Yöneticilerin yönetim yeteneksizliği; dış ve iç sorunları artınca, Padişah-Halife kendi saltanatını korumak uğruna; “ölüm fermanı” içeriğinde olan Mondoros ve Sevr koşullarını imzalmaya razı olunmuş, dünyanın en güçlü devletlerinden biri iken, parsel parsel bölüşülen anayurdu Anadolu’da tutsak duruma düşülmüştü.
Neyse ki; "Türk'ün haysiyeti, onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!... O halde, ya istiklâl ya ölüm!” kararını veren Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde, yurt sevgisini özünde taşıyanlar; Müdafaai Hukuk dernekleri çatısı altında birleşerek, Kuvayi Milliye direnme güçlerini oluşturmuşlardır.
Bu bağlamda Kuvayi Milliye oluşumunda;
Askerlere su ve ayran veren, sırtında mermi taşıyan köylü kadından,
Düşmanın bulunduğu yeri bildiren çobana, kayığı ile Anadolu’ya insan ve malzeme taşıyan sıradan yurttaşa,
“İstiklal” (bağımsızlık) Yolu” olarak bilinen İnebolu-Ankara arasında malzeme-silah tayışan kağnı komutanına,
Dağdan düze inen efeden, iyi ve kötü haberi telleyen telgrafçıya,
Rütbesiz erden, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya dek görev üstlenenlerin genel adıdır.
Mustafa Kemal Paşa, Kuvayi Milliye'nin amacını ilk ulusal kongre olan Erzurum Kongresi’nde; Kuvay-ı Milliye'nin parolası niteliğinde olan; "Kuvay-ı Milliye'yi amir, irade-i Milliye'yi hakim kılmak" yani; ulusal güçleri etken, ulusal iradeyi egemen kılmak olarak vurgulamıştır.
İşgalcilere karşı ulusal amaç direnişi gösteren kahramanlar amaçlarına ulaşmak için; ciddi güçlüklere, oldukça sıkıntılı günleri yaşayarak başarıya ulaşmışlardır.
Her yaşta, her cinste, her inançta, yurduna yurttaş olma bilincini Kuvayi Milliye oluşumu, onca güçlük ve engellemelere karşın işgalden kurtulmayı gerçekleştirmiş olmakla; “… onuru ve yetenekleri çok yüksek” ruh taşınıldığını kanıtlamıştır.
Başarıya erişmek için;
İşgalcilerin yönlendirmeleri, İstanbul Hükümeti’nin baskı ve desteğiyle, Padişah-Halife’yi, Tanrı’nın gölgesi sanan cahil bırakılmış halkın başlattığı onlarca ayaklanmanın bastırılması gerektiği gibi,
Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri ile Dürrizade Abdullah’ın hazırladıkları “İstanbul Fetvası” olarak bilinen fetva 27 Mayıs 1920 tarihli Takvim-i Vekayı de; Padişah-Halife Mehmet Vahdettin imzası ile yayınlanmış olan fetvanın yaratığı sıkıntıların da aşılması da gerekmiştir. (Oysaki Bakara Suresi’nin 190. Ayeti gibi Kur’an’da kimi ayetler, haklı durumda savaşmayı öngörmektedir).
Mustafa Kemal Paşa, Kuvayı Milliye’nin Türk Ordusu bünyesinde yaşadığını 29 Aralık 1920 günü TBMM’nde yapılan gizli oturumda şu sözleri ile dile getirmiştir:
“Çok şükür bugün başarılarını görmekteyiz ve daha göreceğiz. Fakat batı cephesinde, işte Kuvay-ı Milliye diyoruz, oysa hepimiz Kuvay-ı Milliyeyiz. Biliyorsunuz Ordu Kuvay-ı Milliyedir."
Atatürk”e göre Türk Ordusu; “… Bütün milletin göğsünü güven, gurur duygularıyla kabartan şanlı ad!” dır.
“Devletin bağımsızlığı ile millet ve vatan varlığının koruyucusu ve tek varlığı”dır.
Devletin bağımsızlığı, milletin ve vatanın korunmasının gücü olan Ordumuz, yurdumuzu işgalden kurtardığı gibi işgal yörelerindeki halkımızı tarifi olanaksız insanlık dışı uygulamalardan, onca masum kadın ve kızı da tecavüzden kurtarmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan 16 Mayıs 1920 tarihli ve 7 sayılı karar şu hükümleri içermektedir:
"Kuvay-ı Milliye'nin Milli Savunma Bakanlığına bağlanarak birleştirilmesi ve ihtiyacı olan giderlerin tamamen hazineden karşılanmasına karar verilmiştir."
Bu karar; düzenli ordunun kurulmasıyla Kuvayı Milliye dağıtılmış olmadığını,
Türk milletinin göz bebeği Ordumuz ile bütünleştirilmiş olduğunun yazılı belgesidir.
Onurlu her yurtaşın Türk Ordusu menuplarına, Kemal Atatürk’e ve O’nun ilkelerine bağlı olmaları, tartışma götürmez ulusal bir görevdir.
Bu konuda tartışma yaratılması;
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmayı içlerine sindiremyen, işgal döneminden geriye kimi kalıntılar mı kaldı?
Sorusunu akla getirmetekdir.