Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
 

Akşama Ne Yapalım?

Diyelim ki Londra’dasınız ve akşama yapacak bir işiniz yok. Eve tıkılıp televizyon aptal kutusu önünde geri kalan ömrünüzden bir gece daha harcamak  istemiyorsunuz. Sinemaya gidebilirsiniz, yahut bir konsere, operaya, tiyatroya. müzikal de olabilir tabii.Sinema hariç diğerleri için önceden bilet almadıysanız hiç boşu boşuna zahmet edip dışarı çıkmayın, evde PTT’ye (pijama, terlik, televizyona) razı olun.Zira Londra sahne sanatlarının merkezi, kabesi, kalbi. Her akşam mübalağasız yüzbinlerce kişi bu yerlere koşuyor, dolduruyor, taşırıyor.Sinema üzerinde sadece birkaç cümle ile durduktan sonra diğerlerine ağırlık vermek daha iyi olacak sanırım. İngiliz sineması, para ve teknik üstünlük üzerine kurulmuş Amerikan sinemasından çok farklı.  Ben İngiliz, Fransız, İtalyan filmlerini Amerikan filmlerinden daha üstün bulurum ama bu bir tercih meselesidir ve tartışmasına girmem.Londra’da hala birçok sinema salonu var. “hala” sözcüğünü kullandım zira dünyanın her yerinde olduğu gibi Londra’da da sinema seyircisi azaldıkça sinema salonlarının sayısı da azalıyor. Ama Leicester Meydanındaki sinemalarda yapılan film galaları, dünya prömiyerleri ihtişamından bir nebze yitirmiş değil.Eskiden, Londra otobüslerinin üst katında olduğu gibi sinema salonlarının balkonlarında da sigara içmek serbesti. Bugün bırakın otobüsü, sinemayı, sokakta sigara içene dahi rastlanmıyor. Neyse bırakalım sinemayı da akşam yapılabilecek diğer seçenekler göz atalım. ………………………. Tiyatrolar Bizim büyük şehirlerimizde kaç tiyatro olduğunu ve izleyici sayısını bilmiyorum ama Londra için oturup düşündüm ve aklıma aşağıdaki tiyatroların adı geldi. National Theatre, Apollo, Royal Drury Lane, Palladium, Gielgud, Sadlder’s Wells, Aldywych, Lyceum  Lyle , Globe, Holland Park, Regent’s Park,  Old Vic, Savoy, Charing Cross, Criledon, Garrick, Ambassadors, Majesty’s, Noel Crowford, Adelpi, Harold  Pinter, Prince Edward, Vaudiville,  Colliseum, Piccadilly,  Thetre Royal, Sandham, Young Vic, Phonix,  Prince of Wales, Unicorn,  Peacock, Duchexss,  Shafetsbury, Marylebone….. Aklıma gelmeyenleri, küçükleri ve “Fringe” tiyatroları da sayarsak kentteki Tiyatro sayısı üç haneli rakamlarla ifade edilir. Şimdi Londra Tiyatrolarının özelliklerini sayalım.  - Adını saydığım tiyatroların çoğunda koltuk sayısı iki binin üzerinde. - Küçükleri de dahil edersek Londra’daki tiyatro sayısı 250 civarında. -Elde yeni istatistikler yok ama pandemi öncesinde yılda 19 milyon kişi tiyatro izlemiş. Bu rakam, kendisini “Tiyatronun merkezi” sanan Broadway’den (New York) 1.5  milyon daha fazla. -Pandemi öncesi yılda Londra Tiyatrolarında 18 500 civarında oyun sahnelenmiş. Yani günde elliden fazla tiyatro oyunu seyredebilme imkanınız, seçeneğiniz var. -Tiyatroların ortalama doluluk oranı %80’in üzerinde. -Üstelik bilet fiyatları hiç de ucuz değil. Ortalama 52.5 Sterlin (Çarpın 24 ile TL karşılığını bulacaksınız). Tabii bu rakamlar pandemi öncesine ait. Bugün çok daha yükselmiş olacağı aşikar. - Seyircilerin neredeyse tamamı İngilizler. Turistler dil handikapı nedeniyle tiyatroya pek ilgi göstermiyor ama müzikallere gidiyorlar. -Londra’daki tiyatrolardan “Devlet, Belediye bize yardım etsin” , “Aaa, o Tiyatro yardım alıyor da biz neden alamıyoruz” sözleri şikayetleri işitilmiyor. Neden ? . Bir kere oyun ve oyuncu kalitesi yüksek olduğundan, yüksek bilet fiyatlarına rağmen salonlarını dolduruyorlar. Çünkü halkın kültür düzeyi yüksek.Çünkü halkın tiyatro izleme geleneği yüksek. Londra’da ilk Tiyatro1576’da açılmış. Biz aynı yıl Fas’ı fethetmekle uğraşıyorduk.  Atalarımız tiyatro açacak vakti 300 kadar yıl sonra, Güllü Agop, 1868’de Ermenice ve Türkçe oyunlar sahnelenen Gedikpaşa Tiyatrosunu açınca bulabildiler.Çünkü, beyazperdede seyrettiğiniz ünlü oyuncuların çoğu tiyatro kökenli. Üstelik beyazperdede şöhret olanlar, alacakları filmlere göre mütevazi ücreti düşünmeyip sırf West End’de sahneye çıkabilmek için çaba gösteriyorlar. Örneğin ben, sinemadan bildiğiniz Liz Taylor’u, Lawrence Oliver’i, Richard Burton’u, Rex Harison’u, Richard Harris’i, Mackaulkey Couklin’i, Jude Law’ı, Glenda Jackson’u, John Gielgud’u,  Ian Holm’u, Jydy Dench’i tiyatroda canlı seyrettim. (yaşım icabı genç oyuncuları pek tanımadığımdan verdiğim örneklerin naftalin kokusu taşımasından dolayı üzgünüm).