3 Mart 1924 günü; Türkiye Büyük Meclisinin birinci oturumunda gündeme alınanlar arasında şu önergeler okunmuştur:
1-Şeyh Saffet (Yetkin) Efendi (günümüz önemli aydınlarından Prof. Çetin Yetkin’in dedesi) ile elli arkadaşının, hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının Türkiye dışına çıkarılması ilgili kanun teklifi.
2-Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ile elli arkadaşının, Şer’i ye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması ile ilgili kanun teklifi.
3-Manisa Milletvekili Vasıf Bey ve elli arkadaşının eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ile ilgili önergeleri.
Bu önergeler;
429, 430 ve 431 sayı kanunlar olarak yasalaşmıştır.
429 sayılı Kanun ile iyi, kötüyü ayırt edici İslam dinînin bundan başka inançları ve tapınmaları için, Cumhuriyetin başkentinde Diyanet İşleri Riyaseti (Başkanlığı) kurulmuş,
430 sayılı; “Tevhidi-i Tedrisat” (Öğretim Birliği Kanunu); Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumlarının, Eğitim Bakanlığına bağlanmış,
431 sayılı “Hilafetin ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Haricine Çıkarılması Dair Kanun” ile de halifenin yerinden indirildiği halifeliğin, hükûmet ve cumhuriyet anlamında ve kavramında aslında var olduğundan halifelik makamının kaldırılmış olduğu, hüküm altına alınmıştır.
Vakıflar (Evkaf) ve Genelkurmay Başkanlığı (Erkânı-ı Harbiye-i Umumiye) ile ilgili hükümler içerdiği için tam adı; “Şer’iye ve Evkaf ve Erkânı-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun” olan 429 Sayılı Kanun; Başbakanlığa (Başvekâlete) bütçesi ve idari yapısı ile bağlı olarak Diyanet İşleri Reisliğini (Başkanlığını) düzenlemiştir.
Kemal Atatürk’ün; Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedan mensuplarının yurt dışına çıkarılması önerisi, oldukça şiddetli tartışmalara neden olmuştur. Halifelik hakkının Atatürk’e verilmesi önerisinde bulunanlar olmuş ise de, Atatürk bu öneriyi kabul etmemiş 3 Mart 1924 günü halifeliğin kaldırılması kabul edilmiş, ülkeyi terk etmesi 4 Mart 1924 günü, Halife Abdülmecid’e bildirilmiştir.
63 sayalı Resmi Gazete’de yayınlanan, 429 Sayılı Kanun’un birinci maddesi şu hükmü içermiştir:
“Türkiye Cumhuriyetinde muamelât-ı nâsa dair olan ahkâmın teşri ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği hükümete ait olup, din-i mübin-i îslâmın bundan mâada itikadât ve ibadâta dair bütün ahkâm ve mesâlihinin tedviri ve müessesât-ı dinîyenin idaresi için Cumhuriyet'in makarrında bir Diyanet İşleri Reisliği makamı tesis edilmiştir.”
Bu hüküm, günümüz Türkçesi ile şu anlama gelmektedir:
Türkiye Cumhuriyeti’nde vatandaşların eylem ve işlemleri ile ilgili yasa koymak ve bu işlerle ilgili tasarruflarda bulunmak Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu Hükûmete ait olduğu için, İslam dinînin itikat (inanç) ve ibadet ile ilgili bütün hükümleri, dinî kuruluşların idaresi, Cumhuriyetin başkentinde yeni kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının yetkisine bırakılmıştır.
Bunun anlamı; Cumhuriyeti kuran kadronun Diyanet İşleri Başkanlığını, kişilerin muamelat (eylem ve davranışlar) konuları dışında inanç ve ibadetle ilgili işleri yürütmekle görevlendirilmiş olmasıdır. Osmanlı döneminde olduğu gibi medreseler yargı kurumları, vakıflar ve tarikatlar din bürokrasisinde yer almamıştır. Böylece devlet; toplumu din konusunda aydınlatacak ve konu ile ilgili işleri yine kendi eliyle yürütecek şekilde örgütlendirilmiştir. Bu çerçevede Sünni inancı bağlamında din bürokrasisine, yeni bir şekil verilmiştir.
