Kenan Atasoy - Onursal Danıştay Üyesi
Köşe Yazarı
Kenan Atasoy - Onursal Danıştay Üyesi
 

Dinin Siyasileşmesi ve İrtica Hareketleri

İrtica ya da gerici sözcükleri eski düzene dönmeyi arzulayan, yeniliğe karşı çıkanlar için kullanılır. İslami hükümlerin asıl maksadını bir kenara bırakıp, işe gelen bazı ayetleri sloganlaştırmak, dini dünyevi amaçları için kullanmak gericilerin taktiğidir. Bu taktik Muaviye, zamanında başlamış, Hz. Ali ile karşı karşıya geldiği Sıffin savaşında askerlerinin mızraklarının ucuna Kur’an sayfaları taktırarak, hile ile savaşı lehine çevirmiş, bu suretle dini siyasete alet etmiştir. İslam ülkelerinde gelişmeye engel olan benzeri olaylara rastlanmaktadır. Osmanlı Devletinde gericiliğe örnek olarak şu olayları gösterebiliriz. a)Osmanlı Devletinde ayaklanmada öldürülen ilk padişah II. Osman’dır (Genç Osman). Reformlarına karşı çıkan ve yolsuzlukları nedeniyle arpalıkları kesilen ulema ve yeniçeriler birlik olup Gen Osman’ı tahttan indirmişler, Yedikule zindanlarında çeşitli hakaretlerde bulunarak öldürmüşlerdir. Yerine I. Mustafa (1622) getirilmiştir. Akli dengesi bozuk, balıklara altın atan, karşısına çıkana para dağıtan padişah olarak tanınıyor. b)Lale devri denen Nevşehirli Damat İbrahim paşa döneminde ilk matbaa açılmış, yabancı dillerden çeviriler yapılmış, kütüphaneler açılmış, kağıt, kumaş imalathaneleri ve itfaiye kurulmuştur. Matbaa izni İbrahim Müteferrika’ya ancak dini olmayan eserler basmak şartı ile verilmişti. Bunda el yazması kitaplardan para kazananların baskısı olduğu ifade edilir. Patrona Halil isyanı Lale Devrini (1718-1730) sona erdiren ayaklanmadır. Sadrazam Damat İbrahim paşadan memnun olmayanların yeniçerileri kışkırtmasıyla başlatılan harekettir. İsyanı Kapalı Çarşı’da tellaklık yapan Patrona Halil adlı kişi başlattığı için hareket bu adla anılıyor. İsyancılar hapishanelerdeki serbest bıraktırmışlar, istekleri üzerine Padişah III. Ahmet, Damat İbrahim Paşa ve Kaptanı Derya dahil olmak üzere istenen kişileri boğdurtarak cesetlerini onlara teslim etmiştir. Bununla da yetinmeyen isyancıların baskısı üzerine Padişah III. Ahmet kardeşi Mustafa’nın oğlu Şehzade Mahmut’a saltanatı bırakmıştır. Yeni Padişah I. Mahmut zamanla otoriteyi sağlamış, isyancı Patrona Halil’i öldürtmüştür. c)Kabakçı Mustafa İsyanı (1807) da gerici bir harekettir. Sultan III. Selim, Nizam-ı Cedit adı ile askeri, mülki, idari, ticari, sosyal ve siyasi bir dizi ıslahat teşebbüsünde bulunuyor. Yapılanlardan memnun olmayan, menfaatleri zedelenen yeniçeriler ulema sınıfının da desteğiyle Kabakçı Mustafa adlı yeniçeri isyanını başlatıyorlar. Gerici yerel vaizlerin Nizam-Cedit askerine giydirilen pantolon ve ceketin de dinen caiz olmadığına dair söylentiler çıkartarak yerel halkı da bu isyanın içine çektikleri ifade edilmektedir. Bu hareketin arkasında Sadaret Kaymakamı Köse Musa paşa ile Şeyhülislam Topal Ataullah Mehmet efendinin olduğu tarihi kaynaklarda yer alıyor. d)Sadrazam Alemdar Mustafa paşa kaldırılmış olan Nizam-ı Cedit yerine Sebna*ı Cedid askeri ocağını kurmuştur. Ancak buna karşı çıkan yeniçeriler 15 Kasım 1808 gecesi isyan çıkarıp, Alemdar Mustafa paşayı köşkünde kuşatmışlardır. Çaresiz kalan Alemdar Mustafa paşa cephaneliği ateşe vererek, hem kendisinin hem de isyancıların bir kısmının ölümüne neden olmuştur. e)31 Mart vakasının nedenleri ibretliktir. Yakın tarihimizi ilgilendirdiği için konuyu biraz geniş olarak ele alacağım. Tarihi kaynaklara göre 1908 yılında Meşrutiyet’in ilanından memnun olmayanların yarattıkları kutuplaşmadan, İttihat ve Terakki Cemiyetine ters düşen memurların görevlerinden uzaklaştırılmalarından kaynaklanan bir harekettir. