İNCİ GÜÇLÜER-Mimar
Köşe Yazarı
İNCİ GÜÇLÜER-Mimar
 

SORUNUMUZ BİNALAR MI İNŞAATÇILAR MI YOKSA SİYASETÇİLER Mİ?

Hemen her gün yaşanan ölümcül inşaat kazaları da göstermiştir ki; ülkemizin en sorunlu ve karmaşık sektörü inşaat sektörüdür. Bu durum belki de başka hiçbir alanda olmadığı kadar sektör dışı insanın bu alanda faaliyet göstermesi nedeniyledir. İnşaat sektörü, neredeyse, diplomanın aranmadığı, önemsenmediği tek alandır diyebilirim. Liyakatsizlik artık her alanda normalimiz oldu ama sahte mimarların ‘’alaylıyım’’ tabiriyle kendilerini kabul ettirdiği başka bir sektör yoktur sanırım. İnşaatçılık, özellikle 50’li yıllardan itibaren her geçen gün etki alanını biraz daha genişletmiş ve her dönemin yükselen değeri olmuş. Özellikle büyük şehirlerde siyasetin de ana konusu olmuş. Siyaset ve inşaat sektörü her daim elele büyüyüp güçlenmişler ve birlikte hareket etmişler. Mevzuattaki boşluk ve denetim eksikliği de eklenince kısa vadede her iki alanda da kimi insanlar bu alandan beslenerek orantısız şekilde zenginleşmiş. Fakat görünen o ki bu durum yıllar içinde şehirlerin ve toplumun aleyhine sonuçlanmıştır. Gerek şehirlerimizin silueti gerekse yaşadığımız kentsel ortam her geçen gün biraz daha bozulmakta ve giderek içinden çıkılmaz bir sorun yumağına dönüşmektedir. Bu durumla başa çıkabilmek için sadece nitelikli ve ahlaklı meslek insanı ve siyasetçiye ihtiyaç vardır. Neyse ki ülkemizde nitelikli üniversitelerden mezun olmuş yeterli sayıda mühendis ve mimarımız vardır. Ancak yazık ki, karşısındaki ürkütücü inşaat ve siyasi rant düzeniyle mücadele edebilecek güçte değildirler. Ülkemizde bu konuda yalnız meslek odaları değil, toplumdaki bireysel tavır ve bilinç de zayıftır. Yaygın bir tabirle “Sokaktaki İnsan” bu durumun ve sonuçlarının farkında bile değil. Şehirlerimize her gün bir yenisi eklenen AVM, yüksek katlı binalar ve lüks konut sitelerinin birer medeniyet göstergesi olduğunu düşünenler hiç de az sayıda değildir. Oysa belki de ülkemizin ne bu kadar yüksek katlı binaya, lüks konuta ve AVM'lere ne de bu türden bir mimarlık anlayışına ve şehirciliğe ihtiyacı vardır. Türkiye gibi, tükettiği kadar üretemeyen insanların yaşadığı bir ülkede kaynakların nereye harcandığı çok önemlidir. Ülkemizin iyi mimarlık ve şehircilik anlayışına çok ihtiyacı vardır, ama görünen o ki halkımızın böyle bir talebi yok. Sokak ölçeğine ve bina ölçeğine indirgendiğinde neredeyse herkesin kendi evini kendisinin yapabileceği şeklinde bir anlayış var. Hasta