429 sayılı Kanun’un gerekçesinde; “Din ve ordunun siyaset cereyanları ile ilgilenmeleri birçok sakınca doğurur. Bu gerçek bütün medeni milletler ve hükümetler tarafından bir ölçü olarak benimsenmiştir” vurgusu yapılarak, din ve ordunun siyasetten uzak tutulmasının çağdaş devlet olmanın ölçüsü olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir durum da; DİB’na din yerlerinin yönetimi yetkisi verilirken, din konusunda eğitim de Tevhid-i Tedrisat (eğitimin birleştirilmesi) Kanunu ile Eğitim Bakanlığına bırakılmıştır.
430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 4 maddesi; “Maarif Vekaleti yüksek dinîyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidematı dinîyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşat edecektir.” hükmünü içermiştir.
**
Yürürlükteki Anayasamızın 136. maddesi; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” hükmünü içermektedir.
DİB’nin toplumsal etkinliğinin yasal zeminini oluşturan ve 01.07.2010 tarihli ve 6002 sayılı yasa ile birçok hüküm değiştirilen, 22.06.1965 tarihli ve 633 Yasa’nın 1. maddesi aşağıdaki gibi değiştirilmiştir.
“İslam Dinînin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur…” (02.07.2018 tarihli ve 703 sayılı KHK’nin 141 inci maddesiyle, bu fıkrada yer alan “Başbakanlığa” ibaresi “Cumhurbaşkanlığına” şeklinde değiştirilmiştir).
Anlaşılacağı üzere;
Kemal Atatürk’ün altında imzası olan 429 sayalı Yasada yer alamayan “toplumu aydınlatma” yani fetva yetkisi DİB’ye 633 sayılı Yasa ile verilmiştir.
**
Fetva kurumu o denli önemlidir ki, Fatih Sultan Mehmet; padişahların tahtını koruyabilmeleri için kardeş ketlini bile, fetva ile sağlamış,
Mondros ve Sevr koşulları gereğince ülkemiz işgal olunduğunda, düşman zulmünden kurtulmak, işgalcileri yurttan atmak için çalışan, Kuvayi Milliye’nin öncüsü Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına karşı savaşmanın vacip (yerine getirilmesi zorunlu olan), olduğunu dair,
Altında padişah Mehmet Vahdettin imzasını içeren,
İngiliz uçakları tarafından dağıtılan,
Eski Şeyhülislam Mustafa Sabri (1864-1954) tarafından bizzat kaleme alınan,
Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'ın (1867-1923) imzası ve mührü ile onanan,
“Şeriata uygun” görüşüyle fetvalar yayınlanmıştı.
Kemal Atatürk döneminde, çağdaş devletlerde geçerli olan yasalar yürürlüğe konularak, çağdaşlara erişmek, onları da geçmek hedeflendiği için, fetva yetki hiçbir kurum ya da kişiye tanınmamıştır.
İslam dinî konusu ise; Kur’an hükümlerini uygun davranılarak, Kur’an, Allah ile aldatanlardan korunması, inanların inançlarını İslam’a uygun yerine getirmesi için Kur’an, Türkçeye çevrilmekle, oldukça önemli bir hizmet yapılmıştır.
Bu bağlamda bilinmelidir ki; Müzemmil suresinin 4. ayeti: Kur’an’ın, ağır ağır, düşüne düşüne, anlayarak okunmasını, hükme bağlamıştır.
Ne var ki, Diyanet İşleri Başkanlığınca yapılan anketlerde; cami cemaatinin %10’u bile Kur’an’ı anlamadıklarını ortaya koymaktadır.