Kenan Atasoy - Onursal Danıştay Üyesi
Köşe Yazarı
Kenan Atasoy - Onursal Danıştay Üyesi
 

0NUR ve ÖZGÜRLÜK - 4

ÖZGÜRLÜK MÜCADELE İLE KAZANILIR, DAYANIŞMA İLE KORUNUR.  Devleti oluşturan organların hukuka bağımlı olması bireylerin hak ve hukukunun güvencede olması için gereklidir. Bir siyasal rejim hukuk dışı yollarla, örneğin hükümet darbesi ile elde edilmişse gayrimeşrudur. Bir diğer şekilde ise iktidar meşru şekilde oluşmuştur ancak zamanla hukuk dışına çıkmıştır.  Genel olarak insanlar maalesef güncel çıkarlarını ön planda tutarlar.  Bunu ifade etmek için ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ derler. Ancak ‘özgürlük’ tüm insanların ortak değeridir ve sahip çıkılmalıdır. Siyasi görüş ayrılığı olsa da temel hak ve özgürlüklere sıkı sıkıya bağlı kalmak, yapılan haksızlıklara topluca direnmek, adaleti yaşatabilmek için zorunludur. Ancak bu hakkın kullanımı son çare olmalıdır. Öncelikle baskı, zulüm gibi hukuk dışı uygulamalara karşı tüm yasal yollar denenmeli, bu mümkün olmadığı takdirde direnme hakkı söz konusu olmalıdır. 1961 tarihli Anayasamızın başlangıç kısmında şu ifade yer almaktaydı. Türk Ulusu Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni yapmıştır. Kaybedilen özgürlüğü bir daha geri almak kolay değildir. Eğer bir nesil kölelik düzeninde yetişmişse ya da bir toplumda yaşayanlar özgürlüklerinden feragat edip, kölelik düzenine dönmüşlerse onlardan sonra gelen nesil kölelik düzenini doğal yaşama biçimi olarak kabul edecek, özgürlüklerini kısıtlayan oluşumlara boyun eğeceklerdir. Bu nedenle bireysel özgürlükler aynı zamanda toplumun ortak sorunu olduğundan bedeli ne olursa olsun özgürlüklerden asla taviz verilmemelidir. Che Guevera "Özgürlüğün en büyük düşmanı halinden memnun olan kölelerdir" diyor. Ömer Hayyam da şöyle diyor: “Yalnızca köleler efendilerin sarayı ve serveti ile gurur duyarlar. Beynini kullanmaktan aciz her insan zincirsiz köledir.” Atatürk’ün dediği gibi özgürlüğün de, eşitliğin de adaletin de dayanağı ulusal egemenliktir. Ulusal egemenliğin olmadığı dikta rejimlerinde özgürlükler korunaksızdır. Eğitim seviyesi gelişmiş olan toplumlarda özgürlük düzeyi yüksektir. Hz. Ali’nin dediği gibi “Zalimlerin saltanatı cahillerin omuzlarında yükselir.” “Her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin sorumluluğuna ortaktır. Bir ülke batının emperyalizminden, doğunun da vicdan sömürüsünden kurtulursa, ancak o zaman aydınlık günlere kavuşur.” (Atatürk) Karar vermeden önce düşünmek, tartışmak, karşılaştırmak, ısrarcı ve mücadeleci olmak gerekir. Voltaire atfedilen bir alıntıda şöyle dediği ifade ediliyor. “Düşüncelerine katılmıyorum ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” Nazi soykırımı sırasında Pastor Nie Moeller yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım, çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım, çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim. Sonra benim için geldiler, ses çıkaracak kimse kalmamıştı.” Zulme karşı direnme isyan gibi aktif bir eylem olabildiği gibi Sivil itaatsizlik şeklinde de olabilmektedir. Ulusun güvenliği ve huzurun sağlanması için bu türlü yollara başvurmaya gerek kalmaksızın yönetimde birbirlerini denetleyen mekanizmaların çalışır olması, yasama, yürütme ve yargının birbirlerinden bağımsız olması, şeffaflığın temini için basının özgür olması önemlidir. Direnmeye örnek olarak güncel bir konu olduğu için Satranç ustası Anna Muzychuk’un Suudi Arabistan’da oynamayı reddettiği olaydan söz edebiliriz. Şöyle diyor: “Kararımdan dolayı birkaç gün içinde birbiri ardına iki dünya şampiyonluğunu kaybedeceğim. Çünkü Suudi Arabistan’a gitmemeye karar verdim. Onların özel kuralları ile oynamayı, çarşaf giymeyi, bir erkeğin otelden çıkarken, dışarıda bana eşlik etmesini reddediyorum. Böylece kendimi ikinci sınıf bir insan gibi hissetmeyeceğim. İlkelerime uyacağım ve sadece beş gün içinde düzinelerce kombine turnuvadan daha fazla para kazanabileceğim hızlı satranç ve blitz dünya şampiyonasında maalesef yarışamayacağım.” Bu arada Atatürk pankartı ve tişörtlerine izin verilmemesi nedeniyle Suudi Arabistan’ın başkenti Cidde’de sahaya çıkmayan Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarının yöneticilerini de kutlamak gerek. Antidemokratik iktidarlar kendi güvenliklerini sağlamak için ya bendensin ya da karşı taraftansın diyerek toplumu ayrıştırır, onlar birbirleriyle uğraşırken iktidarlarını devam ettirirler. Örneğini geçmişte halkın sağcı solcu; dinci, cemaatçi gibi ayrıştırmalarla cinayetler işlendiğini görmüştük. Şimdi bunun yerini cemaatçilik aldı. Fetöcü denilen cemaatin iktidarı alabilmek için yaptığı kanlı darbe teşebbüsünü unutmadık. Halâ da mezhepçilik, tarikatçılık nedeniyle İslam dünyası bir araya gelememektedir. ABD’den alınan silahlarla Allahüekber diyerek birbirlerini öldürmektedirler. Bu konuda önceki Almanya başbakanı Angela Merkel’in değerlendirmesi çok anlamlıdır. Şöyle diyor: “Hindistan ve Çin birlikte iki milyar beş yüz milyon nüfusa sahip. 