Üçüncü gün sabahı eve çağırdığınız ustabozanların istediği fiyatlar iyice asabınızı bozuyor. Sabaha değin şıp şıp şıplayıp uykunuzu kaçıran banyodaki musluğu sadece keçesini değiştirerek onaran Tesisatçı İbrahim’e 10 dakika için talep ettiği parayı öderken ananızın nikahını da isteyip istemediğini sormadan edemiyorsunuz. Elektrikçi Osman’ın vantilatör tamiri için çıkardığı faturayı görünce “Ulan bu meretin yenisi kaç para” diye sormaktan kendinizi alamıyorsunuz. Badanacı ise daireyi boyamak için verdiği fiyatı duyduğunuzda yüzünüzün aldığı şekli görüp kaçmaktan başka çare bulamıyor. Merhum anacığınızın 20 lira ile çıktığı pazardan 4 file dolusu meyva ve sebzeyle döndüğü günleri hatırlayarak nostalji yapmanızın önüne ne karınız ne de kızınız geçebiliyor.
Karınız biraz ürkek, biraz titrek bir sesle “Bak” diyor, gerisini getirmeye cesaret edemiyor. Gösterdiği yere bakıyorsunuz. Duvardaki bir çatlaktan içeri giren, mutfak tezgahına çıkan, oradan buzdolabına tırmanan, arkadan dolanıp fırına inen ve devam eden bir ordu görüyorsunuz. Mao’yu “Uzun Yürüyüş”te izleyen binler gibi mi desem , Helen tarihçi Ksenefon’un Anabasis adlı kitabında anlattığı “On Binlerin Yürüyüşü” mü desem, ne desem bilmiyorum ama başı sonu görülmez bir karınca ordusu, sessizce ve kararlı bir şekilde mutfağınızı işgal ediyor. Elinizden bir şey gelmiyor. Kimyasal silah kullansanız karınız karşı çıkacak, kullanmasanız karınız aspirin ihtiyacınızı körükleyecek.
O hızla ve o hırsla bahçeye çıkıyorsunuz. Etrafta kesif bir “hayvani katı atık” kokusu var. Yokluğunuzda bahçenizi Taksim Meydanındaki Umumi Helaya döndürmüş olan mahallenizin tüm kedi ve köpekleri sabah erkenden ziyarete gelerek bahçenizde def i hacet etmişler. Hani umumi tuvaletleri kullanmak isteyenlerden talep edilen paraları siz bahçenizi kullanan kedi, köpeklerden (yahut sahiplerinden) tahsil edebilseniz elinize geçecek para karınız ve kızınızın gelirken yanlarında getirdiği bavullara sığmaz. Basmamaya gayret ederek otlar arasında ilerlerken yerde yüzlerce sümüklübocek görüyorsunuz. Bunlara “Sığınmacı ” demek bile yetmiyor, “istilacı” kelimesi daha uygun düşer zira, hepsi sırtlarında evleri ile gelmişler.
Yan tarafta, bahçesini sulayan komşunuzu görüyorsunuz. “Hoşgeldiniz” diyor. Ona doğru ilerlerken ayağınız bir çukura giriyor, yere kapaklanıyorsunuz. “Dikkat edin,bu yıl bahçeleri köstebekler ile kirpiler sardı, her tarafta kazdıkları çukurlar var“ ikazında bulunan komşunuza sanki suçlu oymuş gibi bakıyorsunuz. Adam hiç alınmıyor ve uyarılarına devam ediyor “ Bu küresel ısınma bütün dengeyi bozdu. Bahçeleri yılanlar, çiyanlar sardı. Evlerde de akrepler çıkıyormuş, aman dikkat edin” diyor. “Dalga mı geçiyor” diye düşündüğünüz adam hiç istifini bozmadan müjdeyi veriyor “Ama endişe edecek bir şey yok tüm bu hayvanlarla “ barış içinde bir arada yaşıyoruz” kardeşçe”.
Evinize yöneliğinizde suratınızdaki ifadenin Napolyon’un Moskova Seferinden dönüşündeki ifadeden hiç farkı yok. O haleti ruhiye içinde önünüze çıkan kertenkeleye Messi’yi kıskandıracak bir şut savuruyorsunuz ama heyhat…ıskalıyorsunuz.
“Hayvansever Derneklerini” evinize davet etmeyi planlıyorsunuz” internetten adreslerini bulduğunuzda. Bakalım “Hayvanseverlik” sadece kedi, köpek gibi hayvanları mı kapsıyor tüm mahlukat ve hayvanatı da mı içine alıyor. Hani geldiklerinde onları şöyle bir balık yemeye götürseniz….yahut iyi bir dönerciye…..yoksa bu derneklerin mensuplarının hepsi vegan mı, vejeteryan mı ? Siz ne dersiniz ?
Evet , anlıyorum, tüm mahlukatın de hayvanatın da canı var, yaşama hakkı var, mevcudiyetlerinin bir sebebi var, falan , filan.
Peki ya benim ?