Çünkü burada “ilgili ve yetkili makamlar” çeşitli bahaneler icat edip oyunları (konserleri, festivalleri) yasaklamıyorlar. İsteyen istediği oyunu sahneliyor, isteyen gidiyor, istemeyen gitmiyor… Yani kısacası “kültürel özgürlük” söz konusu. Buna bizzat yaşadığım bir örneği vermek isterim. Britanya’yı MS 43 ila 383 arasında 340 yıl işgal eden Romalılar, çok ilkel şekilde yaşayan Adalıları görünce şaşırdılar ve onlara her şeyi öğretmeye çalıştılar. 1980’li yıllarda Londra’nın en önemli kültür merkezi olan ve içinde bir çok tiyatro, sergi, konser salonu bulunan Southbank Center’da “Romans in Britain / Romalılar Britanya’da” isimli bir tiyatro oyunu izlemiştim eşimle. Eseri sahneye koyan yönetmen Romalılarla Britanyalılar arasındaki farkı, biraz da abartarak vurgulamak amacıyla Ada halkını canlandıran oyuncuları kadın erkek ayırımı yapmadan sahneye çırılçıplak çıkarmıştı. Bu oyunu izleyen binlerce Londralı oraya baldır bacak görmek için gitmemişti. İlgili makamlar veya durumdan vazife çıkaran ilgisiz makamlar herhangi bir yasaklama getirmemişti.  Kültür farkı, kafa farkı, zihniyet farkı, özgürlük hakkı bu olsa gerek. -Burada tiyatrolar yaz mevsiminde turneye çıkmazlar. Turnenin getireceği sıkıntıları yaşamazlar. Gidilecek yerde de salon bulmak, mahalli idarecilerden izin almak, yasaklanmak dertleriyle karşılaşmazlar. Zira bu ülkede her yerde tiyatro vardır veya ulaşılması kolaydır, turneye çıkmaya gerek yoktur. İngiliz İçişleri Bakanlığının verdiği bilgilere göre Londra’da 450 bin Türk varmış. Aslında vatandaş sayımız daha az olmalı ve Kıbrıslı kardeşlerimiz de bu sayının içine dahil edilmiş bulunmalı. Haydi isterseniz şöyle diyelim: Londra’da Türkçe konuşan yarım milyona yakın kişi yaşıyor. Peki bu kadar insana hizmet edecek Türk tiyatroları yok mu? Olmaz olur mu, var elbette. Ama kaç tane dersiniz? Rakamla da, yazıyla da sadece “2 / iki” tane. Tiyatroya gönül vermiş bir avuç Türk oyuncu, yönetmen, dekoratör, ışıkçı, müzikçi, idareci, fedakarane çalışmalar yaparak ayakta durmaya çalışıyorlar. Haftalarca hazırlanıp bir oyun sahneye koyuyorlar…sadece birkaç gösteri için. Para kazanmak için değil sırf sanat için ter döküyorlar, emek harcıyorlar. Küçücük iki salonumuz var. Sandalye sayısı da çok sınırlı… Ama biz, Londra’daki yarım milyona yakın toplumumuz bu sandalyeleri dahi dolduramıyoruz. Ne diyeyim…yorumu siz yapın artık. Bir anekdotla bu günkü yazımı tamamlamak istiyorum. Geçenlerde genç bir Türk çiftle tanıştım. Hanım opera sanatçısıymış. Bey ise Tiyatrocu. Kısa süre önce Londra’ya gelmişler. Geçinebilmek için Bey, bir Türk yemek firmasında aşçı yamaklığı yapıyormuş. Haydi “aşçı yamağı” yerine “aşçı yardımcısı” diyelim. Hatta isterseniz sosyetikleşip (!) “Su şef / Sous Chef” ifadesini kullanalım.Kendisine aşçılığı nereden bildiğini sordum. “Bilmiyorum ki” dedi ve ilave etti “Ustaya bakıp öğreniyorum, ustanın yaptıklarını taklit ediyorum”.. Anlaşılan sanatçıların Türkiye’deki kaderi nereye gitseler pek değişmiyor. Tam bitirmek üzereydim ki, Londra’daki Türk Tiyatrolarında bin bir emekle hazırlanan oyunların maalesef sadece bir kaç kez sergilenebildiği gerçeği, aklıma, cevabını merak edeceğinizi düşündüğüm bir soruyu getirdi… Londra Tiyatrolarında oyunlar kaç kez sahneleniyor, tekrarlanıyor? Kesin rakamı bilmiyorum ama “birçok kez ve aylarca” diyebilirim. Öyle oyunlar var ki “aylarca” değil yıllarca” da sahneden inmiyor.Hatta, bir daha kırılması imkansız Dünya rekoru da Londra’da uzun süredir oynanmakta olan bir esere ait.Sene 1952. Dedektif romanlarının taçsız kraliçesi Agatha Christie,İngiliz tahtının taçlı kraliçesi (Karl 5. Georg’un karısı, geçenlerde vefat eden Kraliçe Elisabeth’in  annesi ve şimdiki  Kral Charles’in anneannesi) Mari’ye doğum günü hediyesi olarak “ MouseTrap / Fare Kapanı” isimli bir tiyatro eseri yazmış. Ne demiştik?  Sene 1952…Aradan geçen bunca yıla rağmen eser hala West End’de kapalı gişe oyunuyor. Pandemi dolayısı ile 2 yıllık zorunlu bir kapanıştan sonra yeniden başlayan bu oyun yaklaşık 30 000 kez sahnelenmiş. 10 milyondan fazla seyirci tarafından izlenmiş. Topu topu 8 kişiden oluşan oyuncu kadrosunda şimdiye değin geçen yıllar boyunca dört yüzün üstünde tiyatro sanatçısı rol almış. Bugünlük bu kadar. Önümüzdeki yazımda Londra’daki opera, müzikaller, konserle konusunu ele alacağım. Futbolu unuttuğumu sanmayın, ona da sıra gelecek elbette. Sevgiyle kalınız                       -
Ekleme Tarihi: 09 Mayıs 2023 - Salı