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’da irtica yanlısı bir takım küçük ayaklanmalar meydana gelmiş, ancak kısa sürede bastırılmıştır. Örneğin 7 Ekim 1908’de Fatih Camiinde (Kör Ali ve İsmail Hakkı adlarında) iki hocanın arkasına takılan halkın Yıldız Sarayına kadar gidip, Meşrutiyet aleyhine gösteri yapmaları gibi! Ekim 1908’de ordu içinde “alaylı” ve “mektepli” subaylar arasında hoşnutsuzluklar artmışi alaylı subayların ordudan tasfiye edileceği söylentileri çıkmıştır. İbadet bahanesi ile talimden kaçınılmasının disiplinsizliğe sebep olması nedeniyle önlem alınması da dinci propagandaya sebebiyet vermiştir. O tarihlerde Volkan gazetesini çıkaran Derviş Vahdeti isyanın çıkarılmasında önemli rol oynamıştır. İngilizler tarafından finanse edilen ve Prens Sabahattin’in ademi merkeziyetçi görüşlerine de yer veren gazete alaylı askerler arasında taraftar bulmuştur. Bu dönemde Harp Okulu öğrencileri de okul nizamnamesinin sertliğini ve yabancı dil öğrenmenin güçlüğünü sebep gösterip 23 Ocak 1909 da isyan çıkarmışlardır. Sultan Abdülhamit’in özel muhafız alayının bir bölümünü oluşturan Arnavut ve Arap asıllılardan oluşan Zuhaf Alayına Türk askerlerinin katılmak istenmesi de olaylara neden olmuştur. Tüm bu olaylar Selanik’ten gelen avcı taburları vasıtasıyla bastırılmıştır. Bu dönemde bir de “Asker*Medreseliler” çatışması vardır. Medreselilerin askerlik hizmetinden muaf tutulmasını haksızlık olarak değerlendiren Harbiyeliler muaflığın devamı için medrese mensuplarının okuma-yazma sınavına tabi tutulmalarını istemişlerdir. Şeyhülislamlık ile Harbiye Nezareti arasındaki pazarlık sonucu medreselilerin birkaç satır yazı yazmaları, birkaç basit cümle okumaları ve namaz ve oruç bahislerinden sorular içeren bir sınava tabi tutulmaları kararı alınıyor. Bu karar medreselilerde Harbiye Nazırına karşı öfke duyulmasına sebep oluyor. İttihat ve Terakki ile ters düşen Kamil Paşa hükümeti de Meclisin ademi itimat oyları ile 4 Şubat 1909’da düşürülüyor, yerine Hüseyin Hilmi Paşa getiriliyor. Toplumda bu kutuplaşmalar ve tahammülsüzlükler nedeniyle siyasi cinayetler işleniyor. 7 Nisan 1908 günü “Serbesti” gazetesi başyazarı Hasan Fehmi öldürülüyor. “Şeriat isteriz, Padişahım çok yaşa” sloganlarıyla meydanda toplanan askerlere katılan yüzlerce hoca ve medrese öğrencisi tarafından mektepli subayların orduyu Frenkleştirmeye çalıştıklarını, bütün bunların İttihat Terakki Cemiyetinin başının altından çıktığını, din hükümlerinin ayaklar altına alındığını ifade eden konuşmalardan sonra Meclis binası işgal ediliyor. Adliye Nazırı Nazım Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından Ahmet Rıza beye benzetildiği için, Lazkiye milletvekili Aslan bey de Hüseyin Cahit sanılarak öldürülüyor. Bahriye Nazırı Rıza Paşa ise ağır yaralanmıştır. Bu olayların ardından Şurayı Ümmet ve Tanin basımevleri yağma edilmiş, padişahın isteği ile hükümet istifa etmiştir. İsyancıların isteği doğrultusunda 14 Nisan 1909’dq Tevfik Paşa hükümeti kurulmuştur. “Affı Şahane” adı verilen genel af çıkarıldığı halde isyancılar zorbalığa devam