Temsil Kurulu (Heyeti Temsiliye) görevini üstlenmiş olan Mustafa Kemal Paşa ile yanındaki Kuvayi Milliye öncüleri, ulusal kurtuluşu gerçekleştirecek olağanüstü çalışmaları yürütmek üzer,104 yıl önce 27 Aralık’ta; Ankara’ya gelmişlerdi.
Kemal Atatürk’ün; “...Hatıralarımızı sürekli olarak koruyalım. Çünkü bu bizim için gelecekteki çalışmamızın azim ve güç kaynağı” olacaktır talimatların uyarak, kurtuluşumuzun ne denli güçlükler içinde kazanıldığına özet de olsa değinmeyi, yaralı görmekteyiz.
***
Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkmasıyla başlatılan Ulusal Kurtuluş Sürecinde,
22 Haziran 1919’da “«Milletin Bağımsızlığını, Milletin Azim Ve Kararı Kurtaracaktır.» Amasya Bildirgesi doğrultusunda;
23 Temmuz 1919’da başlayan Erzurum Kongresi’nde; “Kuvayı Milliye’yi amil, iradeyi milliye’yi hâkim kılmak”, «Ulusal güçlerin etken, ulusal iradenin egemen kılınması», kararı alınarak, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni temsil edecek Heyeti Temsiliye” kurulu yetkilendirilmişti.
Sivas’a gelmek için gerekli olan yol parası Mustafa Kemal Paşa’nın bilmemesi koşuluyla, emekli Binbaşı Süleyman Bey tarafından verilen 900 lira ile karşılanmış,
Yasa kaçağı ve eşkıya kontrolünde olan yollar için önlemler alınarak,
Fransızlar ile İstanbul Hükümeti yetkililerinin, Mustafa Kemal Paşa ile yanındakilerin Sivas’a sokulmaması için Vali Reşit Beye baskı yapmalarına karşın, Sivas’a gelinmiş; “milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildiği” Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da başlamış, Temsil Kurulu’nun (Heyeti Temsiliye’nin) görev alanı ve görevli sayısı genişletilmiş,
Araba tekerleri borç alınarak yumurta ekmek ağırlıklı kumanyla, Ankara’ya varmak için yola çıkan Kuvayı Millîye öncüleri; Alevi-Bektaşi iknacının merkezî olan Hacıbektaş’a uğramışlar, şiddetli yağmur yağmasına karşın, coşkulu bir halk topluluğu tarafından karşılanmışlar, Çelebi Cemalettin Efendi’nin misafiri olmuşlar, Bektaşi tarikatı ileri gelenleriyle Alevilerin, Kuvayi Milliye’ye girdiklerini açıklamışlardı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Hacıbektaş Dergâhında bulunduğu gece, onuruna düzenlenen sohbet toplantısında;
Şu anlamlı dizeler okunmuştu:
“Ben bir suna gördüm gözü sürmeli
Sordum senin aslın nerelidir dilber,
Görür görmez mail oldum huyuna
Sen beni düşürdün aşkın yayına.”
27 Aralık 1919 günü Temsil Kurulu Ankara’ya geldiğinde, Ankara kısmen işgal edilmişti. Ankara’da iki bölük İskoçyalı bulunuyordu.
Oğuz töresi gereğince; «Kızılcagünde» yani olağanüstü günlerde «Seymen Alayı» düzenlenir, bayramlarda, düğünlerde olduğu gibi yerli giysiler giyilir, «Sin sin ateşi» (ÇAĞRI) yakılır, Seymen Sancağı dikilir, avul-Zurna çalınarak kurtarıcı “Başbuğ” karşılanırdı.
Bu geleneğe uygun olarak kurtarıcılar, Dikmen sırtlarında oğuz töresine uygun karşılanmışlardı.
TBMM binası olarak kullanılacak olan İttihat ve Terakki Partisinin kulüp binasını, Fransızlar, karargâh olarak kullanmakta idiler.
Kurtarıcıları coşkun bir gösterile karşılayan halk, ulusal duygularını göstermek için, yol değiştirerek İngilizler tarafından yeni işgal olunan istasyon yoluna yönelmişlerdi.
***
Ankara’nın karargâh olarak seçilmesi tesadüf değildi.
Şu 24 Oğuz boyu, Ankara yöresine yerleşmişti:
1- Kayı 2- Bayat, 3- Alkaravlı, 4- Karaivli, 5- Yazır, 6- Döger, 7- Dodurga, 8-Yaparl, 9- Avşar, 10- Kızık, 11- Beg-Dili, 12- Karkın, 13- Bayındır, 14- Beçene,
15- Çavuldur, 16- Çebni, 17- Salur, 18- Eymür, 19- Ala-Yuntlı, 20- Üregir, 21-Yiğdir, 22- Bügdüz, 23- Yıva, 24- Kınık.
