Hüsnü MERDANOĞLU-Araştırmacı Yazar
Köşe Yazarı
Hüsnü MERDANOĞLU-Araştırmacı Yazar
 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Yıkılmasında Din Etkeni

İslam’ın ilk dönemini izleyen süreçte İslâm dünyasındaki bilim ve yaratıcılık, takdir edilecek düzeye yükselmişti. Kimya bilgini Cabir Bin Hayan (777’de öldüğü tahmin edilmektedir), matematiğin öncüsü (asıl adı Ebül Fazl Abdulhamit İbni Vasi Türk El Ceyli el Habip olan) İbni Türk el Ceyli, geometri uzmanı olan ve “İbn-i Türk (Türkoğlu) lakabından anlaşıldığı üzere Türk olan Yakub ibni Tarık (ölümü 796), matematikçi ve astronom olan Ebu Yahya El Bıtrık (Batrık) (ölümü 796 ya da 806), astronomi bilgini El Fezari (ölümü 796 ya da 806), bilgin Ömer İbnül Faruk Han El Tabari (ölümü 815), astronom Maşallah İbni Atari (ölümünün 820’de olabileceği tahmin edilmektedir), Güneş rasatları uzmanı Halit Bin Abdulmelik El Merverruhdi (830’lu yıllarda yaşadığı bilinmektedir). Başka bilim insanlarını da saymak mümkündür. Bilime önem verilen bu süreçte; Ortadoğu, Kuzey Afrika ve İspanya gibi Müslüman egemenliği altında olan bölgeler, bağnaz din baskısı altında olmadıkları için ekonomik yönden de diğer bölgelere göre üstün olduğu bilinmektedir. İslam bilginlerinin, kendilerinden önceki bilim öncüleri olan Yunanlıların elinden aldıkları ve beş yüzyıl süren bilimde yükselme çağı, XIV. yüzyılda sona ermiştir. Bu bağlamda, özellikle Eş’ari (879-942) ve Gazali (1058-1111) öncüllüğünde; bilinenlerin yinelenmesiyle yetinilen ilahiyat yaklaşımı; bilimin ilerlemesine engel oluşturmuştur. Eski inançlara, sıkı sıkıya sarılmak gerektiği, İslâm’da reform yapılırsa, İslam’dan uzaklaşılacağı, Hıristiyan dünyasının yeniliklerine nefret, gibi eğitime mesafeli, din öğretimi ağırlıklı yaklaşımlar; İslam dünyasının Hıristiyanlardan geri kalmalarında, önemli etken olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü ÖĞRETİM; MEVCUDU KAVRAYIP BELLEMEYE VE YİNELEMEYE DAYALI BİR YÖNTEM İKEN,  EĞİTİM; DAHA İYİSİNİN NASIL YAPILMASI GEREKTİĞİNE YÖNELİK DÜŞÜNMEYİ, DÜŞÜNME İSE AKLIN KULANMASINI GEREKTİREN BİR SÜREÇTİR. ** Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşunda çok dinli ve çok kültürlü ise de zamanla(özellikle Halifeliğin alınması sonrasında) İslam dünyasının temsilcisi bir devlet durumuna gelmiştir. Öyle ki, Osmanlı için yaygın olarak “Türk” deyimi yerine, “Müslüman” deyim kullanılmıştır. Kuruluşu sürecinde Osmanlı toplumunda İslâm algısı; birbiriyle yakın ilişki içinde olan, medrese ve  tekkeler tarafından yönlendiriliştir. Kuruluşunda; şaman / kam kültürünün taşıyıcıları olan katı Sünni inancına karşın daha hoşgörülü ve yaşanılan çağa uygun anlayışta olan; Türkmen Babaları “abdal” ya da “dede” gibi öncüler, Gazali gibilerin yolundan gidenlerce dışlandıkları için, bunlar varlıklarını halk arasında, sazları eşliğinde yineleye geldikleri Türkçeyi ve hoşgörü kültürünü günümüze dek taşınmasını sağlamışlardır. Öte yandan dini; sarıklı din bilginleri (!) “ulema” devlet yönetimde etkin olmuş, din ile salt halkı değil padişahları bile korkutarak, kendi konumların güçlendirmek için “Allah ile aldatmayı” sürdürmüşlerdir. Pek bilinen bir örnek, bu durumu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır: Takiyüddîn Efendi 1630’lu yıllarda, Galata Kulesi'nin tepesinde yıldızların hareketlerini izlemek için, Padişah III. Murad’ın desteği ile bu işin giderlerinde kullanacağı 10 bin altın verilmesi iznini de almıştır. Takiyüddin bu parayla, gerekli araç-gereç satın alma çalışmaların yürütmekteyken; “ulema” devreye girmiş ve "zinhar günahtır, gökyüzünün sırlarını bulmaya çalışan devletlerin hepsi batmıştır" diyerek, Takiyüddin’in kurduğu rasathanenin yıkılmasını isteyerek, padişaha baskı yapmışlardır. Ulemanın baskısına dayanamayan Padişah, rasathanenin yıkılmasını emretmiştir. Bir başka tarihi gerçektir ki; 1800 yılında Osmanlı'da nüfusun sadece %2-3'ü okuryazar iken, İngiltere'de aynı dönemde; erkeklerin %60'ı, kadınların %40'ı okuryazardı. Osmanlı toplumunun eğitim düzeyi, Avrupa toplumuna göre oldukça düşük seviyede idi. 1727'de matbaaya izin verilmiş ise de ilk 14 yıl boyunca ancak 17 kitap basılabilmişti. Osmanlı yönetimi öncülüğündeki o dönemin İslam dünyası günümüze, Ziya Paşa’nın şu dizlerle taşınmıştır. Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm. Dolaştım mülk-i İslâmî bütün virâneler gördüm. Türkiye’de cumhuriyetin ilân edildiği 29 Ekim 1923 tarihinde Atatürk, kültür ve din hakkındaki görüşlerini soran bir gazeteciye, dinin ilerlemeye engel oluşturması gerekmediğini belirterek, Türk ulusunun dindar kalmasını istediğini söylemişti. Ne var ki, Atatürk, yurttaşlarının çoğunun “hurafelere karışmış suni bir din” tarafından baskı altında tutulduğunu da sözlerine eklemişti. Konuşmalarını akıl ve bilim süzgecinden geçirerek söylediği, söylediklerinin güncelliğini koruduklarından anlaşılan Kemal Atatürk’ün; Yaşamda gerçek yol göstericinin bilim olduğunu içeren sözü; önemini her geçen gün artırmaktadır.
Ekleme Tarihi: 06 Haziran 2023 - Salı

