Hüsnü MERDANOĞLU-Araştırmacı Yazar
Köşe Yazarı
Hüsnü MERDANOĞLU-Araştırmacı Yazar
 

CUMHURİYETE KANAT GERENLERİN MADEN KONUSUNDAKİ DUYARLILIĞI

13 Şubat 2024'te Erzincan'ın İliç ilçesinde köy sınırları içinde olan Anagold maden işletmesinin kimyasal atığı olan siyanürlü toprak kayasıyla bir felaket olmuş, 9 kişi toprak altında kalmıştır. Bu işletmenin sakıncaları çevre bilimcileri ve konuya duyarlı olan yurttaşlar tarafından sürekli dile getirilmiş, işletmenin yapılmamasını için eylemlerde buluna yurttaşlara karşı; yörenin milletvekilliğini de yapmış olan eski Başbakanlardan Binali Yıldırım. “Burada bir bilgi kirliliği var. Bilgi kirliliğinin sebebi şu. Bir takım küçük menfaatlerine halel gelenler ne yazık ki olumsuz propagandaları körüklüyorlar. Madenin ciddi anlamda İliç’e desteği var” dediği, basılı ve görsel iletişim organlarına yansımıştır. Gerçek bilgi kirliğinin ne olduğunu, siyasi ve sorumsuz siyasi kararlarla;  Çevreyle ilgili dengenin bozularak, geleceğin bile bile yok edilmesi, ulusal değerlere, kaynaklara ne denli ihanet yapıldığını anlayabilmek için; başta Cumhuriyetimizin kurucu Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetimize kanat geren kurucu kadroların, her ulusal çıkarılanlarımıza önem verdikleri gibi, maden konusuna nasıl önem verdiklerini bilmek gerekir. ** Maden insan yaşamında o denli önemli bir maddedir ki, “Taş Çağı”nın sonlarına doğru maden (özellikle bakır) keşfedilmiş, Böylece;  “Maden Çağı” olarak bilinen bir çağ başlamıştır. Madenciliğin, Anadolu’dan başlayıp diğer bölgelere yayıldığı da bilinmektedir.  Bilinen bir başka tarihi gerçek de Osmanlı İmparatorluğunun maden kaynaklarınızdan gereği gibi yararlanmayı beceremediğidir. 1 Mart 1839’da yürürlüğe giren Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi ile İngilizler kendi dış politikaları doğrultusunda, Osmanlı sanayisini yıkma ve Osmanlı Devletine ucuz ham madde sağlama olanağı elde etmeye başlamasıyla birlikte; maden yatakları üzerinde kurulu olan Osmanlı Devleti madenlerinden yaralanamadığından, ilk dış borcunu 1854 yılında almıştı. 1867 yılında yürürlüğe giren “Tebaa-i Ecnebiyyenin Emlak-i İstimlakine Dair Nizamname” ile yabancılar, Hicaz vilayeti dışında her yerde taşınmaz mal edinme hakkı kazanmıştı. Yine bu yıl yürürlüğe giren yabancıların mülk edinmelerine dair kanun ve yürürlüğe giren maâdin nizamnamelerinin sağladığı haklar sonucunda, yabancı ve azınlıklara çok sayıda maden ruhsatı ve ayrıcalığı verilmişti. Osmanlı Devleti maden üretiminde yabancı ve azınlıkların toplam payı, 1902 yılında yaklaşık %57 iken, 1911 yılında yaklaşık %80 olmuştur. ** Madenin önemini bilen, Mustafa Kemal Paşa henüz ulusal kurtuluşun gerçekleşmediği bir aşamada, 1 Mart 1921 günü TBMM’nin Yasama Yılı Açılış Konuşmasında şu gerçekleri dile getirmiştir; “...Ateşkesten sonra, yabancılar gelir kaynaklarımıza tümüyle el koymak için girişimlerde bulundular, İstanbul’daki egemen durumlarından yararlanarak, maden aramak için gerekli izin belgelerinin verilmesini yasakladılar. Biz memleketin bütün servet kaynaklarına sahip olarak dışsatım ve dışalım arasında denge sağlama araçlarının hazırlanmasına giriştik …” ** Lozan’da Antlaşması için 11 Kasım 1922 günü başlayan görüşmeler, özellikle Türk tarafının yabancılara tanınan ayrıcalıkları (kapitülasyonları) ret edilmesine karşı emperyalist devletlerin direnmesi nedeniyle, 4 Şubat 1923 günü ara verilmişti. Gerek Türk Devletinin ekonomik siyasetini belirlemek, gerek ise Lozan’da temsil edilen devletlere kim yollamalarda bulunmak üzere; 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de; 1135 katılımcının katılımıyla ilk Türk İktisat Kongresi (İzmir İktisat Kongresi) toplanmıştır.  