Kuvayı Milliye günlerinin Ankara’sı en özlü olarak şöyle tanımlanıştır:
Üç beş barakadan bir pazar… kebapçı dükkânlarından fışkıran yanık keçi eti dumanları ısırganlı tarlalar… insansız yollar… iki kahve dört han …
Ankara, Kuvayı Milliyeci Ali Fuat Paşa’nın kontrolü altında ise de İstanbul Hükûmetinin temsilcisi Muhittin Paşa, engel olmaya başlamıştı. Muhittin Paşa’ya görevden alındığı duyurulduğunda O, Ali Fuat Paşa’ya “«Sonsuz imkânları olan bu devletlere kafa tutmaya, onlara söz geçirmeye imkân var mı?» diye itiraz etmiş, Ali Fuat Paşa’nın yanıtı; “Güç; aynı amaç doğrultusunda birleşen millettedir» olmuştu.
Ne var ki, millet “ümmet” olarak yetiştirilmiş millet olduğunun farkında olmadığı için, ayaklanmalara destek vermiş tehlike Ankara’ya dek gelmiş, Kuvayi Milliye’nin karargâhına (Keçiören Şimdiki Meteoroloji Genel Müdüroğlu Binası) erişmiş, karargâhın telgraf telleri kesilmişti.
Üstelik karargâhta kurtarıcılar, yiyecek tehlikesiyle karış karşıya kalmışlardı.
Bu durumu Mazhar Müfit (Kansu) günümüze şu satırlarla taşımıştır:
"... Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. … Bankalardan ve kuruluşlardan ödünç bile olsa para almayı Paşa'ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey'e müracaatla sattırılmasını rica ettim.
Nafiz Bey, 'Kânunsani (ocak ayı) içindeyiz, ne giyeceksin?‘ diye satmamakta ısrar ettiyse de bu ısrar, ne olursa olsun, kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı...”
İlk Diyanet İşleri Başkanı olan o dönemde Ankara Müdafaai Hukuk Başkanı Rıfat Hoca’nın(Börekçi) halktan topladığı para ile açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekillerinin durumunu yine bir milletvekili (Besim Atalay) şöyle anlatmıştır:
“Milletvekilli aylığı resmen 100 liraydı. Bunun 20 lirası orduya sigara parası diye kesilir, geriye 80 lira kalırdı. Kalan 80 liranın 25 lirasını ev kirası diye verirdim. Ev, Meclise çok uzak olan Ayrancı’daydı. Meclise gelmek için bir saat yol yürürdüm. Ay sonuna kadar 55 lira ile geçinmeye çalışırdım. Bütün arkadaşlar benim gibiydi. Bir yıl böyle geçti. Her gün, zaten basit olan sofradan karnımız doymadan kalkardık.”
Her türlü olumsuz koşullar, Mustafa Kemal Paşa’yı yıldırmamıştı.
Türk ulusunun tutsaklığını onayan Sevr’in haberi Ankara’da karargâha geldiğinde, Mustafa Kemal Paşa’nın durum ve davranışları günümüze şöyle aktarılmıştır:
Boz kaputuna sarılmış, gri astragan kalpağıyla başı önüne eğilmiş, hatları gergin, yüzü kül rengi, boş bakışlarla öylece koltukta oturuyordu...
Ankara’nın Bozkurt’u, öfke ve acıyla adeta inliyordu. Bir an sonra doğruldu ve silkinerek ayağa kalktı.
Odadakiler, söz ve davranışlarından şaşırmış, allak bullak olmuş bir halde onu dinliyorlardı. Elinde ne ordu, ne de iktidar gücü vardı. Böyle eli boş anında bile, zaferi kazanacağından emin bir eda ile konuşuyordu.
**
İşgalci düşmanı ve onların destekçileri olan çıkarcıları yenerek, tam bağımsızlı sağlayabilmek bilmek, yurttaş olma bilincini ve sorumluğunu pekiştirerek ülkenin geleceğini güvenceye alabilmek için; üstlenilen görevin sorumluğunun farkına olarak, zafere inanmak gerekir.
Mustafa Kemal Paşa’ya göre;
*“Tam Bağımsızlık, bizim üzerimize aldığımız görevin temel ruhudur. Bu görev, bütün millete ve tarihe karşı üstlenilmiştir. (1921)”
*“Egemenlik mutlaka milletin elinde olmalıdır! Egemenliğine sahip olmayan bir insan veya bir toplum, hiçbir vakit iradesini kullanamaz.(1923).
*“Eğitimdir k, bir milleti hür, bağımsız şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır ya da (tarikat ve cemaatlere bağlı okullardaki eğitim gibi HM) bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder. (1925).
Kölelik ve yoksulluk durumuna düşmemek için Mustafa Kemal Paşa; “Bütün tarikat, cemaatler ve her türlü sözde dinci kurum ve kuruluş gerçek dine karşı cihat ilan eden nifak merkezleri” oldukları uyarısında bulunduğunu da hatırlanmalıdır.
Ayrıca; yürürlüktesin Anayasamızın 42 maddesinin “…Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve devrimleri (inkılâpları) doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre” yapılacağı,
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Yasasının 2. Midesinin, “Türk Milli Eğitiminin genel amacı” olarak; “Atatürk devrim (inkılap) ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren” hükmünü içerdiğini de