Hamdi Özdemir
Köşe Yazarı
Hamdi Özdemir
 

Metruk Ev

Okuduğum Lisenin yanında metruk bir ev vardı. Teneffüslerde okul bahçesinden çıkar, metruk evin içinde olduğu arsada sigara içer sohbet ederdik. Bu sayede sigara içerken öğretmenlerimize avlanmazdık. Duvarlarında siyasi “sloganlar” falan yazılıydı. Evle ilgili çeşitli rivayetler konuşulur, dilden dile dolaşırdı. Çocukların mübalağası bir yana, bütün mahalle ahalisi tarafından da konuşulan bir durumdu. Bu söylentiler merakımı günden güne daha da artırıyordu. Merakım bir yana korkardım, ürkerdim yine de içine girme duygusunu yenemezdim. Teneffüs aralarında metruk evi hep izlerdim. Üç dört katlı apartmanların arasına sıkışıp kalmış, adeta yatalak bir hastayı andırıyordu. “Her an ölmesi beklenen bir hasta gibiydi”. Belki ben öyle algılıyordum. İki yanı sokak, diğer yanı su deposuydu. Kalan yanı binalarla çevriliydi. Sokak dardı. Parke taşlarıyla döşeliydi. Pencerelerin camları kırılmış, sıvası dökülmüş, duvarların içinde ahşap tutucuları görünüyordu. Giriş kapısın üst menteşesi kopmuş, her ana düşmek üzereydi. İçinde yaşayanı olmadığı gibi, senede bir defa dahi kapısını aralayan kimsesi kalmamış eski evlerin yanından geçerken hep içim burkulurdu. Bu evde onlardan biriydi. İçinde yıllar boyu neler yaşandığını merak ederim. İçi boşaltılmış olsa da göreceğiniz birkaç parça eşyaya rastlayabilirsiniz. Belki duvarda asılı kalmış bir elbise askılığı, unutulmuş siyah beyaz bir fotoğraf. Köşede bir sandık, içinde eski eşyalar. Ocak yanında duvarda bir kaşıklık ve içinde birkaç kaşık. Belki bir gaz lambası. Duvarda kalmış kap kaçak rafı, ocak yanında terce denilen odun dolabı, odaların üst bölümünde köşeye yapışmış dolaplar, misafir odasının duvardan duvara Anadolu motifleriyle bezenmiş kilimler, yastıklar, Kuzine sobanın üstünde konmuş ısınan Su bakracı, Çay demliği, sobanın fırınında pişmekte olan, börek, çörek. Kim bilir o evlerde mutlu ya da hüzünlü ne günler yaşandı. Kim bilir kaç beşik “tıngır mıngır” sallandı. Kaç genç kız telli duvaklı yeni yaşamına yol aldı. Kaç delikanlı baba ocağını tüttürmeye devam etti. Aslında zor olsa da kaç nesil, bu evler de bir arada beraber yaşadı. Kaç tabut kapı önünden helallik isteyerek ebedi yolculuğa çıktı. Evet, eski evler bana hep bunları hatırlatır, hatta bunun gibi daha birçok şeyi. Böyle evlere girerseniz yanınızda o evde yaşamış ya da yaşananları bilen bir tercümanla girmek en güzeli. Zira o size ceddiniz hakkında bilgi verir, paylaşması güzel anıları sizle paylaşır, geçmişinize ışık tutar. Eski evler