"Türkiye’nin gördüğü en büyük müzik sanatçılarından biri olan, Ahmet Kaya'nın vefatının üzerinde tam tamına yirmi dört yıl geçmiş! Daha dün gibi dile kolay.
Bir gazetenin düzenlediği yılın sanatçıları ödül töreninde Ahmet Kaya’ya yaşatılanlar canlı canlı gözlerimin önünde. Memleket meselelerinden haberi bile olmayan bir güruhun linç girişimiydi. Kariyeri boyunca yaşadığı bir dizi olay, Ahmet Kaya’yı ülkesinden uzaklaşmaya zorladı. Haziran 1999 gittiği Paris’te 16 Kasım 2000 tarihinde yaşama veda etti.”
Aslına bakarsanız, müzik yolculuğuna başladığı yıllar Ahmet Kaya’ya biraz temkinli yaklaşmıştım.
12 Eylül’ün mirasını paraya tahvil etmeye meraklı çok “sözde” sanatçı türemiş, ortalık bu tiplerden geçilmiyordu "seksenli yıllar". Siyasal ve sosyal yaşamda olduğu gibi, toplumsal değerlerde büyük bir erozyon yaşanıyordu. Keza, müzikte bu yaşananlardan payına düşeni alıyordu.
Ahmet Kaya diğerlerinden daha farklı olsa da, samimi olmak gerekirse çekincelerim vardı. Cem Karaca'nın, Melike Demirağ'ın, Selda'nın kasetlerini koynumuzda sakladığımız ve geceleri gizli gizli dinlediğimiz zamanlardı. Lakin Ahmet Kaya ortalığı yıkıp geçiyordu. Çekincem, belki de 12 Eylül travma’sının yarattığı atmosferden kaynaklanıyor olabilirdi.
12 Eylül cuntası, kendine muhalif onlarca aydını, devrimci, vatansever sanatçıyı tutuklamış, ya da vatandaşlıktan çıkarmıştı. Cem Karaca, Selda, Melike Demirağ örneğinde olduğu gibi.
Ahmet Kaya isimli bir çıkmış kitleleri ardından sürüklemeye başlamıştı. Seksen öncesi tanınan biri değildi. En azından yirmi yaşına merdiven dayamış olan ben ve eminim benim gibi çoğu kimsede henüz tanımıyordu.
İçinde yaşadığımız toplum ve şarlar neticesine çok ön yargılı ve statüko’cuyuz. Yeniliğe ve yenilikçilere çoğunlukla mesafeli yaklaşırız. Yaşadığımız 12 Eylül askeri rejimin aydınlar ve devrimciler üzerinde uyguladığı sürek avı sürerken Ahmet Kaya nereden çıkmıştı? Herkes gibi bende temkinli yaklaşmıştım.
Zaman ilerledikçe sesine ve müziğine alışmaya başladım. Üzerimize karabasan gibi çöken 12 Eylül rejiminin ruhsal çöküntüsünün örtüsünü üzerimizden kaldırıyordu, Sesimiz soluğumuz oluyordu. Duruşuyla, ilkeleriyle taviz vermez tutumuyla, kendisine olan temkinli davranışımı yerle yeksan etmişti.
Artık vazgeçilmez bir Ahmet Kaya sever oldum.
Herkesin bir Ahmet Kaya şarkısı vardır.
Benim bir değil birkaç tanedir.
Şimdi birini yazarsam diğer eserlerine haksızlık etmiş olurum.
Onu hiç sevmeyenlerin bile, içinde bir Ahmet Kaya'sı mutlaka vardır?
Çünkü bu topraklarda yaşayan herkesin bam teline dokunmuştur Ahmet Kaya. Bir tınısıyla insanı yakalar, bir daha asla bırakamazsınız. Samimi yorumu, etkileyici sesi, asla taklit edilemez.
Yaşadığı dönemde karşılaştığı onca güçlüğe, engellemeye ve baskıya rağmen direndi, şarkılarını ve doğru bildiğini söylemekten asla vazgeçmedi.
Seksenli yıllarda, karanlığı yırtan bir aydınlık meşalesi gibi hayatımıza girdi, hiçbir zaman çıkmayacak.
Açtığı yoldan çok insan geldi, geçti. Müziği tartışıldı, eleştirildi, çatal-bıçak fırlatıldı, “DGM” de onlarca dava açıldı, masalar yumruklandı, ama hiç kimse onu dinlemekten, sevmekten vazgeçmedi ve vazgeçemez!
“Taklit edilemez” diyorum fakat döneminde ve günümüzde hala taklitçisi çoktur. Bugün hiçbirinin esamesi bile okunmaz. Taklit etmeye çalışanlarda silinip gitmişlerdi.
Her kesimden kimi müzik yorumcuları, Ahmet Kaya gibi söylemeye çalışıyorlardı. Seslerini ve sözlerini ona benzetmişlerdi fakat becerememişlerdi.
Bilmedikleri bir şey vardı. Ahmet Kaya’nın, aksanı dâhil her şeyi kendine hastı, öyle kaldı ve öyle kalacak.
Sevgiyle, özlemle iki gözüm!