olunca doktora, davalık olunca avukata koşturan insanımız söz konusu yaşayacağı mekân olunca mimara/mühendise başvurmak yerine müteahhite teslim olur. Ülke yıllardır süren bu garip durumla uzlaşmış görünüyor. Oysa ki çoğu müteahhidin bu alanda bir eğitimi ve diploması bile yoktur. Doğrusu dünyanın hiç bir ülkesinde de yasal olarak kabul edilmiş bu türlü bir meslek tanımı yoktur. Zaten kelime anlamı da herhangi bir mesleki formasyonu tanımlamaz ve sadece "taahhüt eden kişi" demektir. Müteahhitlerin çoğunun önceliğinin sadece daha fazla kazanç sağlamak olduğu görülüyor. Konu sadece kazanç olunca da orada kaliteden, sürdürülebilirlikten ve insan hayatının önceliğinden söz etmek zordur. Büyük şehirlerin önemli caddelerinde bile, “müteahhite verilen” ve yan yana konumlanan her bir bina, bambaşka ölçülerde, oranlarda, renklerde ve tarzda yapılmaktadır. Asıl sorun hiç kimsenin bundan rahatsızlık duyup sorgulamamasıdır. Sonuç da çoğunlukla tam bir mimari karmaşa ve çirkin yapılaşma örneği oluyor. Bu binalar tek başına güzel olabilseler bile binalar bütünü olarak sokak veya cadde ölçeğinde ele alındığında çirkindir. Çünkü biri diğerini umursamadan inşa edilmiştir. Hiçbir çizgi, hat ve oran birbirini tutmaz. Kullanılan malzemeler birbirinden farklıdır ve bir renk bütünlüğü de yoktur. Zaten mevzuatta bunu zorlayan herhangi bir yasamız da yoktur. Maalesef bu konuyu önemsemeyerek çoğu Avrupa ülkesinin de gerisinde kaldık. Onlar elbette yasalarla, denetimle ama öncelikle eğitimle koruyorlar şehirlerinin mimarisini. Yasaları gereği sadece bir binayı değil, tek bir pencereyi bile yanındaki binalardan bağımsız tasarlayıp yapabilmek mümkün değildir. Yapılan her binanın cephe tasarımı yanındaki binaların cepheleri ile birlikte onaya sunuluyor. Bizde ise bu böyle değil. Her bina münferit ele alınıyor. Çıkan kentsel sonuç ise estetik yoksunu bir karmaşa oluyor. Bu estetik yoksunluğunu küçümsemeyin, çünkü bu aslında büyük bir toplumsal sorunun da nedenidir. Her gün çevresinde gördüğü orantısızlığa, düzensizliğe, plansızlığa ve aslında çirkinliğe maruz kalan bir toplum, sonunda bununla uzlaşıp körleşir. Bu insanlar artık giderek sokağındaki çöp yığınlarından bile rahatsız olmayacak kadar duyarsızlaşır. Etrafındaki çirkinliğe alışan göz giderek artık hiçbir kötülükten ve niteliksiz gidişattan rahatsız olmamaya başlar. İşte bir toplumun ahlaki çöküşünü hazırlayan nedenlerden biri de bu körleşmedir. Toplumumuzdaki şiddet olaylarının artışının da bir nedeninin