Her alanda temsilcilerden oluşan komisyonların çalışmalar yürüttüğü, önerilerin tartışıldığı, kararların alındığı bu Kongrede madenlerimiz özenle gündeme getirilmiştir. Ekonomik İlkeleri Ant’ı (Misak-ı iktisadi Esasları) olarak belirlenenler arasında; *Türkiye halkın ulusal egemenliğini, kanı ve canı pahamsa elde ettiği hiçbir şeyin feda edilemeyeceği, *Türkiye halkı, servet itibariyle bir altın hazinesi üzerinde oturduğun bilincinde olunduğu, *Madenlerin, kendi ulusal amaçları için üretilmesi gertiği, Esaslar kabul edilmiştir.  Kemal Atatürk, Kongrede yaptığı konuşmada; *Memleketimizde çok sermayeye ihtiyacımız olduğuna, *Yasalarımıza uymak koşuluyla yabancı sermayeye izin verileceğine, *Ancak, Tanzimat döneminde sonra, yabancı sermayesi memlekette ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğu konumda olmayacağına, *Artık her medeni devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye dahi buna izin vermeyeceğine, *Burasınınım esir ülkesi olmayacağına, Değinmiştir. ** İzmir iktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda; Türk sanayici ve madencilerine kredi vermek amacıyla,19 Nisan 1925’te, 633 sayılı yasa ile Türkiye Sanayii ve Maadin Bankası kurulmuştur.   Kemal Atatürk; 1 Kasım 1925’te TBMM’de yaptığı açılış konuşmasında; “Ekonomik durum söz konusu olduğunda, bugünkü uygarlığın güçlü temeli olan maden sanayine özellikle önem vermenizi ve yönelmenizi isterim. Sanayi fabrikalarına, maden endüstrisine yönelik genel ilgi ve atılımları desteklemek için çözüm yolu ve önlemler bulmak, çok gerekli ve yaşamsal gereksinmelerimiz arasındadır” demiştir.  Kurtuluş Savaşı koşullarında ve Cumhuriyet yönetimimizin ilk yıllarında; bankacılık sektöründen sonra önem verilen ikinci sektör, madencilik olmuştur. 1930 yılına dek kurulan 201 Türk anonim şirketinin %9.95’ine karşılık, 20 madencilik sektöründe üretim alına girmiştir. 1927 yılında yapılan Sanayi Sayımı; toplam sanayi dalları içerisinde %0.85 pay ile maden çıkarma alanında 556 ve %22.61 pay ile maden sanayi, maden işleme ve makine onarım ve imalatı alanında 14.752 işletme olduğunu göstermiştir. ** Madencilik sektörünün kalkınmada önemi karşısında mevcut özel girişimcilerin yeterince yatırım yapacak güçleri olmayışı ve 1929 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde ortaya çıkan ekonomik çöküntünün de etkisiyle, bu alana yabancıları sokmaktan da kaçınıldığı için, ulusal çıkarlarımız gereğince; devletin bu sektörle yakından ilgilenmesi gerekmiştir.  Kemal Atatürk, Cumhurbaşkanı sıfatıyla 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM V. Dönem 3. Yasama Yılı Açılış Konuşmasında: “Türkiye’de devlet madenciliği, millî kalkınma çalışmaları ile yakından ilgili önemli konulardan biri” olduğunu gündeme taşımıştır.  ** 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 28. maddesi ile kapitülasyonlar kaldırılırken, bu antlaşmaya ekli “İkamet ve Selahiyeti Hakkındaki Mukavelename”nin 3’üncü maddesiyle de yabancıların Türkiye’de mal edinme haklarına ilişkin olarak ahdi mütekabiliyet (karşılıklı hak) esası getirilmiştir. Bu hüküm karşısında Cumhuriyet Hürmeti (Kemalist yönetim) derhal önlem alarak, antlaşmadan 7 ay sonra,18 Mart 1924 tarihinde 442 sayılı Köy Kanununun  87’nci maddesindeki;  “Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunmayan (yurttaşı olmayan) gerek şahıslar ve gerek şahıs hükmünde olan cemiyet ve şirketlerin (eşhası hususiye ve hükmiye) köylerde arazi ve emlak almaları memnudur (yasaktır)” hükmü doğrusunda; yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde gayrimenkul edinmeleri yasaklanmıştır. (Bu madde; 03.07.2003 tarihli ve 4916 sayılı yasanın 38  maddesiyle yürüklükten kaldırılmıştır.) 12 Nisan 1925 tarihli 608 sayılı kanun yürürlüğe konularak; Osmanlı döneminde yürürlüğe konulan 1906 tarihli Maâdin Nizamnamesi’nde değişiklik yapılmış; “Devlet’e ait bilinen madenlerin hükûmetçe ya doğrudan doğruya ya da Türk şirketleri ile birlikte idaresi veya kâra devletin katılması kaydıyla %51 sermayesi Türk vatandaşlarına ait şirketlere ihalesi” hükmü getirilmiştir.  