etmişler, bazı subayları öldürmüşler, Türk kadınlarının Beyoğlu’na çıkmasına engel olmuşlar, Frenk gömleği giyenleri tartaklamışlardır. Asar-ı Şevket zırhlısı kaptanı kendi gemisinin erleri tarafından sürüklenerek Yıldız Sarayına getirilmiş, Sultan Abdülhamit’in gözleri önünde öldürülmüş, Yıldız Sarayı yağmalanmıştır. Bu olaylar nedeniyle Selanik’teki İttihatçılar arasında İstanbul üzerine bir kuvvet yollamak konusunda bir fikir birliği oluşuyor. Resneli Niyazi bey bir araya getirilen gönüllülerle birlikte bu hareketin içinde yer alıyor. Toplanan bütün kuvvetlerin başına Selanik IX. Redif Fırkası (tümeni) Kumandanı Hüsnü Paşa, Kurmay Başkanlığına da Kolağası Mustafa Kemal bey atanıyor. Mustafa Kemal bey Selanik’ten İstanbul’a hareket eden bu orduya “Hareket Ordusu” adını vermiştir. Hareket ordusu, 14 Nisan akşamı trenle İstanbul’a hareket ediyor. İstanbul önlerine geldikten sonra 19 Nisan’da halka ordunun amacını açıklayan bir beyanname yayınlıyor. Hüseyin Hüsnü Paşa’nın imzasıyla yayınlanan beyannameyi Mustafa Kemal kaleme almıştır. Beyanname telgrafla Erkanı Harbiye-yi Umumiye’ye iletiliyor ve sokaklarda halka dağıtılıyor. Hareket Ordusu İstanbul’a girme hazırlığında iken ordunun komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı da binbaşı Enver beydir. İsyancıların yoğun direnme noktaları olan Taşkışla, Davutpaşa ve Taksim kışlaları asilerden temizleniyor, sonra da Yıldız Sarayı iki günlük kuşatmadan sonra 27 Nisan’da Hareket ordusunun denetimine geçiyor. Meclisi Mebusan 23 Nisan’da Sultan Abdülhamit’in hilafet ve tahttan indirilmesini oy birliği ile kabul ediyor. Yerine kardeşi Veliaht Mehmet Reşat efendiyi getiren Meclis Abdülhamit’i Selanik’te sürgüne gönderiyor. Olayların sona ermesiyle İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiş, isyana karışanlar yargılanmış, çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Ege’den yabancı bir ülkeye kaçmak için trenle İzmir’e gitmeye çalışırken yakalanan Derviş Vahdeti de yargılanarak idam edilmiştir. 31 Mart şehitleri için yaptırılan ve açılışı 23 Mayıs 1911 tarihinde gerçekleşen Abidei Hürriyet’e iki subay ve 42 askerin cenazesi yerleştirilmiştir (Vikipedi’den alınmıştır). Yaşanan bu olaylar Osmanlı’nın son dönemindeki hastalıklı sosyal yapıyı ve çöküş nedenlerini anlamaya yeterlidir. İslamiyet irticayı reddeder. Ancak, görüldüğü gibi maalesef bu irticai olayların arkasında dincilik yatmaktadır. Bugün dahi İslam ülkelerinin kalkınmasında en büyük engel dinciler olmaktadır. Örneğin, yakın geçmişte Suriye’de IŞİD mensuplarının din adına hareketle işledikleri korkunç cinayetler İslam’a sürülmüş kara lekedir. Onlara göre siyaset “Aç bırak itaat etsin, cahil bırak biat etsin” sloganının uygulamada olmasıdır. “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” adlı kitaptan yapılan alıntılarda Atatürk’ün şu açıklamalarına yer verilmektedir: “Yaşam felsefesinin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu yok edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica derler. İşte bu irticanın imhası için gerekli önlemleri önceden almış olmak lazımdır.” Bunlar Milli Egemenlik ilkesine karşı çıkarak, saltanat ve hilafetin geri gelmesini istemekte, çağdaşlaşmaya ve her türlü ilerici ve olumlu gelişmelere karşı çıkmakta, dini siyaset ve ticarete alet ederek din istismarcılığı yapmaktadırlar.” “Bütün sefaletimizin gerçek