kendi içinde bir tarih barındırır. Göç vermemiş bir memleket kesinlikle yoktur. O köyde doğup büyümemiş olsanız da, bizden önce yaşayanların mekânlarını ziyaret ettiğimizde, orada yaşayanların bizi gördüğünde sıcak bir ifadeyle “kimlerdensin” diye sorarlar. “Kimsin” demiyor “kimlerden” olduğunuzu sorarlar. Kendinizi tanıttığınızda “bir çayımızı için” diye içeri davet ederler. Bu “kimlerdensin” ifadesi, bizimde o topraklardan olduğumuzu bilirler, fakat yine de kimlerden olduğunuzu bilmek isterler. Kimse tek başına bir anlam ifade etmez. Bizden önceki Atalarımızla beraber bize bir mana yüklenir. Tek başımıza bir şey olmadığımızın farkına varırız. Bu yüzden geçmişimizle bağlarımızın kopmaması geleceğimiz için çok anlamlıdır. Aileden kalma evler terk edilmemeli ki, nereden geldiğimiz, kim olduğumuz bilinmeli. Belki de, köylerimizde, memleketimizde tek tük kalmış yaşlı amcalardan ve ninelerden sonra bu soruyu bile soracak kimse olmayacak. Çünkü artık kimse kimseyi tanımıyor olacak? İsterseniz aynı köyden olun fark etmez, çünkü yaşantılar ve algılar çok değişti. İlgi alanları, yaşam tarzları, gelenek görenek çok değişti. Her şeyden önemlisi insanlar değişti. Çünkü artık biz yok, “ben” var. Bizi, birlikteliği, ortak duyguyu tükettik. Şimdi “ben” odaklı yaşıyoruz. Tatilde artık kimse köyüne memleketine gitmiyor. Gidenler ise, genellikle Deniz tatili yapıyor. Bu sebeple, geldiği yöreyle bir irtibatı kalmıyor. Böyle olmayınca çocuklar patatesin toprakta yetiştiğini ancak kitaptan öğreniyor. Gelecek nesil dede, nene, hala, dayı, bibi, aile gibi kavramlarını nasıl tanıyacak, onlarla ilgili nasıl anı biriktirecek. Aile büyükleri bu dünyadan göçünce o evde büyükleriyle bir anısı olmayacak? Onunla birlikte bahçeye inmemiş ki! Onunla beraber hayvan otlatmamış ki! O zevki nereden bilecek? “Memlekette hayvan da kalmadı ya” nasıl tanısın çocuklar. Çocuklar uyumadan önce, dev, cin, peri masallarını kimden dinleyecek. Merak ettiğim metruk eve gelince, söylentilerin çoğu rivayetlerden, yalanlardan oluşan gerçeği yansıtmayan şehir efsanesiymiş. Gerçeği öğrendiğimde, sıradan bir yapı olduğunu, söylentilerin aksine sıradan bir “metruk” ev olduğu ortaya çıktı. Bu sayede merakım bitmişti. Binanın arsası devlete aitmiş. Birileri üzerine bir ev kondurmuş, imar gelince, eve boşaltılmış ve yıllarca boş beklediğinden “metruk” bir hal almış, söylentiler çıkmaya başlamış. Sonra, yerine Karakol binası inşa edildi, böylece “metruk” bina tarihe karıştı, hakkındaki söylentilerde bitti.  
Ekleme Tarihi: 30 Ekim 2023 - Pazartesi

