Batur İLTER - ADD Kadıköy E. Bşk.
Köşe Yazarı
Batur İLTER - ADD Kadıköy E. Bşk.
 

Devlette Eğitim ve Örgütlenme Düzeyi

Bir devletin güçlü olması ve gücünü verimli kullanabilmesi için öznel durumunu  mümkün olduğunca objektif bir değerlendirmeye tabi tutarak konumuna uygun bir yapılanmaya gitmesi gerekir. Bu gerek toplumsal açıdan içeride gerekse dış dünya ile ilgili karşılaşılacak krizlerde  başarılı olması ya da ayakta kalabilmesi için kaçınılmaz bir kuraldır. O nedenle devlet kurumlarının, isabetli seçilmiş, gerekli eğitimi olan kadrolarla örgütlenmiş yapılara sahip olması temel bir zorunluluktur. Kuşkusuz burada en azından asgari standardı tutturmak muz cumhuriyeti olmamanın önemli bir göstergesidir.  Öte yandan ülkeyi yönetenlerin tercihleri de durumun belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. İktidarların eldeki kıt kaynakları,kim için,ne için, nasıl kullanacağı, devlet yapılanmasının oluşumunu da doğrudan etkilemektedir. Kadroların düzeyi, kaynakların aktarılma oranları,hangi kurumlara öncelik verileceği,söz konusu tercihlere göre belirlenmektedir.Sonuçta kritik bir virajda ne olup olmayacağı bu belirlemelerin isabetli olup olmadığı ile doğrudan bağlantılıdır.Dolayısıyla tercihler yanlışsa, maliyeti çok yüksek olabilecek çıkmaz sokaklara girilme olasılığı büyük olmaktadır. Kuşkusuz,böyle bir sınav iktidarların hangi halk katmanlarından yana olduğunu da açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Kendi tarihimize bakarsak, devlet yapılanmasının çürümesinin en önemli örneği Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme ve çökme dönemidir.1800lerde Tanzimat uygulamalarına karşın iktidarın eğitimle ilgili tercihleri  bunun somut göstergesidir. Gelişen batının her anlamda gerisinde kalan Osmanlı, Tanzimatla birlikte, daha çok  dünyadaki ortam nedeniyle  liberalizme meylederek de olsa bazı olumlu gelişmeler kaydetmiştir. Ancak yönetici elitin iktidarı kaybetme korkusu, ciddi bir toplumsal dönüşüm yerine, dış güçleri de tatmin edecek sınırlı bir dönüşüme izin vermiştir. Dolayısıyla eğitimde temel yaklaşım ana hatlarıyla,1838-1839larda Tanzimatın önde gelen devlet adamlarından Sadık Rıfat Paşanın bir risalesinde (makalesinde) belirttiği gibi, Osmanlı tebaası arasında genel eğitimin yaygınlaştırılmasını  savunurken, eğitimin en fazla okur yazarlıkla sınırlı tutulması gerektiğini de ifade etmiştir. Ayrıca, bunun ötesinde verilecek bir eğitimin,kişilerin kafasını karıştırıp asice eğilimlere neden olacağını vurgulamıştır.               1.Yönetici elitin bu yaklaşımı nedeniyle 1800lerin sonuna kadar ilkokul düzeyinde değişiklikler yapmakta büyük zorluklar yaşanmış ve ilk eğitim her zamanki gibi ulema ve ruhban sınıfının dokunulmaz alanına bırakılmıştır.Ancak mahalle mekteplerini bitirenlerin doğru dürüst okuma yazma bilmediği netleşip, Rüştiye'lere (orta okul) kabul sınavlarında, rakam bilmedikleri ve hareke denen harf işaretleri olmadan hiç bir metni okuyamadıkları ortaya çıkınca 1868 de Maarif Nazırı,Padişaha detaylı bir rapor yazarak,durumun düzeltilmesinin gerekliliğini belirtmek zorunda kalmıştır.              2.Açılan askeri okullar,tıp okulları,yurt dışında okuyup gelenler,Mektebi sultani (G.S lisesi) gibi okullarda Islahat sonrası yetiştirilebilen bürokratlarla, düşe kalka 1.inci dünya savaşına kadar gelinmiştir. Bu keskin virajda, cehaletle iktidarı elde tutma yönteminin,nelere mal olduğu,koskoca imparatorluğu ne hale düşürdüğü bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.              Mustafa Kemal Atatürk dönemi ise büyük farklar yaratan ve yaratmayı planlayan ciddi bir devrimin damgasını taşımaktadır.Şunu öncelikle vurgulamam gerekir ki genel olarak bakıldığında Devrimin ruhunda bir batılılaşma taklitçiliği değil,insani temelde bir çağdaşlaşma hedefi yatmaktadır.Aslında Atatürk'ü anlayanlar,anlamayanlar tartışmasının temeli de buradadır.Zaten kurtuluş ve Kuruluş döneminde ki durum da bunun benzeridir.İnönü'nün 'Hiç birimiz onu anlamıyorduk,ama ben ona inanıyordum.' sözleri bunun somut bir göstergesidir.             3. Söz konusu durum hem bugünkü siyasetin sefaletini açıklamakta hem de asıl nedenini göstermektedir. Kurucu bakış açısının belli bir süre sonra sulandırılması, daha sonraları yok sayılmaya ya da silinmeye çalışılması, devlet örgütlenmesindeki zafiyete ve devlet yapılanmasında liyakatın büyük ölçüde ortadan kaldırılmasına neden olmuştur. Salgın sırasında da bazı şeyler ister istemez ortaya çıkmış,siyasi iktidarın yönetme becerisi bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Kuşkusuz burada hıfzıssıhhanın kapatılmasının, halk sağlığı örgütlenmesine gereken önemin verilmemesinin, askeri tıbbı geliştirmek yerine ortadan kaldırılmasının salgına müdahale anlamında yarattığı eksiklik ,aslında son nokta olan hasta hanelerdeki  yığılmaya neden olmuştur. Oysa salgın denen olguyla mücadele önce sahada yani Çin'de olduğu gibi sokakta olur.             İkinci önemli gösterge ise TVde konuşan bilim adamlarını görünce, mantar gibi biten okullardan  çıkan tıpçılarla, oturmuş üniversitelerden çıkanlar arasındaki düzey farkıdır.Oysa salgında taraf tutulmaz, yalnızca onu durdurmak ve sonlandırmak  bilim insanlarının tek ve temel görevidir. Gelişmiş olduğu iddia edilen ülkelerin durumunu da görünce,insan öncelikli olmayan yönetimlerin ve onların  tercihlerinin devletleri ve dünyayı ne hale getirdiği açık bir biçimde ortadadır. Eğer koronadan sonra her şey eskisi gibi olmayacak diyorsak,teknoloji imparatorluğunun gelecek senaryosuna karşı,İnsan öncelikli bir odak ve onun senaryosunu oluşturmak gerekir. 1/Tanzimat Halil İnalcık,Mehmet Seyitdanlıoğlu sayfa 692 T.İş Bankası yayınları 2/a.g.e. sayfa 699 3/38 Kuşağı Cahit Kayra sayfa 23 T.İş Bankası yayınları    NOT: Son depremi de aynı çerçevede değerlendirebilirsiniz.             
Ekleme Tarihi: 28 Şubat 2023 - Salı