sebebi bu zihniyettir. İslam aleminin toplumsal yaşamında yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü içindir ki, doğudan batıya İslam ülkeleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların esaret zincirine geçirilmiştir.” Sözü edilen kitapta hoca efendilerden oluşan ilmiye sınıfının kendilerini İslam dininin temsilcisi saydıklarını, önce eğitime sonra hukuka ve bunlardan aldıkları güçle zaman içinde topluma ve devlete hakim oldukları belirtilmektedir. Bu yanlış gidişatın düzeltilmesi için eğitimi ve özgürlüğü ön plana çıkaran laik demokrat devlet yönetimlerini oluşturmak gereklidir. İslam dünyasının geri kalmış olmasının nedenini Atatürk şöyle tanımlıyor: “İslam dini öyle yüce bir dindir ki, ilim Çin’de de olsa alınız diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Biz İslam olduğumuz için geri kalmadık. Yüce dinimize ne zaman ki hurafeler ve bidatlar ilave yapıldı, o zaman gerçek İslam’dan uzaklaştırıldık. Onun için bu hallere düştük.(1924) Mezhepçiliğe dayalı anlayış tutucudur, her türlü yeniliğe karşıdır. Bu anlayış yeniliğe kapalı olduğu için İslam dünyasında gelişmeyi engellemiştir. Bilindiği gibi 1299 yılında kurulan Osmanlı devletinin yükselme dönemi 1699 yılına kadardır. Bu tarihten sonra duraklama, daha sonra da dağılma süreci başlar. Tarihçi bilim adamı olan Halil İnalcık şu tespitte bulunuyor: Osmanlı’da Kanuni’ye kadar Bektaşi anlayışı hakimdi. Kanuni’den sonra uygulamaya alınan yarım yamalak Sünni şeriat düzeni koca İmparatorluğu yıldan yıla eritip bitirmişken bugün hala şeriat düzeni peşinde koşanları anlamak mümkün değil! Çözüm olarak başkalarına tabi olan, onların her söylediğini doğru kabul edip sorgulamayan bireyler yerine Atatürk’ün dediği gibi, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirilmesi gereklidir. Bugün batıda “özgür akıl” doğuda ise “alınyazısı” anlayışı egemen olduğundan doğu ülkeleri kalkınma yarışında geri kalmışlardır. Düşünen insan başkasının aklıyla değil, kendi hareket edebilendir. Kant’ın ifadesiyle, aydınlanma kişinin kendi aklını kullanma cesareti göstermesiyle başlar. Victor Hugo da şöyle diyor: “Bir milletin büyüklüğü nüfusunun çokluğuyla değil, akıllı ve fazilet sahibi adamlarının sayısı ile belli olur. Şöyle diyor Mustafa Kemal Atatürk: “Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkümdurlar.” Tarihte büyük devrimler gerçekleştirmiş olan liderlerin getirdikleri kurallar zamanla eskimiş, güncelliğini kaybetmiş olduğu halde Atatürk’ün fikirleri dimdik ayakta ve tazeliğini muhafaza etmektedir. Çünkü onun vasiyeti aklın ve bilimin rehber alınmasına yöneliktir. Şöyle diyor: “Akıl ve bilimi muktedir kılınız. Benim fikirlerim bilime aykırı ise bilimi tercih ediniz.” Yüce Allah’ın insanlara verdiği en kutsal değer akıldır. İnsanoğlu tarihi süreçte aklı sayesinde bugünkü ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmeyi sağladı. Sağlıkta, teknolojide devrimler yarattı. Ancak bu gelişmeler içinde İslam dünyasının payı yok gibi! Gayrimüslimlerin icat ettikleri şeyleri kullanıyorlar. Aklını kullanmayan, sorgulamayan taklitçi zihniyetin vardığı sonuç budur. Başarı sayısal çoklukla değil, sorumlu mevkilerdekilerin üstün nitelikli, liyakatli olmalarıyla elde edilir. Hatırlatalım, “Aklını kullanmayanları Allah rezillik içinde bırakır” (Yunus Suresi 100. Ayet)         
Ekleme Tarihi: 01 Ocak 2024 - Pazartesi