Metruk Ev

Okuduğum Lisenin yanında metruk bir ev vardı.

Teneffüslerde okul bahçesinden çıkar, metruk evin içinde olduğu arsada sigara içer sohbet ederdik. Bu sayede sigara içerken öğretmenlerimize avlanmazdık. Duvarlarında siyasi “sloganlar” falan yazılıydı.

Evle ilgili çeşitli rivayetler konuşulur, dilden dile dolaşırdı. Çocukların mübalağası bir yana, bütün mahalle ahalisi tarafından da konuşulan bir durumdu.

Bu söylentiler merakımı günden güne daha da artırıyordu. Merakım bir yana korkardım, ürkerdim yine de içine girme duygusunu yenemezdim. Teneffüs aralarında metruk evi hep izlerdim. Üç dört katlı apartmanların arasına sıkışıp kalmış, adeta yatalak bir hastayı andırıyordu.

“Her an ölmesi beklenen bir hasta gibiydi”. Belki ben öyle algılıyordum. İki yanı sokak, diğer yanı su deposuydu. Kalan yanı binalarla çevriliydi. Sokak dardı. Parke taşlarıyla döşeliydi. Pencerelerin camları kırılmış, sıvası dökülmüş, duvarların içinde ahşap tutucuları görünüyordu. Giriş kapısın üst menteşesi kopmuş, her ana düşmek üzereydi.

İçinde yaşayanı olmadığı gibi, senede bir defa dahi kapısını aralayan kimsesi kalmamış eski evlerin yanından geçerken hep içim burkulurdu. Bu evde onlardan biriydi.

İçinde yıllar boyu neler yaşandığını merak ederim. İçi boşaltılmış olsa da göreceğiniz birkaç parça eşyaya rastlayabilirsiniz. Belki duvarda asılı kalmış bir elbise askılığı, unutulmuş siyah beyaz bir fotoğraf. Köşede bir sandık, içinde eski eşyalar. Ocak yanında duvarda bir kaşıklık ve içinde birkaç kaşık. Belki bir gaz lambası.

Duvarda kalmış kap kaçak rafı, ocak yanında terce denilen odun dolabı, odaların üst bölümünde köşeye yapışmış dolaplar, misafir odasının duvardan duvara Anadolu motifleriyle bezenmiş kilimler, yastıklar, Kuzine sobanın üstünde konmuş ısınan Su bakracı, Çay demliği, sobanın fırınında pişmekte olan, börek, çörek.

Kim bilir o evlerde mutlu ya da hüzünlü ne günler yaşandı. Kim bilir kaç beşik “tıngır mıngır” sallandı. Kaç genç kız telli duvaklı yeni yaşamına yol aldı. Kaç delikanlı baba ocağını tüttürmeye devam etti.

Aslında zor olsa da kaç nesil, bu evler de bir arada beraber yaşadı. Kaç tabut kapı önünden helallik isteyerek ebedi yolculuğa çıktı.

Evet, eski evler bana hep bunları hatırlatır, hatta bunun gibi daha birçok şeyi. Böyle evlere girerseniz yanınızda o evde yaşamış ya da yaşananları bilen bir tercümanla girmek en güzeli. Zira o size ceddiniz hakkında bilgi verir, paylaşması güzel anıları sizle paylaşır, geçmişinize ışık tutar.

Eski evler kendi içinde bir tarih barındırır.

Göç vermemiş bir memleket kesinlikle yoktur. O köyde doğup büyümemiş olsanız da, bizden önce yaşayanların mekânlarını ziyaret ettiğimizde, orada yaşayanların bizi gördüğünde sıcak bir ifadeyle “kimlerdensin” diye sorarlar. “Kimsin” demiyor “kimlerden” olduğunuzu sorarlar. Kendinizi tanıttığınızda “bir çayımızı için” diye içeri davet ederler. Bu “kimlerdensin” ifadesi, bizimde o topraklardan olduğumuzu bilirler, fakat yine de kimlerden olduğunuzu bilmek isterler.

Kimse tek başına bir anlam ifade etmez. Bizden önceki Atalarımızla beraber bize bir mana yüklenir. Tek başımıza bir şey olmadığımızın farkına varırız. Bu yüzden geçmişimizle bağlarımızın kopmaması geleceğimiz için çok anlamlıdır. Aileden kalma evler terk edilmemeli ki, nereden geldiğimiz, kim olduğumuz bilinmeli.

Belki de, köylerimizde, memleketimizde tek tük kalmış yaşlı amcalardan ve ninelerden sonra bu soruyu bile soracak kimse olmayacak.

Çünkü artık kimse kimseyi tanımıyor olacak? İsterseniz aynı köyden olun fark etmez, çünkü yaşantılar ve algılar çok değişti. İlgi alanları, yaşam tarzları, gelenek görenek çok değişti. Her şeyden önemlisi insanlar değişti. Çünkü artık biz yok, “ben” var. Bizi, birlikteliği, ortak duyguyu tükettik. Şimdi “ben” odaklı yaşıyoruz.