Ayrıca; *Bu kanun ile maden işletmelerinde yabancı uyrukluların ancak Türklerden insan gücü bulunmadığı durumda çalışabilmesi hükmü getirilmiş, *Çalışacak her yabancı teknisyenin karşılığında Türk bir teknisyenin şirket tarafından yetiştirilmesi koşulu hükme bağlanmıştır. Aynı yasanın 3. Maddesi uyarınca;   *Bulunan bir madenin ihale edilebilmesi (işletilmesi) için; bulunan madenin; cins, miktar ve ekonomik içeriği ile teknik olarak işletilebilir olması; ülkenin ticari ve ekonomik çıkarlarına, işletmenin; çevresindeki diğer madenlere zarar vermeyeceğinin belirlenmesine bağlı olduğu, *Bakanlar Kurulu, ekonomik ve iktisadi koşulları ya da ulusal servetin korunması konumunu göz önünde tutarak; yukarıdaki koşulların yerine getirilmesi durumunda bile, madeni bulana ihale etmeyip, devlet sermayesi ile oluşmuş bir kuruma ya da şirkete ihale edebileceği, *Bu takdirde madeni bulana, bu kanunun 4’üncü maddesi gereği tazminat verileceği, Hüküm altına alınmıştır. Böylece; Osmanlı döneminde, madenler üzerindeki yabancılara tanınan ayrıcalıklara karşı, ulusalcı bir siyaset izlendiği yasa hükümlerine ve uygulamalar yansıtılmıştır. Bu doğrultuda ulusal içerikli yasalar ve düzenlemeler yapılmıştır. Maadin ve Sanayi Mektep-i Alisi kurularak nitelikli eleman yetiştirilmeye başlanılmış, 20 Mayıs 1933 tarihinde kabul edilen 2189 sayılı yasa ile “Altın ve Petrol Arama ve İşletme İdareleri Teşkiline Dair Kanun” uygulamaya konulmuştur. 3 Haziran 1933 tarihinde 2262 sayılı yasa ile sanayi kuruluşlarına kredi vermek, bankacılık işlemlerini yapmak ve sanayinin gelişmesine ilişkin tedbirler almak üzere Sümerbank kurulmuştur. Sümerbank, Etibank ve MTA’nın kurulmasıyla (14 Haziran 1935’de) madencilik sektörüne devletin hem yatırımcı hem de işletmeci olarak girme düşüncesi gerçekleşmiştir. 2818 sayılı Yasa ile maden işletenler ile madenlerde çalışan bütün teknisyen ve işçilerin Türk vatandaşı olma zorunluluğu getirilmiştir. Cumhuriyete kanat geren Kemalist kadro; yapılan satın alma ve devletleştirme faaliyetlerinin önemli bir özelliği, yabancı düşmanlığı zihniyetiyle hareket etmeyi ilke edinmiştir. Birçok fabrikanın temeli atılmış, gerçekçi planlamalarla (Birinci ve İkinci Sanayi Planlarıyla) zamanında üretime geçmeleri sağlanmıştır..  Sömikok fabrikası, Keçiborlu Kükürt İşletmesi, Kuvarshan Bakır İşletmesi, Şark Kromları TAŞ, Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi işletmeye açılmış, Borasit, çimento, çinko, krom, kükürt, linyit, demir, lületaşı, porselen fabrikası gibi işletmeler ve birçoğu üretime başarmıştır. Fransız sermayeli Ereğli Şirketi işletmeleri satın alınmış,  Amyant (asbest) arama ve işletme çalışmaları ilk olarak Cumhuriyet yönetiminde ele alınmıştır. 1937 yılına kadar bütün bakır ihtiyacını dış ülkelerden karşılayan Türkiye’de bakır üretimi 1937’de 653 ton ve 1938’de 2.488 ton olarak gerçekleşmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu ve takiben, Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan dönemde; Osmanlı Devleti’nden madencilik sektöründe devreden eksikliklerin giderilmesi, yabancı ve azınlıkların sektördeki egemenliğinin kırılması ve yeni bir anlayışın oluşturulmasına yönelik yeni düzenlemelerin yapılması gerekmiştir.  ** 1980 sonrasında devletçi yaklaşımın yadsınıp, liberal devletçi düzene geçilmesinden doğal olarak özelleştirme sürecinde madencilik sektörü de yıkıma uğramıştır. ** Günümüz itibariler madenler konusu dâhil hemen her alanda Osmanlı döneminde, yabancılara tanınan ayrıcalıkları anımsatan uygulamalar, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ulusalcı yaklaşımla yapılan yasal düzenlemelerin ve uygulamalardan uzaklaşıldıkça; ülkemizin içinde çıkılmaz darboğazlara itildiğini görülerek, yeniden Kemalist yaklaşıla ulusal değerlerimize sahip çıkılmışından başak kurtuluş yolunun olmadığı görülmeli, bu yönde siyaset geliştirilmelidir.  Gerçek şu dur ki; Kemalist devlet yönetimi anlayışından uzaklaşıldıkça, her alanda çok yönlü çöküntüye yaklaşılmaktadır.  
Ekleme Tarihi: 22 Şubat 2024 - Perşembe

