala göre işe giriyorsa benim çocuğumda öyle girdi, diye sitem ediyordu. “Astarı kalmamış ki yüzü kızarsın!”
Lise yıllarımda babası Senatör olan bir arkadaşımla yaşadığım bir anım aklıma düşüverdi. Günümüzde yaşanan liyakatsızlık ve pişkinliğe yüreğim sızladı doğrusu.
Yetmişli yılların sonuydu!
Liseyi bitirmiş Üniversite sınavlarını kazanamamıştım, arkadaşım da kazanamamıştı. Bir boşluğa düşmüş, derin bir karamsarlık yaşıyor, ne yapacağımı henüz kestiremiyordum. Okul yok, iş yok, dolaysıyla cebimde parada yoktu.
Ali’nin evlerine yakın bir kahve salonu vardı. Her gün orada buluşuyor, iş arıyor kafamıza göre gelecek planları yapıyorduk. Bütün gün zamanımız, hemen hemen burada geçiyordu.
Sonbaharın son günleriydi!
Havalar iyice soğumuş, kışın ayak sesleri iyiden iyiye hissediliyordu. Soğukta dışarıda dolaşmak, vakit geçirmek hayli zordu. Sinema, kahve gibi sıcak bir ortam bulduk mu içeri dalıyorduk. Allah’tan zamanımızı geçireceğimiz kahve salonu vardı.
Bazen tavla oynuyoruz, bilardo oynayanları seyrediyoruz. Öylesi günlerin birinde fena acıkmıştık. Haydi, bize gidelim, dedi Ali. Annem bir şeyler hazırlamıştır. Karnımızı doyuralım oğlum açlıktan öleceğiz, dedi. Abi sen git ben gelmem, diye epeyce ayak diresem de Ali ısrarla koluma yapıştı çeke çeke beni evlerine götürdü.
Ali anahtarla dış kapıyı açtı apartmandan içeri girdik. Merdivenlerden ikinci kata çıktık. Bir kapının önünde durduk. İki kez zile uzunca bastıktan sonra, oğlum patlama geliyorum, diyen kadife yumuşaklığında bir kadın sesi duyuldu.
Annem benim olduğumu anlamıştır.
Nasıl anladı?
Annemle aramızda şifredir.
Uzun zil benim, üst üste iki kez çalarsa kardeşimindir.
Annem zil sesinden benim geldiğimi bilir, dedi.
Garibime gitti. Sebebini soracaktım ama zamanım yoktu. Annesi kapıyı açmıştı bile. Bizim gecekonduda böyle şifre falan yoktu. Çat kapı girerdik evimize. Kaldı ki anahtarımız bile yoktu. Evde kimse yoksa ya komşuda, ya mahalle bakkalında ya da papasın altında olurdu.
“Daha sonra Ali benim merak ettiğimi anlamış olacak ki, neden böyle şifreli davrandıklarını anlatınca hak verdim.
Yetmişli yıllar, siyasi olayların yoğun yaşandığı zamanlardı. Gazeteciler, siyasetçiler, öğrenciler öldürülüyor, kahvehaneler taranıyor, evler basılıyor, her gün bir politikacı öldürülüyordu.
Ali’nin babası siyasetçi olduğundan böyle bir önlem almışlardı.”
Annesi elinde bulaşık eldiveni, üzerinde mutfak önlüğü olduğu halde kapıyı açtı. Annesi oğlunun yalnız olmadığını görünce biran duraksadı, şaşırdı sanırım. Sonra toparladı, hoş geldiniz çocuklar, girin davetiyle ilk kez bir apartman dairesine giriyordum.
Afallamıştım!
Pırıl pırıl sıcacık bir evin içindeyim. Halılar, mobilyalar, avizeler, masa üstü lambalar, telefonları bile vardı. Bizim gecekonduda olmayan eşyalardı. Evin içindeki eşyaların çoğunu ilk kez görüyordum. Halıya basmak, koltuğa oturmak için çekiniyor tereddüt ediyordum.
Anne çekindiğimi anlayınca, çekinme evladım geç otur, dediğinde biraz rahatlamıştım, ama hala tereddütlüydüm. Ya bir yeri kirletirsem, diye endişeleniyordum. Annesi sordu, oğlum neden arkadaşınla tanıştırmıyorsun?