150 tanrısı ve 800'den fazla inancı var ve de barış içerisinde yaşıyorlar. Ama Müslümanların bir Allah'ı, bir Peygamberi, bir dini, bir kitabı var. Ama sokakları birbirinin kanıyla kıpkırmızı! Katili "Allah'u Ekber" diyor, kurbanı "Allah'u Ekber" diyor!  Ve her iki taraf da öldürülenlere şehit diyor! İslami Açıdan Özgürlük Müslüman özgürdür. İslam’da kula kul olmak değil, Allah’a kul olmak vardır. İnsan özgür olduğu içindir ki hesap günü eylemlerinden bizzat sorumludur. Fatır suresinin 18. ayeti şöyledir: “Kimse kimsenin yükünü çekmeyecektir. Yükü ağır olan taşımak için yardım istese en yakını bile onun bir parçasının taşınmasına yardım etmez. Sen sadece içinde Rabbinin korkusu olanları ve namazını tam kılanları uyarabilirsin. Kim kendini geliştirirse onu sadece kendisi için yapmış olur. Dönüş Allah’adır.” Bilgi insanın özgüvenini pekiştirir ve onu özgürleştirir. Bilgi sahibi olanlar bilgiyi sosyal hayatın yükünü hafifletmek için kullanır ve bu yolla çevrelerinde farkındalık yaratırlar. İnsanın kendini Yaratanı bilmesi ve diğer varlıklarla doğru ilişki kurması, ancak özgürlüğü sayesinde mümkündür. Sorumluluk özgür olayı gerektirir. İfade özgürlüğü sayesinde insanlar başkalarının aklından, deneyiminden, düşünme ve keşfetme gücünün yarattığı eserlerden yararlanır, kendilerini geliştirirler. İslamiyet akıl dinidir. “Aklı olmayanın dini yoktur” (Hz. Muhammed) Aklı olmayan kişi dinen sorumlu olmaz. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler. (Yunus 100) İslam dininin dört temel değeri vardır: 1) Hayatın/canın korunması, ) Aklın korunması, Dinin korunması, 4) Namusun/neslin korunması. “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256) İslam hukukunda kişinin kendisine ve başkasına zarar vermeyecek şeyleri yapabilmesi özgürlüktür. Çünkü insanın maddi ve manevi varlığı, Allah tarafından kendisine emanet olarak verilmiştir. Kur'an, insana inanç ve düşünce özgürlüğü alanında bir sınırlama getirmemiştir.  Başkalarının özgürlük alanlarını ihlal etmemek şartıyla her insana inancını yaşamasını ve düşüncesini özgürce açıklama hakkını vermiştir. İslam’a göre insan ayrıcalıklı bir varlık olduğu gibi Allah’ın ona yüklediği görev ve sorumluluk açısından da belli bir onura sahiptir. İnsanın değerli ve onurlu olması, onun özgür olmasını gerektirir. İnsanları harekete geçiren üç temel güdü vardır: Akıl, öfke ve şehvet. Bunların doğru kullanılmasında yapılacak seçim özgür eylemin nedenini ve sorumluluğunu tayin edecek, tercihin sonuçlarına katlanılacaktır. Mezhepçilik, tarikatçılık Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkmış, Müslümanları bölmüştür. Oysa İslamiyet barış dinidir, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmalarını emreder.  Konuya ilişkin bazı ayetler şöyledir: “Müslümanlar birbirlerinin kardeşidir.” (Hucurat 10 “Allah’ın ipine sıkı sıkı yapışın, dağılıp ayrılmayın” (Ali İmran 103). Yine Müminun suresinin 52 ve 53. Ayetlerinde “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim ama insanlar aralarındaki inanç bağını keserek kendi aralarında parça parça oldular” denilmektedir. Dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor. Konu ile ilgili bazı ayetlerde şöyle denilmektedir: “Kendilerine açık seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın” (Ali İmran 105). “Dinde ayrılık yaratmayın, dinî esaslarda ihtilâfa düşmeyin, farklı yollara gitmeyin” (Şura 13). “Hüküm yalnız Allah’ındır. O, yalnız ve yalnız kendisine kulluk etmenizi emretti” (Yusuf 40). Yalnız Allah’a kul olunmasını emreden Kur’an’ın bu ayetlerini görmezden gelip, bir şeyhe ya da padişaha kul olmayı yeğleyenlerin ne denli gaflet içinde olduklarını düşünmelerini isterim. İslamiyet öncesi cansız şeylere tapınanlar bu defa canlıları putlaştırmıyorlar mı? Ayetlerde açıklandığı gibi dini esaslarda ihtilaf yaratmak, farklı yollara sapmak, birbirlerine