Komando İhtisas Kursu’nun sualtı bölümü bitmiş, Eğirdir’e dönülmüştü ve kursun bir sonraki bölümü başlayacaktı. Sivri Dağı’nın yansıttığı güneş ışınları cehennem gibi çökmüştü dağ, Komando Okulu ve Eğitim Merkezi’nin üzerine. Bir önceki bölümün yorgunluğunu atmak ve yeni başlayacak bölüme hazırlanmak üzere bir ağaç gölgesinde oturuyordu arkadaşlarıyla birlikte ama içi kıpır kıpırdı. Geyik muhabbetinin en koyulaştığı sırada Okul Komutanı Tuğgeneral’in emir astsubayı geldi ve Komutan’ın onu çağırdığını söyledi. Komutan’ın makamına girdiğinde kendisinin dışında iki kursiyerin daha bulunduğunun gördü. Biri kendisi gibi Hava İndirme Tugayı’nda görevli devre arkadaşıydı. Diğeri de yine aynı tugayda görevli astsubayımızdı.
Komutan elindeki mesajı okuyarak üçümüzün hemen birliğimize katılmamız gerektiğini belirtti. Tarih 19 Temmuz 1974’tü ve Kayseri’deki birliğimize süratle katılmamız emrediliyordu. Araç yoktu aslına bakarsanız yanımızda doğru dürüst paramız da yoktu. Üç kursiyer cebimizdeki paraları birleştirdik, geri kalanı da Komutan tamamladı ve Kayseri’ye gitmek üzere bir taksi tuttuk. Neyse zamanında vardık.
Ertesi gün uçaktan indiğimizde bize ateş eden yoktu ama anormal bir sıcakla karşılaştık. Her yer adeta yanıyordu. Meserya Ovası alev alevdi. Susuzluktan ve sıcaktan ağızlarımız köpürmüştü. Bu arada yanımıza gelen bir subay üçümüzü ve bölgedeki erleri Boğaz Bölgesindeki Kolordu Karargah’ına götürdü. Lefkoşe’de bulunan tanklarla takviyeli Yunan Alayı’nın Kolordu Karargahı’na taarruzu istihbaratı alınmıştı. Biz bölgenin emniyetini alacaktık. Hemen gelen erlerden 100’er kişi civarında bölükler teşkil ettik. Beraber geldiğimiz astsubayım da benim birliğime bölük astsubayı oldu. Karargah’ın emniyetini sağlayacak şekilde mevzilendik ve tedbir aldık. Çünkü daha kıyı başı tesis edilmemiş, Kıbrıs’a havadan inen birliklerle çıkarma yapan birlikler birleşmemiş ve daha da önemlisi tank, top vb. ağır silahlar henüz çıkmamıştı.
O gece beklenen taarruz olmadı ya da alınan tedbirlerle caydırıldı. Daha önceden hem Harp Okulu’ndan ve Hava İndirme Tugayı’ndan tanıdığım bir albay bölükleri toplayın tekmil alacağım diye tutturdu. Kendisine etrafımızdaki yüksek tepelerin düşmanın elinde olduğunu, bizi rahatlıkla görüp ateş altına alacaklarını, üstelik elimizde onları ateş altına alacak uzun menzilli silahlarımızın da olmadığını belirtmemize rağmen dediğini yaptı.
İçtimadan sonra bölüğümün erlerini astsubayım ve rehber olarak verilen Kıbrıs’lı mücahitle birlikte yerleştirirken Rumlar’ın attığı bir top mermisi bölgeye düştü. Mücahit bana “Teğmenim düşman topçusu düzeltme tanzimi yapıyor, biraz sonra taburca tesir ateşine başlarlar, hemen yan taraftaki mevziye girelim” dedi ve girdik. Astsubayım da ilerdeki mevziye girmek için dört beş adım attı atmadı 18 top mermisi ıslık çalarak üzerimizde patladı. Astsubayım şarapnel parçasıyla göğsünden yaralandı ve orada şehit oldu. Tam bir keşmekeş ve can pazarıydı ve ortalık bacağı, kolu kopan, ağır yaralanan mehmetçiklerin feryatlarıyla inliyordu. Tam bir buçuk saat boyunca ateş altında kaldık. Korunmak için dağa doğru gidiyoruz, topçu ateşini oraya kaydırıyorlardı. Sanırım 1,5 saat sonra uçaklarımızın gelişiyle ateş kesildi ve yaralılarımıza ve şehitlerimize ulaşabildik. Söz konusu topçu ateşi esnasında bölüğü su borusu geçirmek için kazılmış hendeğin içine sokabilmiştik. Sadece korunma için bir şeyler yapabildik. Çünkü düşman topçusunu ateş altına alabilecek ağır ve uzun menzilli silahlar henüz gelmemişti. Düşman topçu ateşine maruz kaldığımız süre içerisinde tek bir Mehmetçik bile bölgesini terketmediği gibi komutanlarına olan güvenleri asla sarsılmadı ve birbirleriyle dayanışma içinde oldu. Hiç unutmuyorum düşman topçu ateşi devam ederken bir Mehmetçik elinde çelik başlığı ile yanıma geldi bana komutanım ne yapayım diye sordu. Yüzünde korku ifadesi yoktu biraz şaşkınlık biraz mahcubiyet vardı. Baktım şarapnel parçası çelik başlığına isabet etmiş kafa derisinde sıyrık oluşmuştu. Sargı beziyle kafasını sardık ve büyük bir moralle ve minnet duygusuyla mevziine döndü.
ARKASI SONRA