Ali, okuldan arkadaşı olduğumu, kendisi gibi benimde Üniversiteye giremediğimizi ve samimi arkadaşı olduğumu, söyledi. Tanışma sonrası, Ali anne karnımız çok aç, yiyecek bir şeyler var mı?
Olmaz olur mu oğlum! Elinizi yıkayın masaya oturun. Birlikte lavaboya girdik ellerimizi yıkadık masaya geçtik.
Anne masayı hazırlarken, kapı zili çaldı. Kaşıklar elimizde, gözümüz kapıya yöneldi. Oğlum kapıya bak gelen babandır. Yine şaşırdım. “Demek ki babanın da şifresi var”. Masada tek başıma ıkına sıkana otururken, arkadaşım babasıyla birlikte salondan içeri girdiler. (Babayı daha önce okula geldiğinden tanıyorum) Lacivert takım elbiseli, şık giyimli bir adam. Hoş geldin evladım nasılsın bakalım?
Teşekkür ederim efendim.
Nasıl gidiyor okul? Kem küm edince, durumu anladı.
Sende kazanamamıştın değil mi?
Oh dedim içimden. Sorgu kısa bitmişti. Hadi yemeğinizi yiyin, dedi. Odasına geçeceğini söyledi ve yanımızdan ayrıldı.
Annenin masaya servis ettiği kırmızı Amasya elmalarını hart hurt yerken, baba tekrar salona geldi. Ev kıyafetlerini giymiş, sivil durumdaydı. Yanımıza oturdu.
Nasılsınız bakalım çocuklar?
İkimiz aynı anda iyiyiz, dedik.
Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Ali babasına iş bulup çalışacağız. Kazandığımız parayla kursa yazılacağız, dedi. Bende başımla onayladım.
Öylemi, dedi. Hı hı oldu cevabımız.
Bana soru sormadı. Mahcubiyetimden anladı sanırım.
Ne işiymiş bu?
Ne işi olacak baba “beni kastederek” Üniversiteye giremedik, boş boş geziyoruz. Hem ders çalışır, hem para kazanırız?
Ali, babasına bize yardımcı olur musun?
Nasıl yardımcı olacakmışım?
Hükümette sizin partiden, dediğinde kafam karıştı. “Sizin partiden, hükümette sizde falan?”
Olmaz öyle şey, dedi.
Bak oturmuşsunuz sıcacık evde, çayınız çorbanız önünüzde, keyfiniz paşada yok. Hele sen, kendin için böyle bir şey isteme benden. Hamdi neyse!
Size gelene kadar, bu ülkenin bir sürü garip gurabâsı dururken size iş ha! Olurmu öyle şey?
Benim siyasette olduğum süre zarfında devlette işe giremezsin. Daha önünde tahsilin var, askerliğin var. Oğlunu devlette işe aldırdı diye ardımdan kimseye laf ettirmem. Üstelik karakterime uygun da değil, otur oturduğun yerde, dediğinde ikimizde mosmor olduk.
Ağır bir yenilgiye uğramış, umudumuz sönmüş beklediğimiz dağlara kar yağmıştı. Sonra Ali’ye döndü, eğer devlet dışında bir şey yapmak istersen elimden geleni yaparım. Hamdi’nin durumuna bakarız, dedi. İçimize yeniden su serpildi ve umudumuz yeniden tazelendi.
Yemeğimizi yedik, tam olmasa da zokayı da yedikten sonra attık kendimizi sokağa.
“Babasının Senatör olduğunu ilk defa öğreniyordum. “Vay hıyar Ali”, babasının Senatör olduğundan hiçbir zaman bahsetmemişti”.
Neden söylemedin babanın Senatör olduğunu Ali. Babam sevmez böyle şeyleri. Arkadaşlarınızla benim ismimden dolayı farklılığın olmasın, diye tembihlemiş.
Dolaysıyla Ali’nin devlet ile asla ilişkisi olmadı. Uzağından yakından bile geçmedi. Okudu. Okulunu bitirdi kendi işini kurdu. Öyle babaya da böyle evlat yakışırdı. Babasının dediği gibi oldu yani.
Benim mi? İş hâlâ beklemede!
Liyakati, pişkinliği ve torpili geçer akçe sayan bugünün vekilleri ile “eski Türkiye”, diye horladıkları zamanın vekillerinin arasındaki liyakatı varın siz hesap edin?