43 yıl Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştıktan sonra yaş haddinden emekli oldum. O gün bugündür yılın 8 -9 ayını Londra’da geçiriyor, yaz aylarında da Türkiye’ye gidiyorum.
Gerek Türkiye’deki eş dost olsun, gerek burayı ziyarete gelen arkadaşlar olsun neden Londra’da yaşadığımı soruyorlar.
Verilecek o kadar karşılık var ki….
Ben işi biraz da dalgaya vurup Türkçede mevcut olup da, artık unutulan ve kullanılmayan bazı kelimelerin burada sık sık söylenmesini işitmekten, kullanıldığını görmekten memnun olduğumu gerekçe gösteriyorum.
Şaşırıyorlar. Onların hangi kelimeler olduğunu soruyorlar.
“Örneğin” diyorum “ istifa kelimesi. Bir yetkili kendi görev alanına giren bir konuda, şahsi sorumluluğu olsun olmasın bir hata ortaya çıktığında istifa eder. Bir parti başkanı bir seçim kaybettiğinde muhtemelen, iki seçim kaybettiğinde mutlaka istifa eder.”
Devam ediyorum. Burada insanlar “özür dilerim”, “afedersiniz”, “teşekkür ederim”, “günaydın-tünaydın”, “nasılsınız “ gibi kelimeleri sık sık kullanır.
Sabahları yürüyüşe çıktığımda kapıcı, bakkal, yoldan geçen tanımadığım kişiler bile gülümseyerek “günaydın” der.
Hatırlıyorum. 1950’lerin ortalarındaydı. Mahallerin afacanları toplanır, Yugoslavya göçmenlerinden Bayram Amcanın açtığı bakkal dükkanına sık sık giderdik. Bayram Amca alıştığımız “bakkal amcalara” benzemezdi. Bir kere işe hep sakal traşı olmuş halde gelirdi. Sonra üstünde, doktorların giydiği cinsten, önden düğmeli, açık mavi bir önlük giyerdi. Şaşırırdık. Ama bizi en çok şaşırtan husus Bayram Amcanın, sattığı şeyin parasını alırken o kendine mahsus telaffuzuyla “teşkür edirim” demesiydi. “Teşekkür ederim”…Vay canına. Adam, bırakın büyükleri, bizim gibi bacaksızlara bile “teşkür edir”.
Biz afacanlar harçlıklarımızı birleştirir bakkala girer ve sadece bir “sakız” alırdık (jiklete o zamanlar “sakız” derdik). Sakız mutlaka üzerinde bir “arap-zenci kızının resminin yer aldığı Zambo sakızı olurdu.
Bayram Amca sakızı verir, parayı alırken “Teşkür edirim” derdi. Bizim duymak istediğimiz de buydu zaten. Beş on dakika sonra yine bakkala gider bir Zambo sakızı daha isterdik, “teşkür edirim”i bir kez daha duymak için . Sonra bir daha, bir daha, taa paralarımız bitene kadar. Ne kadar açmışız bu en basit nezaket ifadesini işitmeye.
“Afedersiniz” kelimesi ise bir etnik gruptan bahsederken kullanılması dışında hiç işitilmez oldu.
“Ayy,paardoon” diye yeni yetme kızların ağızlarını eze büze bie şey sormak dışında kullanmadıkları bu sözcük de sizlere ömür.
Bir yurtdışı görev dönüşümde yeni taşındığımız evin karşısındaki bakkala gidip gazete almıştım. En son ne zaman yıkandığı meçhul, en az bir haftadır sakal traşı olmamış, sarkık göbekli bakkalın tombul parmaklarına gazete ücretini bırakırken “teşekkür ederim” dedim, aslında onun bana teşekkür etmesi gerekirken. Adam “haa” diye boğuk bir ses çıkardı, ağzı açık biçimde bana bakarken “bi yanlışlık mı oldu abi?” demez mi ?……
Bu köşemde sizlere Londra’yı anlatacağım. Amacım Londra güzellemesi yapmak falan değil, sadece gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatacağım. İyiye iyi, kötüye kötü; eğriye eğri, doğruya doğru diyerek. Mümkün olduğunca “ bakın burada böyle, Türkiye’de şöyle “ mukayesesine girmekten kaçınacağım. O karşılaştırmayı artık sizler yaparsınız.
Haa, bu arada zülfüyare dokunursak, kimse bize kızmasın, önce dönüp aynaya baksın.
Doğru söyledik diye dokuz köyden kovulacaksak, bize göre hava hoş, köylerde kalanlar düşünsün.
Ne dersiniz, artık “başlayalım mı, başlayalam mı; Arabın evini taşlayalım mıı?”