Şark Meselesi ya da Doğu Sorununun ilk kez siyasi anlamda 1815 yılında, Viyana Kongresi’nde dillendirilmiş ise de öncesini Haçlı Seferlerine dek götürmek mümkündür.
Haçlı seferleri genel anlamıyla; Kutsal topraklar olarak bilinen Müslümanların elindeki Orta Doğu topraklarının Hristiyan dünyası egemenliğine geçirme çabası iken, Şark Sorunu; Osmanlı Türklerinin Avrupa’dan ve Orta Doğu’dan atılarak, stratejik, ekonomik ve askeri önemdeki alanlara, emperyalist Avrupa devletlerinin kontrolüne girmesi amaçlı bir plan olduğu için birbiriyle örtüşmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kılıç ve at ağırlıklı silah gücü ile Avrupa içlerine dek ilerlemesi, 16. yüzyıla kadar Avrupa’yı tehdit etmesi, bu tehdit hınçlanıp Türk düşmanlığına dönüşmüş, kiliseler ve Hristiyan din görevlileri bu hıncı kışkırtmışlardır. 1683’deki II. Viyana kuşatması sonrasında Osmanlı’nın yenilgiye uğranılması ve 1699’de imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı ve Avrupa devletleri ile Rusya için dönüm noktası olmuş, Şark’ı (Doğu’yu) kontrol eden “Hasta Adam” durumuna düşen Osmanlı’nın mirasının paylaşılması gündeme gelmişti.
Sanayi Devrimini gerçekleştirmiş, yeni pazarlara ihtiyacı olan emperyalist devletler; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan kara ve deniz yollarına, sınır aşan sulara sahip, ancak Avrupalıların sahip olduğu silahlara ve donanıma sahip olmayan Osmanlı’yı, paylaşılacak duruma getirmek için biraz daha hırpalamak gerekmiştir.
Osmanlı Devleti’ne karşı Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın desteklenmesi, İngiltere ve Fransa’nın, Rus ilerlemesini durdurmak için Kırım Savaşı'nda (1853–56) Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak iç işlerini daha yakından tanımaları, Ermeniler başta olmak üzere ayrılıkçı etnik grupların kıstırtılmasıyla, Osmanlı Devleti güçten düşürülmüştü. Güçten düşen Osmanlı topraklarından pay almak için Rusya; İstanbul ve boğazlarını kontrol ederek, sıcak denizlere inmeyi hedeflemiş, ekonomik ayrıcalıklar (Kapitülasyon) elde eden ilk devletlerden olan Fransa, Osmanlı’yı ekonomik yönden çökertme görevi üstlenenlerden olmuş, İngiltere; kendi çıkarları gereğince Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunurken, 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında, Osmanlı topraklarının parçalanması ve bu parçaları kendilerinin yönetmesi yönünde, Şark Sorununu çözme çabası içine girmiş, Ermeni ve Kürt nifak tohumlarınınım ekilmesinde yardımcı olmuştu.
Anadolu’ya uzak olmasına karşın, Anadolu’da kurdukları misyonerlik ağı ile ABD, Ermenileri yönlendirme ve bilinçlendirme yönünden önemli bir etkinliğe sahipti. Osmanlı tebaası olan Gayrimüslimleri korumak, kollamak görünümü altında Osmanlı İmparatorluğu’nu içten içe oyan emperyalist güçler amaçlarına;
*Kutsal yerler bahanesiyle,
*Ekonomik ayrıcalıkların sağlayarak,
*Azınlıkları bağımsızlığa yönlendirip destekleyerek,
Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması projeleri olan “Şark Sorunu” konusunu Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla sonlandırdıklarını sanmışlardır.
Yani; Şark Meselesi’nin asıl amacı olan; Türklerin Avrupa’dan, hatta Anadolu’dan sürülerek kendi Öz Yurtlarına olan Orta Asya’ya gönderilmesi böylece çözümlenmiş olacağı sanılmıştı.
Ne var ki, ulusal kongreler toplayarak, ulusal kurullar kurarak, ulusal meclis açarak, ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Kemal Atatürk, Onca yokluğa karşın kazandığı bu başarısı sadece Yunanlıları, Anadolu’dan atmakla sınırlı olmayıp, emperyalist güçleri de yenmiş olduğundan, emperyalistlere için Şark Sorunu tekrar sonlandırmak anlamında, gündemde bulunmaktadır.
*Ilımlı İslam projeleri,
*Dinde hoşgörü,
*Din ağırlıklı eğitim sistemi,
*İnsanlık tarihinin yüzyılların birikilmeyle, güçler arasında dengenin ve denetimin sağlanarak yurttaşların inşaca yaşamaların güvencelerinin temeli olan; yasama, yürütme ve yargıda tek kişinin söz sahibi omasın yönelik anayasal düzenlemeler,
*İnancı, kendi çıkarlarına yönelik kullanan tarikat ve cemaatlerin, siyasi güce erişmeleri,
*Dahası, devleti tehdit edecek ve ayaklanma yapacak denli, tarikatların güçlendirilmesi,
*Yabancıların, para karşılığı yurttaşlık edinilmesine izin verilmesi,
*Onca yokluklar ve kıtlıklar aşılarak, kısa bir süre içinde ülkemizin dışarıya muhtaç olmasını önlemek için kurulan, kurum ve kuruluşların yok edilmeleri,
*Ülkeyi kurtarıp kurduğu gibi işgalcilerin ayakları altında çiğnenen ulusal onuru ve namusu da kurtaran, Kemal Atatürk’e karış her geçen gün olumsuzu söz, söylem ve benzeri yaklaşımların gerisindeki gerçek;
Türkiye’nin hedef tahtasına oturtularak Şark Sorununun yeniden çözülmesi olduğunu söylemek abartı değildir.
Yani uygulandığı dönemlerde ülkemizi yeryüzünün en saygın ülkelerinden biri konumuna yükselten Kemalist ilklerden uzaklaşmak, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi koşullarını anımsatmakta.
Bu tehlikeyi önlemek; yurduna yurttaş olma bilinci, ulusal onur ve geleceğinde emin olmak isteyenlerin; Kemalist İlkelere sahip çıkarak, bu ilkelerin doğru anlaşılması için halk ile iletişim kurup, aydınlatma görevlerini yerine getirmeleriyle mümkündür.