Bir süre önce internette dolaşırken, TRT arşivin yayınladığı görüntülerde çöp toplayan bir çocuk konuşuyordu, 70'li yılların siyah beyaz görüntüleri ekranda. Doyamadım izlemeye, inanın mest oldum.
Sade, duru, zerafet akıyor konuşmalarında.
Adeta İstanbul beyefendisi!
O seneler belki sıradan bir durumdu, ama bugün için özlemini duyduğumuz, mumla arar olduğumuz değerler.
Şimdiki sokak söyleşilerinde mikrofonu görünce "yani" “dımı” "aynan" diye başlayan argo cümleler akıyor gencecik dudaklardan.
İfrit oluyorum, ama ne çare.
Bir dilin içi ancak böyle boşaltılır.
Ülkesinin başkentini bilemeyen Tıp öğrencisinin yetiştiği bir eğitim sisteminden başka ne beklenir?
Ardından, sorunun yanıtını bilemeyen seyircilerin % altmışı, bilenlerse % kırk. Çok dramatik bir durum değil mi?
Nereden nerelere geldik. İnsanın yüreği burkuluyor.
“Yeni Türkiye diye diye, ülkenin ekonomisini, sporunu, siyasetini, toplumsal değerleri yok edildi. Tam “kına” zamanı. İstedikleri yerlerine yakabilirler.
Eskiden “cahil” vardı. Bu kesim bilmedikleri, görmedikleri ve okumadıkları için bilgiden uzaktılar. Üstelik bilmedikleri dolaysıyla ezgindiler ve mahcuptular. Ya “zır” cahiller? Günümüzde patlama yaptılar. Doğru bilgiye ulaşabildikleri halde, kişisel ikballeri için akıllarını paraya tahvil ettiler.
Günümüzde cehalet internet ve teknoloji çağında tavan yapıyor, altın devrini yaşıyor.
Naif toplumsal değerlerin teknoloji karşısında zaferini görmek isteyenler siyah beyaz yıllara bir göz atmasını tavsiye ederim.
Sakın kimse yanlış anlamasın? Teknolojiyi ve interneti yanlış kullandığımızı belirtmek istiyorum. Kötü kullanım toplumsal değerlerimizi, estetiğimizi, zarafetimizi, daha kötüsü dilimizi erozyona uğrattı?”
Sarı sıcak yıllar;
Siyah beyaz fotoğrafları sevdiğim gibi, siyah beyaz Filmleri de pek severim. Bu kadar yozlaşmanın, bu kadar kokuşmanın arasında iyi gelir. Zihnimi revize ederim. Tek temiz kalan işte o siyah beyaz fotoğraflar ve o filmler.
İşte o zamanlar elimizin tersiyle ittiğimiz, kendimizi emperyalist Amerika hoyratlığına kaptırdığımız yıllar.
Nasıl zulüm etmişiz o değerlere. Şimdi yüreğim cız ediyor her anımsayışımda? Bazen düşünürüm. ABD, Marshall yardımıyla ülkemize gönderdiği süttozunu çocuklara içirerek genetiğimizi mi bozdu? Yoksa, bir toplum kendi ülkesinde, diline geleneğine bu kadar yabancılaşır mı? Anlamak olası değil
Mesela;
Biraz sonra aynı siyah/beyaz ekranda, Halit Kıvanç, Ediz Hun'la söyleşi yapıyor, doyum olmuyor konuştukları Türkçeye ve zarafete.
Televizyon dizilerine bakıyorum neredeyse bir vahşet. Silah, barut, küfür kıyamet ve katledilen dil.
Bu iklimin büyüttüğü çocuklara bakıyorum!
Bilgisayarlardan başlarını kaldırıp, ellerinden telefonları bırakıp yüzümüze bakmıyorlar bile.
Şimdilerde konuşulan “Z” kuşağı!
Gündem ne kadar umurlarında bilemiyorum. Sorumluluk, disiplin onlara uyar mı? Paylaşma değil, bireysellik ön planda.
Yükselen doların alçalan insanlıktan daha çok konuşulduğu bir dünya düzeninde, bizler hala siyah/beyaz yılların özlemindeyim/iz.
Bir kutu barbunya pilakisini altı kişiyle paylaşıp, yedinci kişiyi düşünen, bir dal ”siğaradan” bir fırtta diğer arkadaşımıza bırakmaktan vazgeçmeyen çocukların dünyasında!
Günümüzün anlayışıyla modası geçmiş gerçeklerin, bazıları için değeri olmadığı biliyorum.
İşin gerçeğine bakarsak hiç önemli değil.
Korkularımızdan bir günlüğüne bile vaz geçip, eski dostlukların kulağını çınlatıp, her metrekareye bir adam bile düşmeyen yıllara, şarkılara, şiirlere, güzel insanlara selam gönderelim, derim.
İnsanlığın gözünden düşenlere, abartılı şaşaalı yaşamlara değer verip paha biçmeyelim!
Haksızlığa, hukuksuzluğa koltuk değnekliği yapan insanlar dünyasında başkalarına benzemediğimiz için kendimizle gurur duyalım!
Hatasını anlamak yerine, herkes kendi çirkinliğine haklı nedenler arıyor. Umut yok vicdan yok, insanlık her gün biraz daha değer kaybediyor ne yazık ki, en çok o koyuyor!
Ah çocuklar ah!
Eskiden kitap okurdu çocuklar, Teksas, tommiks bile olsa.
Şimdi kitap dergi, kokusunu bile unutturdular size.