bağlanarak gruplaşıp dinlerini bölenlerden olmak yasaklanmıştır. Peki, bu ayet ve söylemler karşısında mezhepçilik, tarikatçılık konumu nedir? İslam’da tevhit inancı gereği mutlak egemenlik Allah’a aittir. Belli bir iktidar gücünü elde eden kişi, emanet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundadır. Dolayısıyla hiç kimse sahip olduğu siyasal güç sayesinde diğer insanlar üzerinde mutlak bir tasarruf ve vesayet hakkına sahip değildir. İslam’da siyaset kutsal kabul edilmediği gibi iktidar mutlak anlamda her hangi bir kişi veya zümreye tahsis edilmiş de değildir. Bu açıdan, her hangi bir yönetici veya yönetim ilahi bir güç ve kutsiyete sahip değildir. Onun için Kur’an, siyaset ve yönetim alanında işaret ettiği ilkelerle kişinin, başkasına köle olduğu ve özgürlüklerin kısıtlandığı dikta yönetimleri değil, ortak akılla ve kamuoyunun katılımıyla özgürlüklerden taviz vermeden onuruyla yaşanabilecek adil bir yönetim şekline işaret etmiştir. İslam dini, tevhit inancının eşitlik anlayışından dolayı, ister dini ve mezhebi, ister etnik ve ideolojisi ne olursa olsun, özgür yaşamı yok ettiği için, her türlü dikta yönetiminin karşısındadır. Yönetimde keyfilik, hukuksuzluk halinde toplumun direnme hakkı söz konusu olur. İslam hukukuna göre meşru otoriteye itaat gerekir. Ancak bir hadiste ise şöyle deniliyor: “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” Bir diğer hadiste ise “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” “Zalim olduğu kesinlik derecesinde sübut bulan zamanın sultanına âdil diyen ve dolayısıyla zulmü adâletle vasıflandıran kimse küfre girer.” (İmam (Ebu Mansur el-Maturidi) Düşünce ve inanç özgürlüğü temel insani haklardandır. Kur'an, insana inanç ve düşünce özgürlüğü alanında bir sınırlama getirmemiştir.  İslam hukukunda yer alan beş temel ilke vardır. Bunlar sırasıyla can, din, akıl, mal ve nesildir. Kişinin kendisine ve başkasına zarar vermeyecek şeyleri yapabilmesi özgürlüktür. İnsan kendi vücudunun maliki değildir. İnsanın maddi ve manevi varlığı, Allah tarafından kendisine emanet olarak verilmiştir.                                                                                                                    Din muhafızlığına soyunanlar, özgürce düşündüklerini söyleyenleri baskı altında tutmaktadırlar. Din örnek yaşam biçimini anlatır, yaşama anlam katar. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kendi tercihiyle bir dini kabul etme veya bir inanca sahip olma özgürlüğü ile tek başına veya başkalarıyla birlikte toplu bir biçimde, aleni veya özel olarak, dinini veya inancını ibadet, uygulama, öğretim şeklinde açığa vurma özgürlüğünü de içerir. İslam’da velilik, şeyhlik yoktur. Zümer suresinin 3. ayeti şöyledir. “Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır! O’nun yanında birilerini de veliler edinerek, ‘Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz’ diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.” Ankebut suresinin 41. ayeti de şöyledir: “Allah’tan başka dost ve yardımcı edinenler, ağ kuran örümceğe benzerler ve evlerin en çürüğü, elbette örümcek ağıdır, bir bilseler.” Özgürlüklerin Korunmasının Yasal Yolları 1982 Anayasasında düşünce özgürlüğü birçok uluslararası belgede olduğu gibi temel hak ve özgürlükler kapsamında kabul edilmiş ve güvence altına alınmıştır. Demokratik rejimler vatandaşların rahat ve özgür yaşamasını sağlar. Demokrasinin temeli budur. Bir ülkede yasaklar ne kadar çok ise özgürlükler de o oranında kısıtlıdır.  Cumhuriyet Türkiye'sinde vatandaşlar özgürlüğe sahiptirler, ancak artan yasaklar özgürlüğü kısıtlamaktadır.  Ancak şunu da unutmamalıdır ki, her bireyin özgürlüğü diğer bireyin özgürlüğü ile sınırlıdır. Sonsuz özgürlük yoktur. Vatandaşlar birbirlerinin özgürlüklerine saygılı oldukları sürece demokratik hayat sürer, aksi toplumda kargaşa yaratır. İlke olarak laikliğin olmadığı toplumlarda inanç özgürlüğü de olmaz. Kültür insanların düşünce alanını genişletir, yeni özgürlükler söz konusu olur. Düşünce özgürlüğü olmayan toplumlar yeniliklere kapalıdırlar, değişen koşullara uyum sağlayamazlar. Laiklik din özgürlüğünün güvencesidir. Atatürk’ün dediği gibi, Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan. İbadet ve din özgürlüğü de demektir. Anayasal bir hak olan özgürlüğün kullanılmasında güvence bağımsız yargıdır. Hukuki düzen özgürlüklerimizi garanti altına almalı ve bu haklar bağımsız yargının koruması altında olmalıdır. Bunun sağlanmasında herkesin sorumluluğu vardır. Cicero’nun dediği gibi, “Özgürlük için hepimiz hukukun kölesiyiz.”   