bu niteliksiz mimari yapılaşma ve kaotik kentsel yaşam ortamımız olduğunu düşünüyorum. Çevresine duyarsızlaşan insan çevresindeki insana ve yasalara karşı da duyarsızlaşır. Oysa etrafında sadece güzellikler görmeye alışan bir göz, çirkinden ve yamuktan derhal rahatsız olur. Çünkü farkındalığı artmıştır. Ancak farkındalığı artan bir insan, özgüvenle eğriyi ve yanlışı dile getirmek ve düzeltmek konusunda cesaretli davranabilir. Mimarinin insan psikolojisi ve giderek karakteri üzerinde etki gücüne sahip olduğu bir gerçektir. İyi tasarlanmış ve organize edilmiş mekânlarda yaşayan insanların, bu iyiliği ve güzelliği başka her alanda da çoğaltma ve yeniden üretme eğiliminde olduğu saptanmıştır. Tıpkı şiddetin şiddeti doğurduğu gibi güzel ve nitelikli yaşamsal ortamlar da iyiliğin ve güzelliğin yapı taşıdır. Sözgelimi, bir öğretmenin, doktorun ya da su tesisatçısının ürettiği işin niteliği yaşadığı çevreden bağımsız değildir. Çünkü insanın iç huzuru ve mutluluğu, gündelik hayatına ve üretimine yansır ve bu da ancak iyi bir çevrede ve nitelikli bir kentsel ortamda yaşaması ile mümkün olabilir. Birkaç yıl önce, ülkemizde deprem konulu uluslararası bir konferansta katılımcılardan biri olan Japon mimara bir soru yöneltildi ve Türkiye'deki Yapı Denetim firmaları ile Japonya'dakileri karşılaştırması istendi. Mimarın verdiği kısa cevap Türkiye'nin bu alandaki ana sorununu özetler nitelikteydi. ‘’Japonya'da Yapı Denetim Firması yoktur. Çünkü tüm yapıları sadece mimar ve mühendisler inşa eder.’’ Sonuç olarak; belki de sektördeki en büyük sorunumuz sektör dışı insanlardır. Maalesef maddi kaynak bulan ve heves eden herkes bu ülkede inşaat yapmaya başlayabiliyor. Bunu engelleyen yasal düzenlemenin henüz hayata geçirildiğini sanmıyorum. Sorunlarımızı çözmeye buradan başlayabiliriz diye düşünüyorum. İnşaat sektörünün şakaya gelmeyen bir alan olduğunu '99 Marmara depreminde ve son 2023 Kahramanmaraş depremlerinde çok acı dersler alarak öğrendik aslında. Ama yazık ki, etkili yasalarla asıl sorunun üzerine gitmek yerine birkaç günah keçisi üzerinden yine olay savuşturuldu ve ucu asıl suçlulara ulaşamadan konu kapatıldı. Oysa üzerinde durulması gereken, binanın değil binayı yapanın ve yapılmasına izin verenin niteliğiydi. Bu konuda nitelikler belirlenmedikçe ve yasa düzenlenmedikçe inşaat sektöründe benzeri sorunlar yaşamaya devam edeceğiz ve daha pek çok insanımız ölecek ve onlara da yine şehit denip geçilecek.
Ekleme Tarihi: 12 Aralık 2024 - Perşembe