Dinin Siyasileşmesi ve İrtica Hareketleri

İrtica ya da gerici sözcükleri eski düzene dönmeyi arzulayan, yeniliğe karşı çıkanlar için kullanılır. İslami hükümlerin asıl maksadını bir kenara bırakıp, işe gelen bazı ayetleri sloganlaştırmak, dini dünyevi amaçları için kullanmak gericilerin taktiğidir. Bu taktik Muaviye, zamanında başlamış, Hz. Ali ile karşı karşıya geldiği Sıffin savaşında askerlerinin mızraklarının ucuna Kur’an sayfaları taktırarak, hile ile savaşı lehine çevirmiş, bu suretle dini siyasete alet etmiştir. İslam ülkelerinde gelişmeye engel olan benzeri olaylara rastlanmaktadır. Osmanlı Devletinde gericiliğe örnek olarak şu olayları gösterebiliriz.

a)Osmanlı Devletinde ayaklanmada öldürülen ilk padişah II. Osman’dır (Genç Osman). Reformlarına karşı çıkan ve yolsuzlukları nedeniyle arpalıkları kesilen ulema ve yeniçeriler birlik olup Gen Osman’ı tahttan indirmişler, Yedikule zindanlarında çeşitli hakaretlerde bulunarak öldürmüşlerdir. Yerine I. Mustafa (1622) getirilmiştir. Akli dengesi bozuk, balıklara altın atan, karşısına çıkana para dağıtan padişah olarak tanınıyor.

b)Lale devri denen Nevşehirli Damat İbrahim paşa döneminde ilk matbaa açılmış, yabancı dillerden çeviriler yapılmış, kütüphaneler açılmış, kağıt, kumaş imalathaneleri ve itfaiye kurulmuştur. Matbaa izni İbrahim Müteferrika’ya ancak dini olmayan eserler basmak şartı ile verilmişti. Bunda el yazması kitaplardan para kazananların baskısı olduğu ifade edilir.

Patrona Halil isyanı Lale Devrini (1718-1730) sona erdiren ayaklanmadır. Sadrazam Damat İbrahim paşadan memnun olmayanların yeniçerileri kışkırtmasıyla başlatılan harekettir. İsyanı Kapalı Çarşı’da tellaklık yapan Patrona Halil adlı kişi başlattığı için hareket bu adla anılıyor. İsyancılar hapishanelerdeki serbest bıraktırmışlar, istekleri üzerine Padişah III. Ahmet, Damat İbrahim Paşa ve Kaptanı Derya dahil olmak üzere istenen kişileri boğdurtarak cesetlerini onlara teslim etmiştir. Bununla da yetinmeyen isyancıların baskısı üzerine Padişah III. Ahmet kardeşi Mustafa’nın oğlu Şehzade Mahmut’a saltanatı bırakmıştır. Yeni Padişah I. Mahmut zamanla otoriteyi sağlamış, isyancı Patrona Halil’i öldürtmüştür.

c)Kabakçı Mustafa İsyanı (1807) da gerici bir harekettir. Sultan III. Selim, Nizam-ı Cedit adı ile askeri, mülki, idari, ticari, sosyal ve siyasi bir dizi ıslahat teşebbüsünde bulunuyor. Yapılanlardan memnun olmayan, menfaatleri zedelenen yeniçeriler ulema sınıfının da desteğiyle Kabakçı Mustafa adlı yeniçeri isyanını başlatıyorlar. Gerici yerel vaizlerin Nizam-Cedit askerine giydirilen pantolon ve ceketin de dinen caiz olmadığına dair söylentiler çıkartarak yerel halkı da bu isyanın içine çektikleri ifade edilmektedir. Bu hareketin arkasında Sadaret Kaymakamı Köse Musa paşa ile Şeyhülislam Topal Ataullah Mehmet efendinin olduğu tarihi kaynaklarda yer alıyor.

d)Sadrazam Alemdar Mustafa paşa kaldırılmış olan Nizam-ı Cedit yerine Sebna*ı Cedid askeri ocağını kurmuştur. Ancak buna karşı çıkan yeniçeriler 15 Kasım 1808 gecesi isyan çıkarıp, Alemdar Mustafa paşayı köşkünde kuşatmışlardır. Çaresiz kalan Alemdar Mustafa paşa cephaneliği ateşe vererek, hem kendisinin hem de isyancıların bir kısmının ölümüne neden olmuştur.

