“Sevdiğim, epeyce bir süredir görüşemediğim hanım arkadaşımla tesadüfen sokakta karşılaştım. Ayaküstü biraz sohbet ettikten sonra, “bu Ayşe olamaz” dedim kendi kendime! Bu ölçüde değişilir mi? Demekten kendimi alamadım.
Kendini öylesine gelecek kaygısına kaptırmış ve öylesine kaygılıydı ki şaşırmamak olası değil! Biraz rahat olup, bazı şeyleri oluruna bırakmasının daha iyi olacağını anlatmaya çalıştım, ama nafile. Hep kendi söylediğini duyuyordu.
Bu hayatı yeryüzünde bir tek sen yaşamıyorsun ki?
Senin gibi milyarlarca insan nasıl yaşıyor?
Nedir bu telaşını anlamıyorum?
Sen ne kadar rahatsın, dedi.
Rahat olduğumu nereden biliyorsun?
Ne olacak dünya yansa yorganın yok içinde. Hayat sana güzel. Hayata senin gibi bakabilmeyi ne çok isterdim biliyor musun? Diye hayıflandı.
Hayatı ciddiye almadığım kanısına nasıl vardın?
Ne bileyim ne kadar rahatsın da!
Elbette ciddiye alıyorum. Ama yaşam kaygılarımız birbirinden çok farklı. Mesele bu değil mi sence?
Ben hayatı olduğu gibi yaşamaya çalışıyorum. Sen maddi kaygılarla yaşamaya çalışıyorsun?
Asıl sorun burada Ayşe!”
Her birey yaşamında her şeye sahip olmak ister. Yaşamak “hep daha fazlasını istemek” değildir? Bulunduğumuz noktadan daha ileriye gitmek adına mücadele ederken, kaybedeceklerimizi de hesaba katmamız gerekmez mi?
Önce hayal etmemize, daha sonra da bu hayali hedefleyerek çaba gösterip, emek vermemize bağlı değil mi?
Daha fazlasını istemek bir yandan bizim gelişimimizin temelini oluştururken, diğer yandan bizim yaşamımızı baltalayabilir. Bazen insanın daha fazlasını istemesi onun yararına değil zararınadır.
Hayatı değerli kılmasını, sevdiklerini ihmal etmemesini, insani ilişkilere maddi kaygıyla bakmamasını dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. İki yüz metre karelik ev aldığından, içine binlerce lira masraf ettiğinden, ustaların işlerini doğru yapmadığından, uzun süredir işlerin bir türlü bitmediğinden yakınıyorsun? (Ne yazık ki sohbetin konusu, ev araba vs.)
Aramızdaki farklılığın, sahip olma hırsından kaynaklandığını ve kendisine de bir hatırlatma yaptım. Şairin dediği gibi “Hayatı bu kadar ciddiye alma, kimse canlı çıkamayacak bu hayatta” sana biçilen yaşamın kıymetini iyi bil.
Giderken yanında götüremeyeceğin dünya nimetlerine sahip olma hırsına bu kadar kapılma. Kimse gideceği tarafa bir şey götüremiyor ki!
Yaşam ya da hayat dediğimiz süreç görecelidir. Ona nasıl bakarsak öyle görürüz. Kimilerimiz yaşamını, bence çok anlamlı olmayan bir hırsla, mal mülk ve para biriktirmekle tüketir, kimileriyse, yaşamını olağan akışıyla sürdürür. Asıl mesele de budur. Hayatı ciddiye almamak mümkün mü? Hem de çok ciddi bir iştir.
Sorunu neye göre ciddiye aldığımıza bağlıdır;
Bazılarımız hayatı ciddiye almamızı sadece maddi birikimden, mülk edinmekten geçtiğini, hayatını bunlarla garantiye aldığı sanısıyla geçirir. Günün sonunda gelindiğinde belki maddi her şeyleri var, ama etraflarında merhaba diyebilecekleri kimseleri kalmadığını görürler.
Bazılarımızda mala ve paraya değer vermez, yaşamını hayatın akışı içerinde sürdürürler. Mala paraya değil, kendi yaşayabileceği kadarına yatırım yapar. Cüzdanları değil gönülleri zengindir. Toplumsal değerlere bağlı, hayatın olağan akışı için de yaşarlar.
Hayatı çok ciddiye almanın insana zarar verdiği acı bir gerçektir. O nedenle, ciddiye almama kararını bir an önce almak gerekir. İnsanın sağlığı da hayatı da değerlidir. Birçok insanın ise hayatını maddi kaygılar, bazılarının hayatını duygusal ve karamsar kaygılar yönetiyor. Bu nedenle hayatın dengesini iyi kurmak gerekir.
İyi yaşamak hayata bir yatırımdır. An’ı yaşamak, mutlulukları avucunun içindeyken yakalamak gerçekten zordur koşuşturmaların içinde.
Bir şeylere sahip olacağım derken bir de bakarsın yaşam denen “hayat” elimizden uçuvermiş. Ya o çabaladığımız ve her şeyin çok güzel olacağını düşlediğimiz zaman yoksa! Bizim için tükenmeye başlamışsa, biz farkında olmadan bütün ince planlar, yaşantımız umutlarımız kumdan bir kale gibi yıkılmıştır.
Yaşamı, biraz ti ye almayı becermek gerek. Bazı şeylerin dozu kaçtığını anladığımızda, en kötü durumda bile "sktr et ne olacak" ya da "koy dibine gitsin memleketine" cümlelerini kendi kendimize sarf etmesini söyleyebilmek önemlidir.
Hayatı önemsemeliyiz ve değerli kılmalıyız. Ancak, mesele sadece “hedeflerime ulaştığımda mutlu olurum” diyorsak ki, gerçekten yaşamı ıskalarız ve asla telafi edemeyiz. Çünkü hayatta hedefe ulaşmanın sınırı yoktur. Bir şeyi elde eder, sonra bir başkasını elde etmeye çalışırız. Bunun da asla sonu yoktur.
Bu nedenle, kendimize küçük mutluluklar bulmalı ve bunları yaşamımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Hayata güler yüzle bakmayı da tez elden öğrenmeliyiz...