CUMHURİYETE KANAT GERENLERİN MADEN KONUSUNDAKİ DUYARLILIĞI

13 Şubat 2024'te Erzincan'ın İliç ilçesinde köy sınırları içinde olan Anagold maden işletmesinin kimyasal atığı olan siyanürlü toprak kayasıyla bir felaket olmuş, 9 kişi toprak altında kalmıştır.

Bu işletmenin sakıncaları çevre bilimcileri ve konuya duyarlı olan yurttaşlar tarafından sürekli dile getirilmiş, işletmenin yapılmamasını için eylemlerde buluna yurttaşlara karşı; yörenin milletvekilliğini de yapmış olan eski Başbakanlardan Binali Yıldırım. “Burada bir bilgi kirliliği var. Bilgi kirliliğinin sebebi şu. Bir takım küçük menfaatlerine halel gelenler ne yazık ki olumsuz propagandaları körüklüyorlar. Madenin ciddi anlamda İliç’e desteği var” dediği, basılı ve görsel iletişim organlarına yansımıştır.

Gerçek bilgi kirliğinin ne olduğunu, siyasi ve sorumsuz siyasi kararlarla; 

Çevreyle ilgili dengenin bozularak, geleceğin bile bile yok edilmesi, ulusal değerlere, kaynaklara ne denli ihanet yapıldığını anlayabilmek için; başta Cumhuriyetimizin kurucu Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetimize kanat geren kurucu kadroların, her ulusal çıkarılanlarımıza önem verdikleri gibi, maden konusuna nasıl önem verdiklerini bilmek gerekir.

**

Maden insan yaşamında o denli önemli bir maddedir ki, “Taş Çağı”nın sonlarına doğru maden (özellikle bakır) keşfedilmiş, Böylece;  “Maden Çağı” olarak bilinen bir çağ başlamıştır. Madenciliğin, Anadolu’dan başlayıp diğer bölgelere yayıldığı da bilinmektedir. 

Bilinen bir başka tarihi gerçek de Osmanlı İmparatorluğunun maden kaynaklarınızdan gereği gibi yararlanmayı beceremediğidir.