Temel haklar insanlığın genel değerleridir ve bu hakların neler olduğu BM ve Avrupa Konseyi bildirgeleri ile saptanmıştır.  Hakkının tesliminde ulusal yargının yeterli olmadığı savında olan kişinin AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine) gitme hakkı vardır.  Anayasa’nın 90. Maddesinin son fıkrasında şöyle denilmektedir. "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesine göre Sözleşmeye taraf tüm devletler AİHM kararlarına uymaya mecburdurlar. AİHM daire itiraz edilebilir ancak bunun üzerine Büyük Daire tarafından verilen kararlar kesin olup itiraza tabi değildir.  Görüldüğü gibi AİHM kararları ulusal yargı kararlarının üstünde olup, bağlayıcıdır. AİHM itirazı ön koşullar açısından kabul edilebilir bulursa esas hakkında karar vermeden önce taraflara "uzlaşma" önerebilir. Taraflar kendi aralarında uzlaşır ve bu uzlaşı da mahkemece teyit edilir ise başvuru sonuçlanmış olur. Dostane çözüm yoluyla da bir sonuca ulaşılamamışsa mahkeme başvuruyu yeniden inceler, tarafların yazılı görüşlerini alır. Gerekli görürse duruşma yapar, tanık dinler, soruşturma ve araştırma yapar. Mahkeme, başvuru sahibinin sözleşmede tanınan bir hakkının devlet tarafından ihlâl edildiği kararına varırsa, "hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder" yani devletin tazminat ödemesine karar verir. Mahkemenin kararlarının uygulanıp uygulanmadığı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi adına Delegeler Komitesi tarafından denetlenir.               Atatürkçü özgürlük, herkesin hakkına saygı gösteren bir anlayışı ifade eder. Eğer bir nesil özgürlüğünden vazgeçer, kendini sultanın, ağanın ya da şeyhin kulu olarak yaşarsa onların çocukları da bu yaşam biçiminin doğal olduğunu düşünecek, tepki duymayacaklardır. Aradan 100 yıl geçmiş olmasına karşın halâ sultanın kulu olarak yaşamaktansa özgür yaşamanın değerini kavrayamayan insanlar var. Çünkü onlar özgürlüklerini bir mücadele ile kazanmamış, bir bedel ödemeksizin Atatürk sayesinde bu haklarını elde etmişlerdir. Özgürlük anlayışı kültür ister. Eğitim seviyesi düşük fakir semtlerde biat kültürü, baskı ve istismar yaygındır. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahaleleri olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Atatürk’ün dediği gibi “Vatandaş nerede ve ne durumda olursa olsun serbest konuşmalı, kafasından geçen, vicdanından gelen şeyleri söylemeli. Karşısındaki cumhurbaşkanı bile olsa, düşüncelerini açıklamaktan çekinmesinler.” (1930). 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, düşünce özgürlüğünü, düşüncelerin yayımlanmasını, basın özgürlüğünü tanıyan ilk belgelerden biri olmuştur. Bildirinin 11. maddesinde "Düşüncelerin, fikir ve kanaatlerin başkalarına serbeste söylenmesi, insanın en değerli haklarındandır. Her vatandaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ya da yayın yapabilir." denilmektedir. 1791 tarihinde ABD Anayasasıyla Basın Özgürlüğü güvenceye alınmıştır. Diğer demokratik devletler de aynı yolu izleyerek basın özgürlüğünü anayasal güvence altına almışlardır. İkinci Dünya savaşından sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde düşünce ve basın özgürlüğüne yer verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Türk Anayasa Hukuku, basın özgürlüğünün korunmasını güvence altına almak amacıyla bir dizi hüküm ve düzenleme getirmektedir. Bu hükümler, basın özgürlüğünün kişisel hakların korunmasına yardımcı olacak şekilde uygulanmaktadır. İnsan haklarının güvence altına alan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası basının özgürlüğünü temel bir insan hakkı olarak kabul etmekte ve bu özgürlüğü korumaktadır. Buna karşın Türkiye'de  günümüzde yayın yasağı ve sansür ile sık sık karşılaşılmaktadır. Basın özgürlüğü endeksinde maalesef ülkemiz alt sıralarda bulunmaktadır.   Sonuç olarak temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilemez, devredilemez değerlerdir. Yönetimler kişisel özgürlüklere müdahale etmemeli, aksine bu hakların korunması için gerekli önlemleri almalıdır. Zorunlu hallerde bu hakkın kullanılmasına yönelik sınırlamaların neleri kapsayacağı anayasada belirtilmiştir. Anayasanın 26. Maddesinde açıklandığı gibi “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”            
Ekleme Tarihi: 24 Mayıs 2024 - Cuma