SORUNUMUZ BİNALAR MI İNŞAATÇILAR MI YOKSA SİYASETÇİLER Mİ?

Hemen her gün yaşanan ölümcül inşaat kazaları da göstermiştir ki; ülkemizin en sorunlu ve
karmaşık sektörü inşaat sektörüdür. Bu durum belki de başka hiçbir alanda olmadığı kadar
sektör dışı insanın bu alanda faaliyet göstermesi nedeniyledir. İnşaat sektörü, neredeyse,
diplomanın aranmadığı, önemsenmediği tek alandır diyebilirim. Liyakatsizlik artık her alanda
normalimiz oldu ama sahte mimarların ‘’alaylıyım’’ tabiriyle kendilerini kabul ettirdiği başka bir
sektör yoktur sanırım.

İnşaatçılık, özellikle 50’li yıllardan itibaren her geçen gün etki alanını biraz daha genişletmiş ve
her dönemin yükselen değeri olmuş. Özellikle büyük şehirlerde siyasetin de ana konusu
olmuş. Siyaset ve inşaat sektörü her daim elele büyüyüp güçlenmişler ve birlikte hareket
etmişler. Mevzuattaki boşluk ve denetim eksikliği de eklenince kısa vadede her iki alanda da
kimi insanlar bu alandan beslenerek orantısız şekilde zenginleşmiş. Fakat görünen o ki bu
durum yıllar içinde şehirlerin ve toplumun aleyhine sonuçlanmıştır. Gerek şehirlerimizin silueti
gerekse yaşadığımız kentsel ortam her geçen gün biraz daha bozulmakta ve giderek içinden
çıkılmaz bir sorun yumağına dönüşmektedir.
Bu durumla başa çıkabilmek için sadece nitelikli ve ahlaklı meslek insanı ve siyasetçiye ihtiyaç
vardır. Neyse ki ülkemizde nitelikli üniversitelerden mezun olmuş yeterli sayıda mühendis ve
mimarımız vardır. Ancak yazık ki, karşısındaki ürkütücü inşaat ve siyasi rant düzeniyle
mücadele edebilecek güçte değildirler.
Ülkemizde bu konuda yalnız meslek odaları değil, toplumdaki bireysel tavır ve bilinç de
zayıftır. Yaygın bir tabirle “Sokaktaki İnsan” bu durumun ve sonuçlarının farkında bile değil.
Şehirlerimize her gün bir yenisi eklenen AVM, yüksek katlı binalar ve lüks konut sitelerinin
birer medeniyet göstergesi olduğunu düşünenler hiç de az sayıda değildir.
Oysa belki de ülkemizin ne bu kadar yüksek katlı binaya, lüks konuta ve AVM'lere ne de bu
türden bir mimarlık anlayışına ve şehirciliğe ihtiyacı vardır. Türkiye gibi, tükettiği kadar
üretemeyen insanların yaşadığı bir ülkede kaynakların nereye harcandığı çok önemlidir.
Ülkemizin iyi mimarlık ve şehircilik anlayışına çok ihtiyacı vardır, ama görünen o ki halkımızın
böyle bir talebi yok. Sokak ölçeğine ve bina ölçeğine indirgendiğinde neredeyse herkesin
kendi evini kendisinin yapabileceği şeklinde bir anlayış var. Hasta olunca doktora, davalık
olunca avukata koşturan insanımız söz konusu yaşayacağı mekân olunca mimara/mühendise
başvurmak yerine müteahhite teslim olur.
Ülke yıllardır süren bu garip durumla uzlaşmış görünüyor. Oysa ki çoğu müteahhidin bu
alanda bir eğitimi ve diploması bile yoktur. Doğrusu dünyanın hiç bir ülkesinde de yasal olarak
kabul edilmiş bu türlü bir meslek tanımı yoktur. Zaten kelime anlamı da herhangi bir mesleki
formasyonu tanımlamaz ve sadece "taahhüt eden kişi" demektir.

Müteahhitlerin çoğunun önceliğinin sadece daha fazla kazanç sağlamak olduğu görülüyor.
Konu sadece kazanç olunca da orada kaliteden, sürdürülebilirlikten ve insan hayatının
önceliğinden söz etmek zordur.

Büyük şehirlerin önemli caddelerinde bile, “müteahhite verilen” ve yan yana konumlanan her
bir bina, bambaşka ölçülerde, oranlarda, renklerde ve tarzda yapılmaktadır. Asıl sorun hiç
kimsenin bundan rahatsızlık duyup sorgulamamasıdır. Sonuç da çoğunlukla tam bir mimari
karmaşa ve çirkin yapılaşma örneği oluyor. Bu binalar tek başına güzel olabilseler bile binalar
bütünü olarak sokak veya cadde ölçeğinde ele alındığında çirkindir. Çünkü biri diğerini
umursamadan inşa edilmiştir. Hiçbir çizgi, hat ve oran birbirini tutmaz. Kullanılan malzemeler
birbirinden farklıdır ve bir renk bütünlüğü de yoktur. Zaten mevzuatta bunu zorlayan herhangi
bir yasamız da yoktur.

Maalesef bu konuyu önemsemeyerek çoğu Avrupa ülkesinin de gerisinde kaldık. Onlar elbette
yasalarla, denetimle ama öncelikle eğitimle koruyorlar şehirlerinin mimarisini. Yasaları gereği
sadece bir binayı değil, tek bir pencereyi bile yanındaki binalardan bağımsız tasarlayıp
yapabilmek mümkün değildir. Yapılan her binanın cephe tasarımı yanındaki binaların cepheleri
ile birlikte onaya sunuluyor. Bizde ise bu böyle değil. Her bina münferit ele alınıyor. Çıkan
kentsel sonuç ise estetik yoksunu bir karmaşa oluyor.