e)31 Mart vakasının nedenleri ibretliktir. Yakın tarihimizi ilgilendirdiği için konuyu biraz geniş olarak ele alacağım. Tarihi kaynaklara göre 1908 yılında Meşrutiyet’in ilanından memnun olmayanların yarattıkları kutuplaşmadan, İttihat ve Terakki Cemiyetine ters düşen memurların görevlerinden uzaklaştırılmalarından kaynaklanan bir harekettir. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’da irtica yanlısı bir takım küçük ayaklanmalar meydana gelmiş, ancak kısa sürede bastırılmıştır. Örneğin 7 Ekim 1908’de Fatih Camiinde (Kör Ali ve İsmail Hakkı adlarında) iki hocanın arkasına takılan halkın Yıldız Sarayına kadar gidip, Meşrutiyet aleyhine gösteri yapmaları gibi!

Ekim 1908’de ordu içinde “alaylı” ve “mektepli” subaylar arasında hoşnutsuzluklar artmışi alaylı subayların ordudan tasfiye edileceği söylentileri çıkmıştır. İbadet bahanesi ile talimden kaçınılmasının disiplinsizliğe sebep olması nedeniyle önlem alınması da dinci propagandaya sebebiyet vermiştir. O tarihlerde Volkan gazetesini çıkaran Derviş Vahdeti isyanın çıkarılmasında önemli rol oynamıştır. İngilizler tarafından finanse edilen ve Prens Sabahattin’in ademi merkeziyetçi görüşlerine de yer veren gazete alaylı askerler arasında taraftar bulmuştur. Bu dönemde Harp Okulu öğrencileri de okul nizamnamesinin sertliğini ve yabancı dil öğrenmenin güçlüğünü sebep gösterip 23 Ocak 1909 da isyan çıkarmışlardır. Sultan Abdülhamit’in özel muhafız alayının bir bölümünü oluşturan Arnavut ve Arap asıllılardan oluşan Zuhaf Alayına Türk askerlerinin katılmak istenmesi de olaylara neden olmuştur. Tüm bu olaylar Selanik’ten gelen avcı taburları vasıtasıyla bastırılmıştır.

Bu dönemde bir de “Asker*Medreseliler” çatışması vardır. Medreselilerin askerlik hizmetinden muaf tutulmasını haksızlık olarak değerlendiren Harbiyeliler muaflığın devamı için medrese mensuplarının okuma-yazma sınavına tabi tutulmalarını istemişlerdir. Şeyhülislamlık ile Harbiye Nezareti arasındaki pazarlık sonucu medreselilerin birkaç satır yazı yazmaları, birkaç basit cümle okumaları ve namaz ve oruç bahislerinden sorular içeren bir sınava tabi tutulmaları kararı alınıyor. Bu karar medreselilerde Harbiye Nazırına karşı öfke duyulmasına sebep oluyor. İttihat ve Terakki ile ters düşen Kamil Paşa hükümeti de Meclisin ademi itimat oyları ile 4 Şubat 1909’da düşürülüyor, yerine Hüseyin Hilmi Paşa getiriliyor.

Toplumda bu kutuplaşmalar ve tahammülsüzlükler nedeniyle siyasi cinayetler işleniyor. 7 Nisan 1908 günü “Serbesti” gazetesi başyazarı Hasan Fehmi öldürülüyor. “Şeriat isteriz, Padişahım çok yaşa” sloganlarıyla meydanda toplanan askerlere katılan yüzlerce hoca ve medrese öğrencisi tarafından mektepli subayların orduyu Frenkleştirmeye çalıştıklarını, bütün bunların İttihat Terakki Cemiyetinin başının altından çıktığını, din hükümlerinin ayaklar altına alındığını ifade eden konuşmalardan sonra Meclis binası işgal ediliyor.

Adliye Nazırı Nazım Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından Ahmet Rıza beye benzetildiği için, Lazkiye milletvekili Aslan bey de Hüseyin Cahit sanılarak öldürülüyor. Bahriye Nazırı Rıza Paşa ise ağır yaralanmıştır. Bu olayların ardından Şurayı Ümmet ve Tanin basımevleri yağma edilmiş, padişahın isteği ile hükümet istifa etmiştir. İsyancıların isteği doğrultusunda 14 Nisan 1909’dq Tevfik Paşa hükümeti kurulmuştur.