0NUR ve ÖZGÜRLÜK - 4

ÖZGÜRLÜK MÜCADELE İLE KAZANILIR, DAYANIŞMA İLE KORUNUR. 

Devleti oluşturan organların hukuka bağımlı olması bireylerin hak ve hukukunun güvencede olması için gereklidir. Bir siyasal rejim hukuk dışı yollarla, örneğin hükümet darbesi ile elde edilmişse gayrimeşrudur. Bir diğer şekilde ise iktidar meşru şekilde oluşmuştur ancak zamanla hukuk dışına çıkmıştır. 

Genel olarak insanlar maalesef güncel çıkarlarını ön planda tutarlar.  Bunu ifade etmek için ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ derler. Ancak ‘özgürlük’ tüm insanların ortak değeridir ve sahip çıkılmalıdır. Siyasi görüş ayrılığı olsa da temel hak ve özgürlüklere sıkı sıkıya bağlı kalmak, yapılan haksızlıklara topluca direnmek, adaleti yaşatabilmek için zorunludur. Ancak bu hakkın kullanımı son çare olmalıdır. Öncelikle baskı, zulüm gibi hukuk dışı uygulamalara karşı tüm yasal yollar denenmeli, bu mümkün olmadığı takdirde direnme hakkı söz konusu olmalıdır. 1961 tarihli Anayasamızın başlangıç kısmında şu ifade yer almaktaydı. Türk Ulusu Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni yapmıştır.

Kaybedilen özgürlüğü bir daha geri almak kolay değildir. Eğer bir nesil kölelik düzeninde yetişmişse ya da bir toplumda yaşayanlar özgürlüklerinden feragat edip, kölelik düzenine dönmüşlerse onlardan sonra gelen nesil kölelik düzenini doğal yaşama biçimi olarak kabul edecek, özgürlüklerini kısıtlayan oluşumlara boyun eğeceklerdir. Bu nedenle bireysel özgürlükler aynı zamanda toplumun ortak sorunu olduğundan bedeli ne olursa olsun özgürlüklerden asla taviz verilmemelidir. Che Guevera "Özgürlüğün en büyük düşmanı halinden memnun olan kölelerdir" diyor. Ömer Hayyam da şöyle diyor: “Yalnızca köleler efendilerin sarayı ve serveti ile gurur duyarlar. Beynini kullanmaktan aciz her insan zincirsiz köledir.” Atatürk’ün dediği gibi özgürlüğün de, eşitliğin de adaletin de dayanağı ulusal egemenliktir. Ulusal egemenliğin olmadığı dikta rejimlerinde özgürlükler korunaksızdır.

Eğitim seviyesi gelişmiş olan toplumlarda özgürlük düzeyi yüksektir. Hz. Ali’nin dediği gibi “Zalimlerin saltanatı cahillerin omuzlarında yükselir.” “Her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin sorumluluğuna ortaktır. Bir ülke batının emperyalizminden, doğunun da vicdan sömürüsünden kurtulursa, ancak o zaman aydınlık günlere kavuşur.” (Atatürk)

Karar vermeden önce düşünmek, tartışmak, karşılaştırmak, ısrarcı ve mücadeleci olmak gerekir. Voltaire atfedilen bir alıntıda şöyle dediği ifade ediliyor. “Düşüncelerine katılmıyorum ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” Nazi soykırımı sırasında Pastor Nie Moeller yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım, çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım, çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim. Sonra benim için geldiler, ses çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Zulme karşı direnme isyan gibi aktif bir eylem olabildiği gibi Sivil itaatsizlik şeklinde de olabilmektedir. Ulusun güvenliği ve huzurun sağlanması için bu türlü yollara başvurmaya gerek kalmaksızın yönetimde birbirlerini denetleyen mekanizmaların çalışır olması, yasama, yürütme ve yargının birbirlerinden bağımsız olması, şeffaflığın temini için basının özgür olması önemlidir.

Direnmeye örnek olarak güncel bir konu olduğu için Satranç ustası Anna Muzychuk’un Suudi Arabistan’da oynamayı reddettiği olaydan söz edebiliriz. Şöyle diyor: “Kararımdan dolayı birkaç gün içinde birbiri ardına iki dünya şampiyonluğunu kaybedeceğim. Çünkü Suudi Arabistan’a gitmemeye karar verdim. Onların özel kuralları ile oynamayı, çarşaf giymeyi, bir erkeğin otelden çıkarken, dışarıda bana eşlik etmesini reddediyorum. Böylece kendimi ikinci sınıf bir insan gibi hissetmeyeceğim. İlkelerime uyacağım ve sadece beş gün içinde düzinelerce kombine turnuvadan daha fazla para kazanabileceğim hızlı satranç ve blitz dünya şampiyonasında maalesef yarışamayacağım.”

Bu arada Atatürk pankartı ve tişörtlerine izin verilmemesi nedeniyle Suudi Arabistan’ın başkenti Cidde’de sahaya çıkmayan Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarının yöneticilerini de kutlamak gerek.

