Rutin olmasa da bazı sabahlar er kalkar ıssız sokaklarda yürürüm. Bu yürüyüşler bedenime duyduğum saygı dolaysıyla ruhen rahatlatır, güne iyi başlarım.
Bir süre önce sabah yine yürümek düşüncesindeydim. Akşam pencereden başımı uzatıp baktım, gökyüzü kurşun rengindeydi.
Bulutlar adeta yere inmek üzereydi. Ruhum sıkıldı, içim daraldı. Sabah iyi olur, diye teselli bulmaya çalıştım.
Sabah uyandığımda saat altı civarıydı. Yağmur yağmış ıslak sokaklarda, hüzünlü caddelerde yürümeyi çok severim. Çünkü o saatlerde, sokak dostlarımızdan ve ala kargalardan başka kimsecikler olmaz,
Onların dışındaysa market ve bakkallara sabahın köründe ekmek, süt ve gazete dağıtan emekçiler yeni günü müjdelerler.
Üzerimi giyip dışarıya adımımı attığımda, bomboş sokaklar ve ıslak kaldırımlarla karşılaştım. Malum mevsim sonbahar, aylardan Ekim! Ağaçlardan kaldırımlara dökülen sarı yapraklar, yaklaşan kış mevsiminin habercisi gibiydiler.
“Gidiyoruz işte; bir daha ki seneye yenileri gelecek daha da güzelleşecek tabiat, yemyeşil olacak sokaklar, parklar.”
Bazen kendi kendime düşünürüm, sokakların dili bu olsa gerek. Etrafta her şey mevsimin ahengine uymuş, sessiz, sakin ve hüzünlü.
Hava soğuktu uzun yürümeyi gözüm yemedi, gerisin geri eve döndüm.
Bu sabah hüzünlü ve yağmurluydu Ankara;
“Ankara'ya kar yağışı yakıştığı gibi, yağmur da yakışır.”
Gri şehir esas rengine bürünür, her şey netleşir. Kadınlar şemsiyeleriyle Tunalı Hilmi'de yürür, erkekler takım elbiseleriyle Kızılay'da işe yetişmek için otobüs sıralarına koşturur.
Dolmuşlar dolu geçer.
Servis bekleyen üniversiteliler ıslanır.
Kuralsız geçen bir araba, yolda yürüyenleri çamurlu yağmur sularıyla boydan boya ıslatır.
Kuralsız arabanın geçişiyle ıslananlar, geçip giden arabanın ardında "la havle" çeker, okkalı galiz bir küfür savurur.
Liseli bir öğrenci sınıfta içi geçer. Karatahtaya bakar canı sıkılır. Camdan dışarıyı keser, esner. Kızılay da bir simitçi çocuk süratle tepsisini başından indirip simitlerinin üstünü kapatır, korumaya alır.
Şehrin müdavimleri, Güvercinler, Kumrular, Kargalar ağaçlara salkım saçak tünemişlerdir.
Şemsiyesi olmayanlar binaların korunaklı yerlerine sığınır, dakikalarca yağmurun hafiflemesini beklerler.
Gökyüzü bu sabah kapalı, üstelikte sıkıcı.
Biraz da karamsarlığa kapılmadım desem yalan olur. Duygularım nasıl toparlanacak bilmiyorum. İçimden geldiği gibi bir şeyler yazıp paylaşmak iyi gelir düşüncesindeyim.
Biraz duygusal, biraz boş vermişlik, biraz iç sıkıntısı falan filan.
Yaş kemâle erdikçe, insan biraz daha duygusallaşıyor sanıyorum.
Haksız da değilim, ne dersiniz?
Yaş aldığımdan değil, büyümek hoşuma gidiyor. Hamlıktan kurtulup, tecrübelenmek güzel bir duygu!
Kitabı geriye doğru çevirdiğim her sayfada, biraz hayalci, biraz maceracı olduğum yıllar farklı bir anı, farklı tatlar bırakır her insanda, bende de bıraktığı gibi.
Acı da olsa tatlı da olsa tecrübedir o yıllar herkes için!
Bugün içimi yakan, karamsarlığa iten "asi şarkılar" dinlemenin hiç gereği yok! Güzel memleket türküleri dinlemek daha iyi olur diyorum.
Gün boyu yüzümde gülümsemeyle söylediğimiz "çakır keyif" havasında sokakları dolaşmak istiyorum.
Her geçen gün, “ömürden de gitse” hoşuma gidiyor. Bilinçlendiğimi, daha da olgunlaştığımı hissediyorum.
Burnumun direğini sızlatmıyor da değil, bitirdiğim günler?
Gelecek bir sonraki günü daha umutlu bekliyorum. Ne de olsa serde yaşamak, serde çocuksu istekler, serde sevgi var.
Neyse ki bu arada çayı koydum ocağa, aklıma bunları yazmak geldi içimden.
Bu sabah şehir yağmurlu olmasa da, hüzünlü !
Issız sokaklar mevsimindeyiz malum!