Devlette Eğitim ve Örgütlenme Düzeyi

Bir devletin güçlü olması ve gücünü verimli kullanabilmesi için öznel durumunu  mümkün olduğunca objektif bir değerlendirmeye tabi tutarak konumuna uygun bir yapılanmaya gitmesi gerekir. Bu gerek toplumsal açıdan içeride gerekse dış dünya ile ilgili karşılaşılacak krizlerde  başarılı olması ya da ayakta kalabilmesi için kaçınılmaz bir kuraldır. O nedenle devlet kurumlarının, isabetli seçilmiş, gerekli eğitimi olan kadrolarla örgütlenmiş yapılara sahip olması temel bir zorunluluktur. Kuşkusuz burada en azından asgari standardı tutturmak muz cumhuriyeti olmamanın önemli bir göstergesidir.

 Öte yandan ülkeyi yönetenlerin tercihleri de durumun belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. İktidarların eldeki kıt kaynakları,kim için,ne için, nasıl kullanacağı, devlet yapılanmasının oluşumunu da doğrudan etkilemektedir. Kadroların düzeyi, kaynakların aktarılma oranları,hangi kurumlara öncelik verileceği,söz konusu tercihlere göre belirlenmektedir.Sonuçta kritik bir virajda ne olup olmayacağı bu belirlemelerin isabetli olup olmadığı ile doğrudan bağlantılıdır.Dolayısıyla tercihler yanlışsa, maliyeti çok yüksek olabilecek çıkmaz sokaklara girilme olasılığı büyük olmaktadır. Kuşkusuz,böyle bir sınav iktidarların hangi halk katmanlarından yana olduğunu da açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Kendi tarihimize bakarsak, devlet yapılanmasının çürümesinin en önemli örneği Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme ve çökme dönemidir.1800lerde Tanzimat uygulamalarına karşın iktidarın eğitimle ilgili tercihleri  bunun somut göstergesidir. Gelişen batının her anlamda gerisinde kalan Osmanlı, Tanzimatla birlikte, daha çok  dünyadaki ortam nedeniyle  liberalizme meylederek de olsa bazı olumlu gelişmeler kaydetmiştir. Ancak yönetici elitin iktidarı kaybetme korkusu, ciddi bir toplumsal dönüşüm yerine, dış güçleri de tatmin edecek sınırlı bir dönüşüme izin vermiştir. Dolayısıyla eğitimde temel yaklaşım ana hatlarıyla,1838-1839larda Tanzimatın önde gelen devlet adamlarından Sadık Rıfat Paşanın bir risalesinde (makalesinde) belirttiği gibi, Osmanlı tebaası arasında genel eğitimin yaygınlaştırılmasını  savunurken, eğitimin en fazla okur yazarlıkla sınırlı tutulması gerektiğini de ifade etmiştir. Ayrıca, bunun ötesinde verilecek bir eğitimin,kişilerin kafasını karıştırıp asice eğilimlere neden olacağını vurgulamıştır.