“Affı Şahane” adı verilen genel af çıkarıldığı halde isyancılar zorbalığa devam etmişler, bazı subayları öldürmüşler, Türk kadınlarının Beyoğlu’na çıkmasına engel olmuşlar, Frenk gömleği giyenleri tartaklamışlardır. Asar-ı Şevket zırhlısı kaptanı kendi gemisinin erleri tarafından sürüklenerek Yıldız Sarayına getirilmiş, Sultan Abdülhamit’in gözleri önünde öldürülmüş, Yıldız Sarayı yağmalanmıştır.

Bu olaylar nedeniyle Selanik’teki İttihatçılar arasında İstanbul üzerine bir kuvvet yollamak konusunda bir fikir birliği oluşuyor. Resneli Niyazi bey bir araya getirilen gönüllülerle birlikte bu hareketin içinde yer alıyor. Toplanan bütün kuvvetlerin başına Selanik IX. Redif Fırkası (tümeni) Kumandanı Hüsnü Paşa, Kurmay Başkanlığına da Kolağası Mustafa Kemal bey atanıyor. Mustafa Kemal bey Selanik’ten İstanbul’a hareket eden bu orduya “Hareket Ordusu” adını vermiştir.

Hareket ordusu, 14 Nisan akşamı trenle İstanbul’a hareket ediyor. İstanbul önlerine geldikten sonra 19 Nisan’da halka ordunun amacını açıklayan bir beyanname yayınlıyor. Hüseyin Hüsnü Paşa’nın imzasıyla yayınlanan beyannameyi Mustafa Kemal kaleme almıştır. Beyanname telgrafla Erkanı Harbiye-yi Umumiye’ye iletiliyor ve sokaklarda halka dağıtılıyor.

Hareket Ordusu İstanbul’a girme hazırlığında iken ordunun komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı da binbaşı Enver beydir. İsyancıların yoğun direnme noktaları olan Taşkışla, Davutpaşa ve Taksim kışlaları asilerden temizleniyor, sonra da Yıldız Sarayı iki günlük kuşatmadan sonra 27 Nisan’da Hareket ordusunun denetimine geçiyor.

Meclisi Mebusan 23 Nisan’da Sultan Abdülhamit’in hilafet ve tahttan indirilmesini oy birliği ile kabul ediyor. Yerine kardeşi Veliaht Mehmet Reşat efendiyi getiren Meclis Abdülhamit’i Selanik’te sürgüne gönderiyor. Olayların sona ermesiyle İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiş, isyana karışanlar yargılanmış, çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Ege’den yabancı bir ülkeye kaçmak için trenle İzmir’e gitmeye çalışırken yakalanan Derviş Vahdeti de yargılanarak idam edilmiştir. 31 Mart şehitleri için yaptırılan ve açılışı 23 Mayıs 1911 tarihinde gerçekleşen Abidei Hürriyet’e iki subay ve 42 askerin cenazesi yerleştirilmiştir (Vikipedi’den alınmıştır). Yaşanan bu olaylar Osmanlı’nın son dönemindeki hastalıklı sosyal yapıyı ve çöküş nedenlerini anlamaya yeterlidir.

İslamiyet irticayı reddeder. Ancak, görüldüğü gibi maalesef bu irticai olayların arkasında dincilik yatmaktadır. Bugün dahi İslam ülkelerinin kalkınmasında en büyük engel dinciler olmaktadır. Örneğin, yakın geçmişte Suriye’de IŞİD mensuplarının din adına hareketle işledikleri korkunç cinayetler İslam’a sürülmüş kara lekedir. Onlara göre siyaset “Aç bırak itaat etsin, cahil bırak biat etsin” sloganının uygulamada olmasıdır.

“Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” adlı kitaptan yapılan alıntılarda Atatürk’ün şu açıklamalarına yer verilmektedir: “Yaşam felsefesinin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu yok edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica derler. İşte bu irticanın imhası için gerekli önlemleri önceden almış olmak lazımdır.” Bunlar Milli Egemenlik ilkesine karşı çıkarak, saltanat ve hilafetin geri gelmesini istemekte, çağdaşlaşmaya ve her türlü ilerici ve olumlu gelişmelere karşı çıkmakta, dini siyaset ve ticarete alet ederek din istismarcılığı yapmaktadırlar.” “Bütün sefaletimizin gerçek sebebi bu zihniyettir. İslam aleminin toplumsal yaşamında yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü içindir ki, doğudan batıya İslam ülkeleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların esaret zincirine geçirilmiştir.” Sözü edilen kitapta hoca efendilerden oluşan ilmiye sınıfının kendilerini İslam dininin temsilcisi saydıklarını, önce eğitime sonra hukuka ve bunlardan aldıkları güçle zaman içinde topluma ve devlete hakim oldukları belirtilmektedir. Bu yanlış gidişatın düzeltilmesi için eğitimi ve özgürlüğü ön plana çıkaran laik demokrat devlet yönetimlerini oluşturmak gereklidir.

İslam dünyasının geri kalmış olmasının nedenini Atatürk şöyle tanımlıyor: “İslam dini öyle yüce bir dindir ki, ilim Çin’de de olsa alınız diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Biz İslam olduğumuz için geri kalmadık. Yüce dinimize ne zaman ki hurafeler ve bidatlar ilave yapıldı, o zaman gerçek İslam’dan uzaklaştırıldık. Onun için bu hallere düştük.(1924)

Mezhepçiliğe dayalı anlayış tutucudur, her türlü yeniliğe karşıdır. Bu anlayış yeniliğe kapalı olduğu için İslam dünyasında gelişmeyi engellemiştir. Bilindiği gibi 1299 yılında kurulan Osmanlı devletinin yükselme dönemi 1699 yılına kadardır. Bu tarihten sonra duraklama, daha sonra da dağılma süreci başlar. Tarihçi bilim adamı olan Halil İnalcık şu tespitte bulunuyor: Osmanlı’da Kanuni’ye kadar Bektaşi anlayışı hakimdi. Kanuni’den sonra uygulamaya alınan yarım yamalak Sünni şeriat düzeni koca İmparatorluğu yıldan yıla eritip bitirmişken bugün hala şeriat düzeni peşinde koşanları anlamak mümkün değil!

Çözüm olarak başkalarına tabi olan, onların her söylediğini doğru kabul edip sorgulamayan bireyler yerine Atatürk’ün dediği gibi, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirilmesi gereklidir. Bugün batıda “özgür akıl” doğuda ise “alınyazısı” anlayışı egemen olduğundan doğu ülkeleri kalkınma yarışında geri kalmışlardır. Düşünen insan başkasının aklıyla değil, kendi hareket edebilendir. Kant’ın ifadesiyle, aydınlanma kişinin kendi aklını kullanma cesareti göstermesiyle başlar. Victor Hugo da şöyle diyor: “Bir milletin büyüklüğü nüfusunun çokluğuyla değil, akıllı ve fazilet sahibi adamlarının sayısı ile belli olur. Şöyle diyor Mustafa Kemal Atatürk: “Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkümdurlar.”

Tarihte büyük devrimler gerçekleştirmiş olan liderlerin getirdikleri kurallar zamanla eskimiş, güncelliğini kaybetmiş olduğu halde Atatürk’ün fikirleri dimdik ayakta ve tazeliğini muhafaza etmektedir. Çünkü onun vasiyeti aklın ve bilimin rehber alınmasına yöneliktir. Şöyle diyor: “Akıl ve bilimi muktedir kılınız. Benim fikirlerim bilime aykırı ise bilimi tercih ediniz.” Yüce Allah’ın insanlara verdiği en kutsal değer akıldır. İnsanoğlu tarihi süreçte aklı sayesinde bugünkü ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmeyi sağladı. Sağlıkta, teknolojide devrimler yarattı. Ancak bu gelişmeler içinde İslam dünyasının payı yok gibi! Gayrimüslimlerin icat ettikleri şeyleri kullanıyorlar. Aklını kullanmayan, sorgulamayan taklitçi zihniyetin vardığı sonuç budur. Başarı sayısal çoklukla değil, sorumlu mevkilerdekilerin üstün nitelikli, liyakatli olmalarıyla elde edilir. Hatırlatalım, “Aklını kullanmayanları Allah rezillik içinde bırakır” (Yunus Suresi 100. Ayet)

 

 

 

  

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.