Antidemokratik iktidarlar kendi güvenliklerini sağlamak için ya bendensin ya da karşı taraftansın diyerek toplumu ayrıştırır, onlar birbirleriyle uğraşırken iktidarlarını devam ettirirler. Örneğini geçmişte halkın sağcı solcu; dinci, cemaatçi gibi ayrıştırmalarla cinayetler işlendiğini görmüştük. Şimdi bunun yerini cemaatçilik aldı. Fetöcü denilen cemaatin iktidarı alabilmek için yaptığı kanlı darbe teşebbüsünü unutmadık. Halâ da mezhepçilik, tarikatçılık nedeniyle İslam dünyası bir araya gelememektedir. ABD’den alınan silahlarla Allahüekber diyerek birbirlerini öldürmektedirler. Bu konuda önceki Almanya başbakanı Angela Merkel’in değerlendirmesi çok anlamlıdır. Şöyle diyor: “Hindistan ve Çin birlikte iki milyar beş yüz milyon nüfusa sahip. 150 tanrısı ve 800'den fazla inancı var ve de barış içerisinde yaşıyorlar. Ama Müslümanların bir Allah'ı, bir Peygamberi, bir dini, bir kitabı var. Ama sokakları birbirinin kanıyla kıpkırmızı! Katili "Allah'u Ekber" diyor, kurbanı "Allah'u Ekber" diyor!  Ve her iki taraf da öldürülenlere şehit diyor!

İslami Açıdan Özgürlük

Müslüman özgürdür. İslam’da kula kul olmak değil, Allah’a kul olmak vardır. İnsan özgür olduğu içindir ki hesap günü eylemlerinden bizzat sorumludur. Fatır suresinin 18. ayeti şöyledir: “Kimse kimsenin yükünü çekmeyecektir. Yükü ağır olan taşımak için yardım istese en yakını bile onun bir parçasının taşınmasına yardım etmez. Sen sadece içinde Rabbinin korkusu olanları ve namazını tam kılanları uyarabilirsin. Kim kendini geliştirirse onu sadece kendisi için yapmış olur. Dönüş Allah’adır.”

Bilgi insanın özgüvenini pekiştirir ve onu özgürleştirir. Bilgi sahibi olanlar bilgiyi sosyal hayatın yükünü hafifletmek için kullanır ve bu yolla çevrelerinde farkındalık yaratırlar. İnsanın kendini Yaratanı bilmesi ve diğer varlıklarla doğru ilişki kurması, ancak özgürlüğü sayesinde mümkündür. Sorumluluk özgür olayı gerektirir. İfade özgürlüğü sayesinde insanlar başkalarının aklından, deneyiminden, düşünme ve keşfetme gücünün yarattığı eserlerden yararlanır, kendilerini geliştirirler. İslamiyet akıl dinidir. “Aklı olmayanın dini yoktur” (Hz. Muhammed) Aklı olmayan kişi dinen sorumlu olmaz. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler. (Yunus 100) İslam dininin dört temel değeri vardır: 1) Hayatın/canın korunması, ) Aklın korunması, Dinin korunması, 4) Namusun/neslin korunması.

“Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256) İslam hukukunda kişinin kendisine ve başkasına zarar vermeyecek şeyleri yapabilmesi özgürlüktür. Çünkü insanın maddi ve manevi varlığı, Allah tarafından kendisine emanet olarak verilmiştir. Kur'an, insana inanç ve düşünce özgürlüğü alanında bir sınırlama getirmemiştir.  Başkalarının özgürlük alanlarını ihlal etmemek şartıyla her insana inancını yaşamasını ve düşüncesini özgürce açıklama hakkını vermiştir. İslam’a göre insan ayrıcalıklı bir varlık olduğu gibi Allah’ın ona yüklediği görev ve sorumluluk açısından da belli bir onura sahiptir. İnsanın değerli ve onurlu olması, onun özgür olmasını gerektirir. İnsanları harekete geçiren üç temel güdü vardır: Akıl, öfke ve şehvet. Bunların doğru kullanılmasında yapılacak seçim özgür eylemin nedenini ve sorumluluğunu tayin edecek, tercihin sonuçlarına katlanılacaktır.

Mezhepçilik, tarikatçılık Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkmış, Müslümanları bölmüştür. Oysa İslamiyet barış dinidir, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmalarını emreder.  Konuya ilişkin bazı ayetler şöyledir: “Müslümanlar birbirlerinin kardeşidir.” (Hucurat 10 “Allah’ın ipine sıkı sıkı yapışın, dağılıp ayrılmayın” (Ali İmran 103). Yine Müminun suresinin 52 ve 53. Ayetlerinde “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim ama insanlar aralarındaki inanç bağını keserek kendi aralarında parça parça oldular” denilmektedir.

Dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor. Konu ile ilgili bazı ayetlerde şöyle denilmektedir: “Kendilerine açık seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın” (Ali İmran 105). “Dinde ayrılık yaratmayın, dinî esaslarda ihtilâfa düşmeyin, farklı yollara gitmeyin” (Şura 13). “Hüküm yalnız Allah’ındır. O, yalnız ve yalnız kendisine kulluk etmenizi emretti” (Yusuf 40). Yalnız Allah’a kul olunmasını emreden Kur’an’ın bu ayetlerini görmezden gelip, bir şeyhe ya da padişaha kul olmayı yeğleyenlerin ne denli gaflet içinde olduklarını düşünmelerini isterim. İslamiyet öncesi cansız şeylere tapınanlar bu defa canlıları putlaştırmıyorlar mı? Ayetlerde açıklandığı gibi dini esaslarda ihtilaf yaratmak, farklı yollara sapmak, birbirlerine bağlanarak gruplaşıp dinlerini bölenlerden olmak yasaklanmıştır. Peki, bu ayet ve söylemler karşısında mezhepçilik, tarikatçılık konumu nedir?

İslam’da tevhit inancı gereği mutlak egemenlik Allah’a aittir. Belli bir iktidar gücünü elde eden kişi, emanet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundadır. Dolayısıyla hiç kimse sahip olduğu siyasal güç sayesinde diğer insanlar üzerinde mutlak bir tasarruf ve vesayet hakkına sahip değildir. İslam’da siyaset kutsal kabul edilmediği gibi iktidar mutlak anlamda her hangi bir kişi veya zümreye tahsis edilmiş de değildir. Bu açıdan, her hangi bir yönetici veya yönetim ilahi bir güç ve kutsiyete sahip değildir. Onun için Kur’an, siyaset ve yönetim alanında işaret ettiği ilkelerle kişinin, başkasına köle olduğu ve özgürlüklerin kısıtlandığı dikta yönetimleri değil, ortak akılla ve kamuoyunun katılımıyla özgürlüklerden taviz vermeden onuruyla yaşanabilecek adil bir yönetim şekline işaret etmiştir. İslam dini, tevhit inancının eşitlik anlayışından dolayı, ister dini ve mezhebi, ister etnik ve ideolojisi ne olursa olsun, özgür yaşamı yok ettiği için, her türlü dikta yönetiminin karşısındadır.

Yönetimde keyfilik, hukuksuzluk halinde toplumun direnme hakkı söz konusu olur. İslam hukukuna göre meşru otoriteye itaat gerekir. Ancak bir hadiste ise şöyle deniliyor: “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” Bir diğer hadiste ise “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” “Zalim olduğu kesinlik derecesinde sübut bulan zamanın sultanına âdil diyen ve dolayısıyla zulmü adâletle vasıflandıran kimse küfre girer.” (İmam (Ebu Mansur el-Maturidi)

Düşünce ve inanç özgürlüğü temel insani haklardandır. Kur'an, insana inanç ve düşünce özgürlüğü alanında bir sınırlama getirmemiştir.  İslam hukukunda yer alan beş temel ilke vardır. Bunlar sırasıyla can, din, akıl, mal ve nesildir. Kişinin kendisine ve başkasına zarar vermeyecek şeyleri yapabilmesi özgürlüktür. İnsan kendi vücudunun maliki değildir. İnsanın maddi ve manevi varlığı, Allah tarafından kendisine emanet olarak verilmiştir.                                                                                                                   

Din muhafızlığına soyunanlar, özgürce düşündüklerini söyleyenleri baskı altında tutmaktadırlar. Din örnek yaşam biçimini anlatır, yaşama anlam katar. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kendi tercihiyle bir dini kabul etme veya bir inanca sahip olma özgürlüğü ile tek başına veya başkalarıyla birlikte toplu bir biçimde, aleni veya özel olarak, dinini veya inancını ibadet, uygulama, öğretim şeklinde açığa vurma özgürlüğünü de içerir. İslam’da velilik, şeyhlik yoktur. Zümer suresinin 3. ayeti şöyledir. “Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır! O’nun yanında birilerini de veliler edinerek, ‘Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz’ diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.” Ankebut suresinin 41. ayeti de şöyledir: “Allah’tan başka dost ve yardımcı edinenler, ağ kuran örümceğe benzerler ve evlerin en çürüğü, elbette örümcek ağıdır, bir bilseler.”

Özgürlüklerin Korunmasının Yasal Yolları

1982 Anayasasında düşünce özgürlüğü birçok uluslararası belgede olduğu gibi temel hak ve özgürlükler kapsamında kabul edilmiş ve güvence altına alınmıştır. Demokratik rejimler vatandaşların rahat ve özgür yaşamasını sağlar. Demokrasinin temeli budur. Bir ülkede yasaklar ne kadar çok ise özgürlükler de o oranında kısıtlıdır.  Cumhuriyet Türkiye'sinde vatandaşlar özgürlüğe sahiptirler, ancak artan yasaklar özgürlüğü kısıtlamaktadır.  Ancak şunu da unutmamalıdır ki, her bireyin özgürlüğü diğer bireyin özgürlüğü ile sınırlıdır. Sonsuz özgürlük yoktur. Vatandaşlar birbirlerinin özgürlüklerine saygılı oldukları sürece demokratik hayat sürer, aksi toplumda kargaşa yaratır.

İlke olarak laikliğin olmadığı toplumlarda inanç özgürlüğü de olmaz. Kültür insanların düşünce alanını genişletir, yeni özgürlükler söz konusu olur. Düşünce özgürlüğü olmayan toplumlar yeniliklere kapalıdırlar, değişen koşullara uyum sağlayamazlar. Laiklik din özgürlüğünün güvencesidir. Atatürk’ün dediği gibi, Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan. İbadet ve din özgürlüğü de demektir.