1 Mart 1839’da yürürlüğe giren Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi ile İngilizler kendi dış politikaları doğrultusunda, Osmanlı sanayisini yıkma ve Osmanlı Devletine ucuz ham madde sağlama olanağı elde etmeye başlamasıyla birlikte; maden yatakları üzerinde kurulu olan Osmanlı Devleti madenlerinden yaralanamadığından, ilk dış borcunu 1854 yılında almıştı.

1867 yılında yürürlüğe giren “Tebaa-i Ecnebiyyenin Emlak-i İstimlakine Dair Nizamname” ile yabancılar, Hicaz vilayeti dışında her yerde taşınmaz mal edinme hakkı kazanmıştı.

Yine bu yıl yürürlüğe giren yabancıların mülk edinmelerine dair kanun ve yürürlüğe giren maâdin nizamnamelerinin sağladığı haklar sonucunda, yabancı ve azınlıklara çok sayıda maden ruhsatı ve ayrıcalığı verilmişti.

Osmanlı Devleti maden üretiminde yabancı ve azınlıkların toplam payı, 1902 yılında yaklaşık %57 iken, 1911 yılında yaklaşık %80 olmuştur.

**

Madenin önemini bilen, Mustafa Kemal Paşa henüz ulusal kurtuluşun gerçekleşmediği bir aşamada, 1 Mart 1921 günü TBMM’nin Yasama Yılı Açılış Konuşmasında şu gerçekleri dile getirmiştir;

“...Ateşkesten sonra, yabancılar gelir kaynaklarımıza tümüyle el koymak için girişimlerde bulundular, İstanbul’daki egemen durumlarından yararlanarak, maden aramak için gerekli izin belgelerinin verilmesini yasakladılar. Biz memleketin bütün servet kaynaklarına sahip olarak dışsatım ve dışalım arasında denge sağlama araçlarının hazırlanmasına giriştik …”

**

Lozan’da Antlaşması için 11 Kasım 1922 günü başlayan görüşmeler, özellikle Türk tarafının yabancılara tanınan ayrıcalıkları (kapitülasyonları) ret edilmesine karşı emperyalist devletlerin direnmesi nedeniyle, 4 Şubat 1923 günü ara verilmişti.

Gerek Türk Devletinin ekonomik siyasetini belirlemek, gerek ise Lozan’da temsil edilen devletlere kim yollamalarda bulunmak üzere; 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de; 1135 katılımcının katılımıyla ilk Türk İktisat Kongresi (İzmir İktisat Kongresi) toplanmıştır. 

Her alanda temsilcilerden oluşan komisyonların çalışmalar yürüttüğü, önerilerin tartışıldığı, kararların alındığı bu Kongrede madenlerimiz özenle gündeme getirilmiştir.

Ekonomik İlkeleri Ant’ı (Misak-ı iktisadi Esasları) olarak belirlenenler arasında;

*Türkiye halkın ulusal egemenliğini, kanı ve canı pahamsa elde ettiği hiçbir şeyin feda edilemeyeceği,

*Türkiye halkı, servet itibariyle bir altın hazinesi üzerinde oturduğun bilincinde olunduğu,

*Madenlerin, kendi ulusal amaçları için üretilmesi gertiği,

Esaslar kabul edilmiştir. 

Kemal Atatürk, Kongrede yaptığı konuşmada;

*Memleketimizde çok sermayeye ihtiyacımız olduğuna,

*Yasalarımıza uymak koşuluyla yabancı sermayeye izin verileceğine,

*Ancak, Tanzimat döneminde sonra, yabancı sermayesi memlekette ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğu konumda olmayacağına,

*Artık her medeni devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye dahi buna izin vermeyeceğine,

*Burasınınım esir ülkesi olmayacağına,

Değinmiştir.

**

İzmir iktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda; Türk sanayici ve madencilerine kredi vermek amacıyla,19 Nisan 1925’te, 633 sayılı yasa ile Türkiye Sanayii ve Maadin Bankası kurulmuştur.  

Kemal Atatürk; 1 Kasım 1925’te TBMM’de yaptığı açılış konuşmasında;

“Ekonomik durum söz konusu olduğunda, bugünkü uygarlığın güçlü temeli olan maden sanayine özellikle önem vermenizi ve yönelmenizi isterim. Sanayi fabrikalarına, maden endüstrisine yönelik genel ilgi ve atılımları desteklemek için çözüm yolu ve önlemler bulmak, çok gerekli ve yaşamsal gereksinmelerimiz arasındadır” demiştir. 

