Ali Eralp - Eğitimci-Araştırmacı-Yazar
Köşe Yazarı
Ali Eralp - Eğitimci-Araştırmacı-Yazar
 

SABRET! YAKINDA DÜZLÜĞE ÇIKACAĞIZ…

“Bekle, yakında düzlüğe çıkacağız, şahlanacağız…” masalları ile insanlarımızı tam 22 yıl uyuttular. Milletin başına çay attılar. Şeker attılar. Bayramlarda çocuklara paralar, hediyeler verdiler. Ramazanlarda çanak çömlek, giysi, yiyecek, ev eşyaları dağıttılar. Üretim yapan fabrikaları satıp, üretim ve iş alanlarını yok ettiler. İşsizler ordusu yarattılar. Onun yerine sabır ve sadaka ekonomisi kurdular… O Zaman 1 yaşında olan çocuklar, bugün 22 yaşında, o yıllarda 20 yaşında olan delikanlılar bugün 42 yaşında… Kimisi hayallerini yitirdi, kimisi gençliğini… Genç doktorlar büyük bir sevinçle girdikleri ve kazandıkları mesleklerini yapamıyorlar; dövülüyorlar, sövülüyorlar, dayak yiyorlar… Bir kısmı da soluğu yurt dışında alıyor. 5 bine yakın doktor yabancı ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Öğretmenlerin de onlardan bir farkı yok. Yıllardan beri atanma bekliyorlar. Onların yerine okulları mollalarla doldurdular. İş bulamayanlar ATM’lerde tezgâhtarlık, inşaatlarda işçilik yapıyor şimdi. Bizim zamanımızda, daha mezun olduğumuz ilk hafta, tüm öğretmenler, kura çekip, işlerine başlarlardı. Ben Bartın Lisesine atanmıştım. Öğrencilerle sıcak bir diyalog kurmuştum. Girdiğim ilk sınıf, 6/Edebiyattı. Onlarla tanışmak için biraz erken girmiştim sınıfa.  Heyecanlıydım… Daha çocuklar yerlerine oturmamışlardı. Kıyamet kopuyordu. Tam bir Hababam sınıfıydı… Adını sonradan öğrendiğim bir çocuk vardı: Teoman. Döndü bana: “Sen de kimsin? Nereden geldin lan? Dedi. Ben de: “Uzaydan…” Dedim. Bu tanışmanın(!!!) ardından kahkaha tufanı kopmuştu. Ve hiç vakit kaybetmeden öğretmen masasına geçip oturdum. İşte o zaman herkesin yüzünde bir merak, bir şaşkınlık vardı. Sesler kesilmişti. “Arkadaşlar, ben sizin yeni edebiyat öğretmeninizim, adım Ali Eralp…” Tümü de pür dikkat kesilmiş, beni dinliyor, beni inceliyor; bana bakıyordu. Sıralar ve öğretmen masası eskiydi. Ama öğrencilerin düşünceleri, kafaları yeniydi.    Kimse, tarikatla, cemaatle uğraşmıyordu… Daha sonra bir hak, hukuk arama davasında, öğretmenlerle öğrenciler birlik oldular ve sıcak bir dayanışma içine girdiler. Daha atandığım ilk ayda beni başka bir okula tayin etmişlerdi. Öğretmenler, öğrenciler geri dönmem için direndiler. Bunun sonucunda yargı önüne çıktık… Okul müdürü de bizim suçsuz olduğumuz yönünde ifade vermişti… Tüm öğretmenler beraat etmişti. Bu dayanışmayı gören hâkimin bıyık altından hafifçe gülüşünü hiç unutmam… Bir gün onu yolda gördüm. Neden gülümsediğini sordum. “Öğretmenler Çok heyecanlıydılar” dedi. Şimdi böyle bir sevgi, dayanışma yaşayan var mı aramızda, kaldı mı? Herkes birbirine düşman… Toplum bölük bölük, parça parça edilmiş... Vergi üstüne vergi, zam üstüne zam yağıyor insanlarımızın başına. Ama şeyhlerin, şıhların, mollaların bir eli yağda bir eli balda… Üretmeden kazanıyorlar. Oysa İnsanlarımız kuyruklarda ömür tüketiyorlar. Ucuz ürün bulabilmek için market market dolaşıyorlar. Evlerine ekmek götüremeyenler var…  Siz hiç çocuğuna oradan buradan topladığı ekmek kırıntılarını yedirirken ağlayan bir baba gördünüz mü? Emeklilere ölmeyecek kadar bir maaş bağladılar. 22 yıl geçmiş aradan, daha hala “Bize bir 5 yıl verin, sizi düzlüğe çıkaralım” diyorlar! İnsan biraz insaflı olmalı… Ama milletin ayakta duracak hali kalmadı…   
Ekleme Tarihi: 28 Ocak 2024 - Pazar

SABRET! YAKINDA DÜZLÜĞE ÇIKACAĞIZ…

“Bekle, yakında düzlüğe çıkacağız, şahlanacağız…” masalları ile insanlarımızı tam 22 yıl uyuttular.