Anayasal bir hak olan özgürlüğün kullanılmasında güvence bağımsız yargıdır. Hukuki düzen özgürlüklerimizi garanti altına almalı ve bu haklar bağımsız yargının koruması altında olmalıdır. Bunun sağlanmasında herkesin sorumluluğu vardır. Cicero’nun dediği gibi, “Özgürlük için hepimiz hukukun kölesiyiz.”

 

Temel haklar insanlığın genel değerleridir ve bu hakların neler olduğu BM ve Avrupa Konseyi bildirgeleri ile saptanmıştır.  Hakkının tesliminde ulusal yargının yeterli olmadığı savında olan kişinin AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine) gitme hakkı vardır.  Anayasa’nın 90. Maddesinin son fıkrasında şöyle denilmektedir. "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesine göre Sözleşmeye taraf tüm devletler AİHM kararlarına uymaya mecburdurlar.

AİHM daire itiraz edilebilir ancak bunun üzerine Büyük Daire tarafından verilen kararlar kesin olup itiraza tabi değildir.  Görüldüğü gibi AİHM kararları ulusal yargı kararlarının üstünde olup, bağlayıcıdır.

AİHM itirazı ön koşullar açısından kabul edilebilir bulursa esas hakkında karar vermeden önce taraflara "uzlaşma" önerebilir. Taraflar kendi aralarında uzlaşır ve bu uzlaşı da mahkemece teyit edilir ise başvuru sonuçlanmış olur. Dostane çözüm yoluyla da bir sonuca ulaşılamamışsa mahkeme başvuruyu yeniden inceler, tarafların yazılı görüşlerini alır. Gerekli görürse duruşma yapar, tanık dinler, soruşturma ve araştırma yapar. Mahkeme, başvuru sahibinin sözleşmede tanınan bir hakkının devlet tarafından ihlâl edildiği kararına varırsa, "hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder" yani devletin tazminat ödemesine karar verir. Mahkemenin kararlarının uygulanıp uygulanmadığı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi adına Delegeler Komitesi tarafından denetlenir.

              Atatürkçü özgürlük, herkesin hakkına saygı gösteren bir anlayışı ifade eder. Eğer bir nesil özgürlüğünden vazgeçer, kendini sultanın, ağanın ya da şeyhin kulu olarak yaşarsa onların çocukları da bu yaşam biçiminin doğal olduğunu düşünecek, tepki duymayacaklardır. Aradan 100 yıl geçmiş olmasına karşın halâ sultanın kulu olarak yaşamaktansa özgür yaşamanın değerini kavrayamayan insanlar var. Çünkü onlar özgürlüklerini bir mücadele ile kazanmamış, bir bedel ödemeksizin Atatürk sayesinde bu haklarını elde etmişlerdir.

Özgürlük anlayışı kültür ister. Eğitim seviyesi düşük fakir semtlerde biat kültürü, baskı ve istismar yaygındır. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahaleleri olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Atatürk’ün dediği gibi “Vatandaş nerede ve ne durumda olursa olsun serbest konuşmalı, kafasından geçen, vicdanından gelen şeyleri söylemeli. Karşısındaki cumhurbaşkanı bile olsa, düşüncelerini açıklamaktan çekinmesinler.” (1930).

1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, düşünce özgürlüğünü, düşüncelerin yayımlanmasını, basın özgürlüğünü tanıyan ilk belgelerden biri olmuştur. Bildirinin 11. maddesinde "Düşüncelerin, fikir ve kanaatlerin başkalarına serbeste söylenmesi, insanın en değerli haklarındandır. Her vatandaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ya da yayın yapabilir." denilmektedir. 1791 tarihinde ABD Anayasasıyla Basın Özgürlüğü güvenceye alınmıştır. Diğer demokratik devletler de aynı yolu izleyerek basın özgürlüğünü anayasal güvence altına almışlardır. İkinci Dünya savaşından sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde düşünce ve basın özgürlüğüne yer verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Türk Anayasa Hukuku, basın özgürlüğünün korunmasını güvence altına almak amacıyla bir dizi hüküm ve düzenleme getirmektedir. Bu hükümler, basın özgürlüğünün kişisel hakların korunmasına yardımcı olacak şekilde uygulanmaktadır. İnsan haklarının güvence altına alan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası basının özgürlüğünü temel bir insan hakkı olarak kabul etmekte ve bu özgürlüğü korumaktadır. Buna karşın Türkiye'de  günümüzde yayın yasağı ve sansür ile sık sık karşılaşılmaktadır. Basın özgürlüğü endeksinde maalesef ülkemiz alt sıralarda bulunmaktadır.

 

Sonuç olarak temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilemez, devredilemez değerlerdir. Yönetimler kişisel özgürlüklere müdahale etmemeli, aksine bu hakların korunması için gerekli önlemleri almalıdır. Zorunlu hallerde bu hakkın kullanılmasına yönelik sınırlamaların neleri kapsayacağı anayasada belirtilmiştir. Anayasanın 26. Maddesinde açıklandığı gibi “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”

 

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.