Osmanlı İmparatorluğu’nun Yıkılmasında Din Etkeni

İslam’ın ilk dönemini izleyen süreçte İslâm dünyasındaki bilim ve yaratıcılık, takdir edilecek düzeye yükselmişti.

Kimya bilgini Cabir Bin Hayan (777’de öldüğü tahmin edilmektedir), matematiğin öncüsü (asıl adı Ebül Fazl Abdulhamit İbni Vasi Türk El Ceyli el Habip olan) İbni Türk el Ceyli, geometri uzmanı olan ve “İbn-i Türk (Türkoğlu) lakabından anlaşıldığı üzere Türk olan Yakub ibni Tarık (ölümü 796), matematikçi ve astronom olan Ebu Yahya El Bıtrık (Batrık) (ölümü 796 ya da 806), astronomi bilgini El Fezari (ölümü 796 ya da 806), bilgin Ömer İbnül Faruk Han El Tabari (ölümü 815), astronom Maşallah İbni Atari (ölümünün 820’de olabileceği tahmin edilmektedir), Güneş rasatları uzmanı Halit Bin Abdulmelik El Merverruhdi (830’lu yıllarda yaşadığı bilinmektedir). Başka bilim insanlarını da saymak mümkündür.

Bilime önem verilen bu süreçte; Ortadoğu, Kuzey Afrika ve İspanya gibi Müslüman egemenliği altında olan bölgeler, bağnaz din baskısı altında olmadıkları için ekonomik yönden de diğer bölgelere göre üstün olduğu bilinmektedir.

İslam bilginlerinin, kendilerinden önceki bilim öncüleri olan Yunanlıların elinden aldıkları ve beş yüzyıl süren bilimde yükselme çağı, XIV. yüzyılda sona ermiştir. Bu bağlamda, özellikle Eş’ari (879-942) ve Gazali (1058-1111) öncüllüğünde; bilinenlerin yinelenmesiyle yetinilen ilahiyat yaklaşımı; bilimin ilerlemesine engel oluşturmuştur.