Bu estetik yoksunluğunu küçümsemeyin, çünkü bu aslında büyük bir toplumsal sorunun da
nedenidir. Her gün çevresinde gördüğü orantısızlığa, düzensizliğe, plansızlığa ve aslında
çirkinliğe maruz kalan bir toplum, sonunda bununla uzlaşıp körleşir. Bu insanlar artık giderek
sokağındaki çöp yığınlarından bile rahatsız olmayacak kadar duyarsızlaşır. Etrafındaki çirkinliğe
alışan göz giderek artık hiçbir kötülükten ve niteliksiz gidişattan rahatsız olmamaya başlar.
İşte bir toplumun ahlaki çöküşünü hazırlayan nedenlerden biri de bu körleşmedir.
Toplumumuzdaki şiddet olaylarının artışının da bir nedeninin bu niteliksiz mimari yapılaşma ve
kaotik kentsel yaşam ortamımız olduğunu düşünüyorum. Çevresine duyarsızlaşan insan
çevresindeki insana ve yasalara karşı da duyarsızlaşır.

Oysa etrafında sadece güzellikler görmeye alışan bir göz, çirkinden ve yamuktan derhal
rahatsız olur. Çünkü farkındalığı artmıştır. Ancak farkındalığı artan bir insan, özgüvenle eğriyi
ve yanlışı dile getirmek ve düzeltmek konusunda cesaretli davranabilir.

Mimarinin insan psikolojisi ve giderek karakteri üzerinde etki gücüne sahip olduğu bir
gerçektir. İyi tasarlanmış ve organize edilmiş mekânlarda yaşayan insanların, bu iyiliği ve
güzelliği başka her alanda da çoğaltma ve yeniden üretme eğiliminde olduğu saptanmıştır.
Tıpkı şiddetin şiddeti doğurduğu gibi güzel ve nitelikli yaşamsal ortamlar da iyiliğin ve
güzelliğin yapı taşıdır. Sözgelimi, bir öğretmenin, doktorun ya da su tesisatçısının ürettiği işin
niteliği yaşadığı çevreden bağımsız değildir. Çünkü insanın iç huzuru ve mutluluğu, gündelik

hayatına ve üretimine yansır ve bu da ancak iyi bir çevrede ve nitelikli bir kentsel ortamda
yaşaması ile mümkün olabilir.

Birkaç yıl önce, ülkemizde deprem konulu uluslararası bir konferansta katılımcılardan biri olan
Japon mimara bir soru yöneltildi ve Türkiye'deki Yapı Denetim firmaları ile Japonya'dakileri
karşılaştırması istendi.
Mimarın verdiği kısa cevap Türkiye'nin bu alandaki ana sorununu özetler nitelikteydi.
‘’Japonya'da Yapı Denetim Firması yoktur. Çünkü tüm yapıları sadece mimar ve mühendisler
inşa eder.’’
Sonuç olarak; belki de sektördeki en büyük sorunumuz sektör dışı insanlardır. Maalesef maddi
kaynak bulan ve heves eden herkes bu ülkede inşaat yapmaya başlayabiliyor. Bunu
engelleyen yasal düzenlemenin henüz hayata geçirildiğini sanmıyorum. Sorunlarımızı çözmeye
buradan başlayabiliriz diye düşünüyorum.
İnşaat sektörünün şakaya gelmeyen bir alan olduğunu '99 Marmara depreminde ve son 2023
Kahramanmaraş depremlerinde çok acı dersler alarak öğrendik aslında. Ama yazık ki, etkili
yasalarla asıl sorunun üzerine gitmek yerine birkaç günah keçisi üzerinden yine olay
savuşturuldu ve ucu asıl suçlulara ulaşamadan konu kapatıldı.
Oysa üzerinde durulması gereken, binanın değil binayı yapanın ve yapılmasına izin verenin
niteliğiydi. Bu konuda nitelikler belirlenmedikçe ve yasa düzenlenmedikçe inşaat sektöründe
benzeri sorunlar yaşamaya devam edeceğiz ve daha pek çok insanımız ölecek ve onlara da
yine şehit denip geçilecek.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.