Tatilde artık kimse köyüne memleketine gitmiyor. Gidenler ise, genellikle Deniz tatili yapıyor. Bu sebeple, geldiği yöreyle bir irtibatı kalmıyor. Böyle olmayınca çocuklar patatesin toprakta yetiştiğini ancak kitaptan öğreniyor. Gelecek nesil dede, nene, hala, dayı, bibi, aile gibi kavramlarını nasıl tanıyacak, onlarla ilgili nasıl anı biriktirecek.

Aile büyükleri bu dünyadan göçünce o evde büyükleriyle bir anısı olmayacak?

Onunla birlikte bahçeye inmemiş ki! Onunla beraber hayvan otlatmamış ki! O zevki nereden bilecek? “Memlekette hayvan da kalmadı ya” nasıl tanısın çocuklar.

Çocuklar uyumadan önce, dev, cin, peri masallarını kimden dinleyecek.

Merak ettiğim metruk eve gelince, söylentilerin çoğu rivayetlerden, yalanlardan oluşan gerçeği yansıtmayan şehir efsanesiymiş. Gerçeği öğrendiğimde, sıradan bir yapı olduğunu, söylentilerin aksine sıradan bir “metruk” ev olduğu ortaya çıktı.

Bu sayede merakım bitmişti. Binanın arsası devlete aitmiş. Birileri üzerine bir ev kondurmuş, imar gelince, eve boşaltılmış ve yıllarca boş beklediğinden “metruk” bir hal almış, söylentiler çıkmaya başlamış.

Sonra, yerine Karakol binası inşa edildi, böylece “metruk” bina tarihe karıştı, hakkındaki söylentilerde bitti.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (7)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Ercan Yılmaz
(30.10.2023 15:35 - #427)
Hamdi abi paylaşımın için teşekkürler.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Gulo
(30.10.2023 15:35 - #428)
Yüreğinize sağlık ,Hamdi bey bildiğim tanıdığım yerlerin ve böyle bir akıcı Türkçeyle anlatılması çok güzel.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Adnan Kenan yoğurtçu
(30.10.2023 15:55 - #429)
Çok eskileri götürdün bizleri,ellerine sağlık başkan
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Fidan Okyar sarıer
(30.10.2023 16:47 - #430)
Beton yığını oldu heryer özlene günler... kalemi sağlık
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Aydın
(30.10.2023 16:54 - #434)
Evet bende o evi hatırlıyorum, 1980 öncesi sağ sol çatışmalarında ve sağcıların bölgeye hakim olduğu zamanlarda her gün o yerde (biraz tepelik di) kavgalar olur, çocukların, gençlerin ebeveynleri çocuklarını korumak anacı ile okul önünde ve evin olduğu teplikte ders saati bitene kadar beklerlerdi, eve hiç girdiğimi hatırlamıyorum.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Orhan Topkaya
(31.10.2023 09:18 - #436)
Anılarınızı tazeledik üstad,çocukluğumuzda o evin etrafında çok oynardik,daha sonra bizim köylümüz Hacettepe Hastanesi'nde calisiyordu o oturdu,yıllar sonra Karakol binası inşa edildi, Ankara'ya tayin olduğumda o karakola bağlı Asayiş ekibinde gorevliydim,o karakol binasına her girip çıktığımda değişik duygulara kapiliyordum,her şey geçmişin derinliklerinde kaldı, Seyranbağları eski dokusunu kaybetti, geçen sene gittim Seyranbağları na Üzümcü sokakta oturmuştur uzun yıllar şimdi o evimiz de yok yikulmis, bir tek taşi bile kalmamış,eskiye dair bir şeyler aradım mahallemizde,bir tek çocukluk arkadaşımız Necati kalmış koca sokaktan geriye,
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Ferda
(04.11.2023 20:38 - #448)
Paylaşımınız için teşekkür ederiz.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.