Bir toplumu, sosyal, kültürel, ahlaki ve vazgeçilmez temel değerlerini ayaklar altına alan aymazlar yıkar. Günümüzde böyle ciddi tehditlere maruz bırakılan uluslar arasında Türklerin de bulunmasını asla istemeyiz. Çünkü bizim değerlerimiz hiç bir şekilde yıpratılamayacak kadar köklü, sağlam, yüzyılını geride bırakan Cumhuriyet ile de en olgun düzeyine erişmiş bir hazine (idi).
Artık öyle olduğundan emin olmak zorlaştı. Belki de artık böyle bir övünç imkanı kalmadı. Yazık, ulus olarak tarih sahnesinde dimdik ayakta kalmayı en çok hak eden Türklerin böyle bir tehditle karşı karşıya kalması kimi “dahili ve harici bedhahların” arzusu olabilir ama bu ülkede değerlerinin ayaklar altına alınmasına asla razı olmayacak önemli bir halk kitlesi mevcut. Bu ahlaki katliamın topyekün yok olmaya yol açması mutlaka engellenmeli.
Türkiye’de “kadının adı yok” tabiri yıllardır söylenir. Gerçekten de ülkemizde kadın ile ilgili her gelişme, her başarı, her öne çıkan davranış karşısında “nasıl yapsak da bunu engellesek, kadını silsek” diye harekete geçen mel’un bir güç devreye giriyor. Düşünsenize, İstanbul Sözleşmesi gibi, adını Türkiye’nin dünya üzerinde en tanınmış şehrinden alan, kadın haklarının korunması ve gözetilmesi amacıyla uluslararası düzeyde imzalanmış ve yürürlüğe sokulmuş bir sözleşme, üstelik onu imzalayan iktidar tarafından sırf iç politika nedeni ve seçimlerde destek kaybetme endişesi yüzünden iptal edilebiliyor. Ardından da, bu sözleşmenin iptali ile birlikte Türkiye’de kadın cinayetlerinin azaldığını ileri sürebilecek kadar aymazlıkla dolu kişiler ve söylemler bu davranışı haklı göstermeye ve savunmaya çalışıyorlar. Oysa vaktiyle, Türkiye’de kadının seçme ve seçilme hakkını, Atatürk’ün sayesinde, bir çok Avrupa ülkesinden daha önce elde ettiğimizi söylemekten gurur duyardık. Bugün, bu gurur duyduğumuz gelişmeyi dile getirmek bir yana, Atatürk’ün adını anmak bile neredeyse suç haline gelecek.
Kadın milli voleybol takımımızın geçen yıl gösterdiği Avrupa ve Dünya çapındaki başarıları kıskanan çevrelerin, bu başarıyı gölgelemek ve Türk kadınının Atatürk’ün önemsediği ve işaret ettiği yönde toplumsal konumunu güçlendirmek üzere kaydettiği gelişmeleri silmek için takımın oyuncularına yapmadıkları, haklarında söylemedikleri kalmadı. Bu psikolojik yıpratma ile Paris olimpiyatlarına giden takımın, her şeye rağmen aldığı olimpiyat derecesi, bir madalya ile sonuçlanmasa dahi, o çevrelerin suratına vurulmuş en güzel tokattır.
Geçtiğimiz son bir kaç haftada gündemimizi meşgul eden konulara bakıldığında her gün her saat insanı dehşete düşüren bir ahlaki çöküş içinde olduğumuzu görmemek mümkün değil. Basın organlarında gündemin en üst sırasında, Diyarbakır’da hunharca katledilen Narin ile Tekirdağ’da cinsel istismara uğrayan iki yaşındaki Sıla bebeğin göz yaşartan, içler acısı akıbetleri yer alıyor. Peki, kadın cinayetleri, kadın, genç kız, kız çocuk istismarlarının bu denli arttığı, hele bunların aile içinde, hatta birinci derece akrabalar tarafından yapıldığı görüldüğünde bu toplumun ahlaki değerler açısından bir çöküş içinde olmadığını savunabilmek mümkün mü?
Üç hafta geçti, Diyarbakır’da Narin’in katli ile ilgili soruşturma hala sürüyor ve değil nasıl ve kim tarafından öldürüldüğü, neden öldürüldüğü dahi açıklık kazanmış değil. Bu cinayetin gerçek bir ahlak düşkünlüğü örneği haline gelmesi ise koskoca bir köyün neredeyse tamamının cinayeti bilip delil karartmaya katılması, canilerin ortaya çıkmaması için ağız birliği yaparak iddiaları reddetmeleri, üstelik bu konuda üst düzey siyasi yetkililere sırtlarını dayayarak sekiz yaşında masum bir yavrunun hayatının bu şekilde hiçe sayılmasını hiç bir şekilde umursamamaları yüzünden oluyor. Örtülmeye çalışılan kabahat, kusur ya da gizli kalması gereken hainlik her ne ise, Narin gibi sekiz yaşında bir kız çocuğunun hayatından daha önemli olamaz. Bir insanın, hele masum bir kız çocuğunun hayatını bu şekilde hiçe sayan bir anlayış ahlak düşkünlüğünün bu ülkede artık had safhaya eriştiğini göstermektedir.
Bu sonucun şaşırtıcı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Asla değil. Dünya üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda her yıl yayınlanan Kadın Barış ve Güvenlik endeksinde Türkiye 2023 yılında 177 ülke arasında 99. sırada yer aldı. Aynı yıl cinsiyet eşitliği konusunda yapılan araştırmada ise Türkiye 146 ülke arasında 129. sırada yer aldı. Ülkemizde kadınların en çok muzdarip oldukları konuları inceleyecek olursak, aile içi şiddet ve zorbalığa maruz kalmak, toplumsal ve kültürel baskı, eğitim ve öğretim imkanlarından yoksun bırakılmak, işyerinde mobbing, ayırımcılık ve gelir adaletsizliği başı çekiyor.
Bütün bu ahval ve şerait içinde dahi Kara, Hava ve Deniz Harp okullarını bu yıl birincilikle kadın teğmenlerimizin bitirmesi, “çekememezlik ve hazmedememezlik” hastalığı ile malul çevrelere yeni bir ders niteliği taşıyor. Bir Narin yok ediliyor ama yüzlerce ve binlerce Narin’ler Türkiye’de kadının adını şanlı bir şekilde tarih sayfalarına yazmaya devam ediyorlar, edecekler. Narin’e rahmet, teğmenlere minnetle.