Kurtuluş Savaşı koşullarında ve Cumhuriyet yönetimimizin ilk yıllarında; bankacılık sektöründen sonra önem verilen ikinci sektör, madencilik olmuştur. 1930 yılına dek kurulan 201 Türk anonim şirketinin %9.95’ine karşılık, 20 madencilik sektöründe üretim alına girmiştir.

1927 yılında yapılan Sanayi Sayımı; toplam sanayi dalları içerisinde %0.85 pay ile maden çıkarma alanında 556 ve %22.61 pay ile maden sanayi, maden işleme ve makine onarım ve imalatı alanında 14.752 işletme olduğunu göstermiştir.

**

Madencilik sektörünün kalkınmada önemi karşısında mevcut özel girişimcilerin yeterince yatırım yapacak güçleri olmayışı ve 1929 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde ortaya çıkan ekonomik çöküntünün de etkisiyle, bu alana yabancıları sokmaktan da kaçınıldığı için, ulusal çıkarlarımız gereğince; devletin bu sektörle yakından ilgilenmesi gerekmiştir. 

Kemal Atatürk, Cumhurbaşkanı sıfatıyla 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM V. Dönem 3. Yasama Yılı Açılış Konuşmasında:

“Türkiye’de devlet madenciliği, millî kalkınma çalışmaları ile yakından ilgili önemli konulardan biri” olduğunu gündeme taşımıştır. 

**

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 28. maddesi ile kapitülasyonlar kaldırılırken, bu antlaşmaya ekli “İkamet ve Selahiyeti Hakkındaki Mukavelename”nin 3’üncü maddesiyle de yabancıların Türkiye’de mal edinme haklarına ilişkin olarak ahdi mütekabiliyet (karşılıklı hak) esası getirilmiştir.

Bu hüküm karşısında Cumhuriyet Hürmeti (Kemalist yönetim) derhal önlem alarak, antlaşmadan 7 ay sonra,18 Mart 1924 tarihinde 442 sayılı Köy Kanununun  87’nci maddesindeki; 

“Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunmayan (yurttaşı olmayan) gerek şahıslar ve gerek şahıs hükmünde olan cemiyet ve şirketlerin (eşhası hususiye ve hükmiye) köylerde arazi ve emlak almaları memnudur (yasaktır)” hükmü doğrusunda; yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde gayrimenkul edinmeleri yasaklanmıştır.

(Bu madde; 03.07.2003 tarihli ve 4916 sayılı yasanın 38  maddesiyle yürüklükten kaldırılmıştır.)

12 Nisan 1925 tarihli 608 sayılı kanun yürürlüğe konularak; Osmanlı döneminde yürürlüğe konulan 1906 tarihli Maâdin Nizamnamesi’nde değişiklik yapılmış; “Devlet’e ait bilinen madenlerin hükûmetçe ya doğrudan doğruya ya da Türk şirketleri ile birlikte idaresi veya kâra devletin katılması kaydıyla %51 sermayesi Türk vatandaşlarına ait şirketlere ihalesi” hükmü getirilmiştir. 

Ayrıca;

*Bu kanun ile maden işletmelerinde yabancı uyrukluların ancak Türklerden insan gücü bulunmadığı durumda çalışabilmesi hükmü getirilmiş,

*Çalışacak her yabancı teknisyenin karşılığında Türk bir teknisyenin şirket tarafından yetiştirilmesi koşulu hükme bağlanmıştır.

Aynı yasanın 3. Maddesi uyarınca;  

*Bulunan bir madenin ihale edilebilmesi (işletilmesi) için; bulunan madenin; cins, miktar ve ekonomik içeriği ile teknik olarak işletilebilir olması; ülkenin ticari ve ekonomik çıkarlarına, işletmenin; çevresindeki diğer madenlere zarar vermeyeceğinin belirlenmesine bağlı olduğu,

*Bakanlar Kurulu, ekonomik ve iktisadi koşulları ya da ulusal servetin korunması konumunu göz önünde tutarak; yukarıdaki koşulların yerine getirilmesi durumunda bile, madeni bulana ihale etmeyip, devlet sermayesi ile oluşmuş bir kuruma ya da şirkete ihale edebileceği,

*Bu takdirde madeni bulana, bu kanunun 4’üncü maddesi gereği tazminat verileceği,

Hüküm altına alınmıştır.