  • Eski inançlara, sıkı sıkıya sarılmak gerektiği,
  • İslâm’da reform yapılırsa, İslam’dan uzaklaşılacağı,
  • Hıristiyan dünyasının yeniliklerine nefret,

gibi eğitime mesafeli, din öğretimi ağırlıklı yaklaşımlar; İslam dünyasının Hıristiyanlardan geri kalmalarında, önemli etken olduğunu söylemek mümkündür.

Çünkü ÖĞRETİM; MEVCUDU KAVRAYIP BELLEMEYE VE YİNELEMEYE DAYALI BİR YÖNTEM İKEN,  EĞİTİM; DAHA İYİSİNİN NASIL YAPILMASI GEREKTİĞİNE YÖNELİK DÜŞÜNMEYİ, DÜŞÜNME İSE AKLIN KULANMASINI GEREKTİREN BİR SÜREÇTİR.

**

Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşunda çok dinli ve çok kültürlü ise de zamanla(özellikle Halifeliğin alınması sonrasında) İslam dünyasının temsilcisi bir devlet durumuna gelmiştir. Öyle ki, Osmanlı için yaygın olarak “Türk” deyimi yerine, “Müslüman” deyim kullanılmıştır. Kuruluşu sürecinde Osmanlı toplumunda İslâm algısı; birbiriyle yakın ilişki içinde olan, medrese ve  tekkeler tarafından yönlendiriliştir.

Kuruluşunda; şaman / kam kültürünün taşıyıcıları olan katı Sünni inancına karşın daha hoşgörülü ve yaşanılan çağa uygun anlayışta olan; Türkmen Babaları “abdal” ya da “dede” gibi öncüler, Gazali gibilerin yolundan gidenlerce dışlandıkları için, bunlar varlıklarını halk arasında, sazları eşliğinde yineleye geldikleri Türkçeyi ve hoşgörü kültürünü günümüze dek taşınmasını sağlamışlardır.

Öte yandan dini; sarıklı din bilginleri (!) “ulema” devlet yönetimde etkin olmuş, din ile salt halkı değil padişahları bile korkutarak, kendi konumların güçlendirmek için “Allah ile aldatmayı” sürdürmüşlerdir.

Pek bilinen bir örnek, bu durumu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır:

Takiyüddîn Efendi 1630’lu yıllarda, Galata Kulesi'nin tepesinde yıldızların hareketlerini izlemek için, Padişah III. Murad’ın desteği ile bu işin giderlerinde kullanacağı 10 bin altın verilmesi iznini de almıştır. Takiyüddin bu parayla, gerekli araç-gereç satın alma çalışmaların yürütmekteyken; “ulema” devreye girmiş ve "zinhar günahtır, gökyüzünün sırlarını bulmaya çalışan devletlerin hepsi batmıştır" diyerek, Takiyüddin’in kurduğu rasathanenin yıkılmasını isteyerek, padişaha baskı yapmışlardır. Ulemanın baskısına dayanamayan Padişah, rasathanenin yıkılmasını emretmiştir.

Bir başka tarihi gerçektir ki;

1800 yılında Osmanlı'da nüfusun sadece %2-3'ü okuryazar iken, İngiltere'de aynı dönemde; erkeklerin %60'ı, kadınların %40'ı okuryazardı. Osmanlı toplumunun eğitim düzeyi, Avrupa toplumuna göre oldukça düşük seviyede idi. 1727'de matbaaya izin verilmiş ise de ilk 14 yıl boyunca ancak 17 kitap basılabilmişti.

Osmanlı yönetimi öncülüğündeki o dönemin İslam dünyası günümüze, Ziya Paşa’nın şu dizlerle taşınmıştır.

Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm.

Dolaştım mülk-i İslâmî bütün virâneler gördüm.

Türkiye’de cumhuriyetin ilân edildiği 29 Ekim 1923 tarihinde Atatürk, kültür ve din hakkındaki görüşlerini soran bir gazeteciye, dinin ilerlemeye engel oluşturması gerekmediğini belirterek, Türk ulusunun dindar kalmasını istediğini söylemişti. Ne var ki, Atatürk, yurttaşlarının çoğunun “hurafelere karışmış suni bir din” tarafından baskı altında tutulduğunu da sözlerine eklemişti.

Konuşmalarını akıl ve bilim süzgecinden geçirerek söylediği, söylediklerinin güncelliğini koruduklarından anlaşılan Kemal Atatürk’ün; Yaşamda gerçek yol göstericinin bilim olduğunu içeren sözü; önemini her geçen gün artırmaktadır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.