Cumhuriyetimiz yüzüncü yılını doldurdu. Yurttaşlarımız, özelikle büyük kentlerde düzenlenen kutlama etkinliklerine özel ilgi gösterdikleri, görsel ve yazılı yayın organlarına yansıdı. Ankara’da Anıtkabir, doldu taştı.
Bu özel ilginin, Cumhuriyet yönetimimizin üt kademlerinde olanları tarafından yıllar öncesinden göstermeleri gerekirdi. Bu bağlamda; Başkentimiz Ankara’nın yakınında bir alana; Cumhuriyetimize erişmek için yapılan savaşları, aşılan engelleri, tarihi toplantıları, İnebolu-Ankara “istiklal Yolunu” ve benzeri tarihi gereçleri sembolize eden, 100 yıla yarışır “Yüzüncü Yıl Kenti” adı altında bir kent oluşturulması, 100. Yıla yaraşır bir kalcı hizmet olurdu.
Böylece, önceki yönetimlerin Anıtkabir’de yaptırdıkları; görenleri duygulandıran, geçmişi anımsatmak gibi gelecek nesillere önemli yol gösterici özellikleri olan Çanakkale Savaşı canlandırması benzeri kalıcı yapıtların yapılmış olması beklenirdi.
Ne var ki, Cumhuriyet yönetimi sayesinde, yönetme erkine sahip olanlar, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına yarışır, kalıcı bir yapıtın yapılmasını gerçekleştirmediler.
Öte yandan, başta Kemal Atatürk olmak üzere, oldukça güç koşulanda Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanmakla;
*Düşman ayağı altında çiğnen vatanı, ulusal ve kişisel onurumuzun kurtarılmasını,
*Yurttaşlarımızın insan onuruna yaraşır yaşamalarını,
*Kendi inançları doğrultusunda özgürce ibadet edebilmelerinin ortamını sağlanmış olunduğu bilincinden yoksun çevreler,
*Mescit ve camilerimizde; ulusal varlığımızın ve özgürlüğümüz simgesi bayrağımızı bulundukları yerlere asarak, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılan katkı vermekten (çoğunlukla) kaçındıkları, dikkatlerden kaçmamıştır.
(Aynı duyarsızlık, bu yılın 10 Kasım günü Cuma gününe denk gelmesine karşın, Cuma hutbelerinde Atatürk’ten söz edilmemiş olmasında görülmüştür.)
Oysa mescit ve cami “secde edilen yer” anlamındadır.
Secde ise; Tanrı’ya yakarış aşamasında (namaz ya da dualarda, Kur’an’ı doğru anlayanlar için) Tanrı ile baş başa kalındığı, Tanrı’ya karşı saygı anıdır.
Tanrıya karşı saygılı olmak; gerçekleri yadsımamayı gerektirir.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına yaraşır, kutlama izlenceleri düzenlenmediği gibi, sürmekte olan; Filistin-İsrail Savaşı’ndan, Filistin’e destek vermek amaçlı miting, Cumhuriyetimizin kuruluş günü olan 29 Ekim’den bir gün önce; 28 Ekim günü yapılmış olması da düşündürücüdür.
Daha da düşündürücü olan ise; Kemal Atatürk, onca olanaksızlıklara ve sağlık sorunlarına karşın, düşmanı yenme cabasında iken, dönemin Padişahı-Halifesi Mehmet Vahdettin’in, ülkeyi düşman işgalinden kurtarma uğraşı verenler için ölüm fermanı yayınladığı biline biline, Padişah Vahdettin’in gündeme getirilmesi olmuştur.
Yakından tanıyanlar, hakkında tarihi gerçeklere dayalı bilimsel araştırma yapanlar bilirler ki, Kemal Atatürk; konuşmalarına dikkat eden, sözüne güvenilir, kimsenin (düşmanlarının bile) incinmesinden kaçınana insancıl bir yapıla sahiptir.
Kemal Atatürk bu özelilere sahip olmasın karşın her okuma yazma bilen, yurduna yurttaş olma onurunu taşıyanın okuması geren, Söylev “Nutuk” adılı” yapıtının ilk sayfalarında, Padişah-Halife Vahdettin için;
“Saltanat ve hilafet makamımda oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.”
İfadelerini kullanmış olduğunu, hatırlatmak isteriz.