              1.Yönetici elitin bu yaklaşımı nedeniyle 1800lerin sonuna kadar ilkokul düzeyinde değişiklikler yapmakta büyük zorluklar yaşanmış ve ilk eğitim her zamanki gibi ulema ve ruhban sınıfının dokunulmaz alanına bırakılmıştır.Ancak mahalle mekteplerini bitirenlerin doğru dürüst okuma yazma bilmediği netleşip, Rüştiye'lere (orta okul) kabul sınavlarında, rakam bilmedikleri ve hareke denen harf işaretleri olmadan hiç bir metni okuyamadıkları ortaya çıkınca 1868 de Maarif Nazırı,Padişaha detaylı bir rapor yazarak,durumun düzeltilmesinin gerekliliğini belirtmek zorunda kalmıştır.

             2.Açılan askeri okullar,tıp okulları,yurt dışında okuyup gelenler,Mektebi sultani (G.S lisesi) gibi okullarda Islahat sonrası yetiştirilebilen bürokratlarla, düşe kalka 1.inci dünya savaşına kadar gelinmiştir. Bu keskin virajda, cehaletle iktidarı elde tutma yönteminin,nelere mal olduğu,koskoca imparatorluğu ne hale düşürdüğü bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.

             Mustafa Kemal Atatürk dönemi ise büyük farklar yaratan ve yaratmayı planlayan ciddi bir devrimin damgasını taşımaktadır.Şunu öncelikle vurgulamam gerekir ki genel olarak bakıldığında Devrimin ruhunda bir batılılaşma taklitçiliği değil,insani temelde bir çağdaşlaşma hedefi yatmaktadır.Aslında Atatürk'ü anlayanlar,anlamayanlar tartışmasının temeli de buradadır.Zaten kurtuluş ve Kuruluş döneminde ki durum da bunun benzeridir.İnönü'nün 'Hiç birimiz onu anlamıyorduk,ama ben ona inanıyordum.' sözleri bunun somut bir göstergesidir.

            3. Söz konusu durum hem bugünkü siyasetin sefaletini açıklamakta hem de asıl nedenini göstermektedir. Kurucu bakış açısının belli bir süre sonra sulandırılması, daha sonraları yok sayılmaya ya da silinmeye çalışılması, devlet örgütlenmesindeki zafiyete ve devlet yapılanmasında liyakatın büyük ölçüde ortadan kaldırılmasına neden olmuştur. Salgın sırasında da bazı şeyler ister istemez ortaya çıkmış,siyasi iktidarın yönetme becerisi bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Kuşkusuz burada hıfzıssıhhanın kapatılmasının, halk sağlığı örgütlenmesine gereken önemin verilmemesinin, askeri tıbbı geliştirmek yerine ortadan kaldırılmasının salgına müdahale anlamında yarattığı eksiklik ,aslında son nokta olan hasta hanelerdeki  yığılmaya neden olmuştur. Oysa salgın denen olguyla mücadele önce sahada yani Çin'de olduğu gibi sokakta olur.

            İkinci önemli gösterge ise TVde konuşan bilim adamlarını görünce, mantar gibi biten okullardan  çıkan tıpçılarla, oturmuş üniversitelerden çıkanlar arasındaki düzey farkıdır.Oysa salgında taraf tutulmaz, yalnızca onu durdurmak ve sonlandırmak  bilim insanlarının tek ve temel görevidir. Gelişmiş olduğu iddia edilen ülkelerin durumunu da görünce,insan öncelikli olmayan yönetimlerin ve onların  tercihlerinin devletleri ve dünyayı ne hale getirdiği açık bir biçimde ortadadır. Eğer koronadan sonra her şey eskisi gibi olmayacak diyorsak,teknoloji imparatorluğunun gelecek senaryosuna karşı,İnsan öncelikli bir odak ve onun senaryosunu oluşturmak gerekir.


1/Tanzimat Halil İnalcık,Mehmet Seyitdanlıoğlu sayfa 692 T.İş Bankası yayınları
2/a.g.e. sayfa 699
3/38 Kuşağı Cahit Kayra sayfa 23 T.İş Bankası yayınları

 

 NOT: Son depremi de aynı çerçevede değerlendirebilirsiniz.

 

        

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.