Gece sokağınızdaki sahipli, sahipsiz tüm köpeklerin bir alt sokaktaki sahipli ve sahipsiz tüm köpeklerle giriştikleri havlama yarışına, buna vakit kaybetmeksizin üst sokaktaki sahipli ve sahipsiz tüm köpeklerin de iştirak etmesine bakalım tatiliniz bitmeden alışabilecek misiniz ?
Haa, az kalsın unutuyordum; bu kakafoniye , habitatlarını işgal ettiğimiz için yiyecek aramak amacıyla maaile bizim habitatımıza gelen domuzların katılımını de unutmamamız lazım
……………………
Sinek, böcek taifesinin de varolma sebebi varmış….faydası varmış…….yok olurlarsa gıda döngüsü bazulurmuş…muş muş da muşmuş.
Aranızda tahtakurularını hatırlayan vardır herhalde. N’oldu bunlara, yıllardır ortada gözükmüyorlar. Gıda döngüsü mü bozuldu, hayat saykılı mı darbe yedi, dünyanın sonu mu geldi ? Yoksa küresel ısınmanın sebebi tahtakurularının artık görülmez olmaları mı ?
Bu listeye bit ve pireleri de katabiliriz sanırım.
Londra’nın merkezinde, Regent’s Parkın hemen karşısında yaşıyorum Parkta kocaman bir gölet var. Ama yıllardır gördüğüm toplam sinek sayısı iki elin parmağını bulmaz. Sivrisinek sayısı ise….bilmem …hiç hatırlamıyorum. Evde hamamböceği görsem şaşarım. Bu ve benzeri mahlukatın yokluğundan Londralıların hiç üzüldüğünü sanmıyorum. Yaşam saykılı da, gıda döngüsü de bunların eksikliğinden hiç mi hiç etkilenmiyor.
……………………..
İlk okulda bir çocuk şarkısı söylerdik, hatırlar mısınız ?
“Kuuuş sesleri,
Ovalara yayılır.
İiinsan buna,
Hayran olur bayılır.
Bal yapanlar çiçeklere koonarlar,
Kuzucuklar taze çimeen ararlar….”
Falan.
Şimdilerde öğretiliyor mu bu şarkı çocuklara bilmem Eğer öğretiliyorsa, ;Bodrum’daki çocuklar ne “kuuş sesleri” duyuyorlar, ne çiçeklere konan “bal yapanlar”ı görüyorlar, ne “taze çimen”, ne de kuzucuklar”ı biliyorlar.
Ne acı değil mi ?
Nasıldı o Kırşehir türküsü …”Kendim ettim, kendim buldum”.
Kızınız gelip size sarılıyor. Yanaklarınızı öpücüklere boğarken başınıza neler gelebileceğinizi düşünmeye başlıyorsunuz. “Babişko” diye başlayınca “tamam şimdi yandık” diyorsunuz. Kızınız, annesini de arkasına almanın verdiği güvence ile devam ediyor “Babişko, Christina Aguilero’nun konseri varmış Antalya’da. Oraya gidelim mi ?” Artan benzin fiyatları ile Antalya’ya gidiş dönüşün bütçenize ne kadar bir yük getireceğinizi hesaplamaya çalışırken kızınız devam ediyor “Biletler sudan ucuzmuş Babişko, ayakta izlemek kişi başına 450 Euro’cuk”. Yüzünüz limon yalamışçasına buruşuyor. Çabucak bir hesap yapıyorsunuz akıldan .
Konser günü kur kaç lira olacak bilinmez ama bugün kişi başına 450 Euro 13-14 bin lira ediyor, çarp üç kişilik ailenizle yuvarlak hesap 40 bin Türkiş lira falan. Yol, yeme içme, gerekirse yatma hariç. Sesiniz çıkmayınca kızınız devam ediyor “Babişko, Berkoş’u (Erkek arkadaşı Berk’i kasdediyor, şu işsiz güçsüz, haftalardır yıkamadığı saçlarını at kuyruğu bağlamış, tırnaklarını uzatıp mora boyamış, kolları bilezikli, parmakları yüzüklü, kulakları küpeli, sıska asalak). Berkoş’u da davet edelim mi ? Loca alırız, konseri keyifle izleriz hep birlikte”. Güçlükle soruyorum “ Loca kaç para ?”
“35 bin” diyor ve ürkek sesle ekliyor “Euro”……Yani bir milyon lira…..cık. Yahu ben bu paraya değil Christina bilmem kimi, yattığı yerden kaldırıp rahmetli Luciano’yu dinlerim.
Tüm gücümü toplayıp “Hazırlayın bavulları, evimize dönüyoruz. Yaz bitince, iki-dört-altı-sekiz ayaklı canlılar, asalaklar Bodrum’dan ayrıldığında geri geliriz. Daha az kazık yiyerek, haşarat, mahlukat ve hayvanatla daha az uğraşarak, üç kağıtçılar, uyanıklar, fırsatçılar ile mücadele zorunda kalmayarak adam gibi bir tatil yaparız” diyorum. Başları ı sallıyorlar, tevekkülle.
Bu geceyi de salimen atlatırsak yarın sabah yola çıkacağız. Bir kaç say sonra geri dönmek üzere.