Milletin başına çay attılar. Şeker attılar. Bayramlarda çocuklara paralar, hediyeler verdiler.

Ramazanlarda çanak çömlek, giysi, yiyecek, ev eşyaları dağıttılar.

Üretim yapan fabrikaları satıp, üretim ve iş alanlarını yok ettiler. İşsizler ordusu yarattılar.

Onun yerine sabır ve sadaka ekonomisi kurdular…

O Zaman 1 yaşında olan çocuklar, bugün 22 yaşında, o yıllarda 20 yaşında olan delikanlılar bugün 42 yaşında…

Kimisi hayallerini yitirdi, kimisi gençliğini…

Genç doktorlar büyük bir sevinçle girdikleri ve kazandıkları mesleklerini yapamıyorlar; dövülüyorlar, sövülüyorlar, dayak yiyorlar…

Bir kısmı da soluğu yurt dışında alıyor. 5 bine yakın doktor yabancı ülkelere göç etmek zorunda kaldı.

Öğretmenlerin de onlardan bir farkı yok. Yıllardan beri atanma bekliyorlar. Onların yerine okulları mollalarla doldurdular. İş bulamayanlar ATM’lerde tezgâhtarlık, inşaatlarda işçilik yapıyor şimdi.

Bizim zamanımızda, daha mezun olduğumuz ilk hafta, tüm öğretmenler, kura çekip, işlerine başlarlardı.

Ben Bartın Lisesine atanmıştım. Öğrencilerle sıcak bir diyalog kurmuştum.

Girdiğim ilk sınıf, 6/Edebiyattı. Onlarla tanışmak için biraz erken girmiştim sınıfa. 

Heyecanlıydım…

Daha çocuklar yerlerine oturmamışlardı. Kıyamet kopuyordu. Tam bir Hababam sınıfıydı…

Adını sonradan öğrendiğim bir çocuk vardı: Teoman. Döndü bana: “Sen de kimsin? Nereden geldin lan? Dedi. Ben de: “Uzaydan…” Dedim.

Bu tanışmanın(!!!) ardından kahkaha tufanı kopmuştu.

Ve hiç vakit kaybetmeden öğretmen masasına geçip oturdum. İşte o zaman herkesin yüzünde bir merak, bir şaşkınlık vardı. Sesler kesilmişti.

“Arkadaşlar, ben sizin yeni edebiyat öğretmeninizim, adım Ali Eralp…”

Tümü de pür dikkat kesilmiş, beni dinliyor, beni inceliyor; bana bakıyordu.

Sıralar ve öğretmen masası eskiydi. Ama öğrencilerin düşünceleri, kafaları yeniydi.   

Kimse, tarikatla, cemaatle uğraşmıyordu…

Daha sonra bir hak, hukuk arama davasında, öğretmenlerle öğrenciler birlik oldular ve sıcak bir dayanışma içine girdiler. Daha atandığım ilk ayda beni başka bir okula tayin etmişlerdi. Öğretmenler, öğrenciler geri dönmem için direndiler.

Bunun sonucunda yargı önüne çıktık… Okul müdürü de bizim suçsuz olduğumuz yönünde ifade vermişti… Tüm öğretmenler beraat etmişti.

Bu dayanışmayı gören hâkimin bıyık altından hafifçe gülüşünü hiç unutmam… Bir gün onu yolda gördüm. Neden gülümsediğini sordum. “Öğretmenler Çok heyecanlıydılar” dedi.

Şimdi böyle bir sevgi, dayanışma yaşayan var mı aramızda, kaldı mı?

Herkes birbirine düşman… Toplum bölük bölük, parça parça edilmiş...

Vergi üstüne vergi, zam üstüne zam yağıyor insanlarımızın başına. Ama şeyhlerin, şıhların, mollaların bir eli yağda bir eli balda… Üretmeden kazanıyorlar.

Oysa İnsanlarımız kuyruklarda ömür tüketiyorlar. Ucuz ürün bulabilmek için market market dolaşıyorlar. Evlerine ekmek götüremeyenler var… 

Siz hiç çocuğuna oradan buradan topladığı ekmek kırıntılarını yedirirken ağlayan bir baba gördünüz mü?

Emeklilere ölmeyecek kadar bir maaş bağladılar.

22 yıl geçmiş aradan, daha hala “Bize bir 5 yıl verin, sizi düzlüğe çıkaralım” diyorlar! İnsan biraz insaflı olmalı…

Ama milletin ayakta duracak hali kalmadı… 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.