Böylece; Osmanlı döneminde, madenler üzerindeki yabancılara tanınan ayrıcalıklara karşı, ulusalcı bir siyaset izlendiği yasa hükümlerine ve uygulamalar yansıtılmıştır. Bu doğrultuda ulusal içerikli yasalar ve düzenlemeler yapılmıştır.

Maadin ve Sanayi Mektep-i Alisi kurularak nitelikli eleman yetiştirilmeye başlanılmış, 20 Mayıs 1933 tarihinde kabul edilen 2189 sayılı yasa ile “Altın ve Petrol Arama ve İşletme İdareleri Teşkiline Dair Kanun” uygulamaya konulmuştur.

3 Haziran 1933 tarihinde 2262 sayılı yasa ile sanayi kuruluşlarına kredi vermek, bankacılık işlemlerini yapmak ve sanayinin gelişmesine ilişkin tedbirler almak üzere Sümerbank kurulmuştur.

Sümerbank, Etibank ve MTA’nın kurulmasıyla (14 Haziran 1935’de) madencilik sektörüne devletin hem yatırımcı hem de işletmeci olarak girme düşüncesi gerçekleşmiştir.

2818 sayılı Yasa ile maden işletenler ile madenlerde çalışan bütün teknisyen ve işçilerin Türk vatandaşı olma zorunluluğu getirilmiştir.

Cumhuriyete kanat geren Kemalist kadro; yapılan satın alma ve devletleştirme faaliyetlerinin önemli bir özelliği, yabancı düşmanlığı zihniyetiyle hareket etmeyi ilke edinmiştir.

Birçok fabrikanın temeli atılmış, gerçekçi planlamalarla (Birinci ve İkinci Sanayi Planlarıyla) zamanında üretime geçmeleri sağlanmıştır.. 

Sömikok fabrikası, Keçiborlu Kükürt İşletmesi, Kuvarshan Bakır İşletmesi, Şark Kromları TAŞ, Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi işletmeye açılmış, Borasit, çimento, çinko, krom, kükürt, linyit, demir, lületaşı, porselen fabrikası gibi işletmeler ve birçoğu üretime başarmıştır.

Fransız sermayeli Ereğli Şirketi işletmeleri satın alınmış, 

Amyant (asbest) arama ve işletme çalışmaları ilk olarak Cumhuriyet yönetiminde ele alınmıştır.

1937 yılına kadar bütün bakır ihtiyacını dış ülkelerden karşılayan Türkiye’de bakır üretimi 1937’de 653 ton ve 1938’de 2.488 ton olarak gerçekleşmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu ve takiben, Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan dönemde; Osmanlı Devleti’nden madencilik sektöründe devreden eksikliklerin giderilmesi, yabancı ve azınlıkların sektördeki egemenliğinin kırılması ve yeni bir anlayışın oluşturulmasına yönelik yeni düzenlemelerin yapılması gerekmiştir. 

**

1980 sonrasında devletçi yaklaşımın yadsınıp, liberal devletçi düzene geçilmesinden doğal olarak özelleştirme sürecinde madencilik sektörü de yıkıma uğramıştır.

**

Günümüz itibariler madenler konusu dâhil hemen her alanda Osmanlı döneminde, yabancılara tanınan ayrıcalıkları anımsatan uygulamalar, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ulusalcı yaklaşımla yapılan yasal düzenlemelerin ve uygulamalardan uzaklaşıldıkça; ülkemizin içinde çıkılmaz darboğazlara itildiğini görülerek, yeniden Kemalist yaklaşıla ulusal değerlerimize sahip çıkılmışından başak kurtuluş yolunun olmadığı görülmeli, bu yönde siyaset geliştirilmelidir. 

Gerçek şu dur ki; Kemalist devlet yönetimi anlayışından uzaklaşıldıkça, her alanda çok yönlü çöküntüye yaklaşılmaktadır.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Ağca hoca
(25.02.2024 10:31 - #817)
Kanun tasarımını hzırlayanların, kabul edenlerin, uygulayıcıların Ülkenin, Vatandaşın yararını gözetmeden Ortaklığı/uyumu olmadıkça, o kanundan hayır beklenmez. İşin özü budur. Ağca hoca
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.