Akşama Ne Yapalım?

Diyelim ki Londra’dasınız ve akşama yapacak bir işiniz yok. Eve tıkılıp televizyon aptal kutusu önünde geri kalan ömrünüzden bir gece daha harcamak  istemiyorsunuz.

Sinemaya gidebilirsiniz, yahut bir konsere, operaya, tiyatroya. müzikal de olabilir tabii.Sinema hariç diğerleri için önceden bilet almadıysanız hiç boşu boşuna zahmet edip dışarı çıkmayın, evde PTT’ye (pijama, terlik, televizyona) razı olun.Zira Londra sahne sanatlarının merkezi, kabesi, kalbi. Her akşam mübalağasız yüzbinlerce kişi bu yerlere koşuyor, dolduruyor, taşırıyor.Sinema üzerinde sadece birkaç cümle ile durduktan sonra diğerlerine ağırlık vermek daha iyi olacak sanırım.

İngiliz sineması, para ve teknik üstünlük üzerine kurulmuş Amerikan sinemasından çok farklı.  Ben İngiliz, Fransız, İtalyan filmlerini Amerikan filmlerinden daha üstün bulurum ama bu bir tercih meselesidir ve tartışmasına girmem.Londra’da hala birçok sinema salonu var. “hala” sözcüğünü kullandım zira dünyanın her yerinde olduğu gibi Londra’da da sinema seyircisi azaldıkça sinema salonlarının sayısı da azalıyor. Ama Leicester Meydanındaki sinemalarda yapılan film galaları, dünya prömiyerleri ihtişamından bir nebze yitirmiş değil.Eskiden, Londra otobüslerinin üst katında olduğu gibi sinema salonlarının balkonlarında da sigara içmek serbesti. Bugün bırakın otobüsü, sinemayı, sokakta sigara içene dahi rastlanmıyor.

Neyse bırakalım sinemayı da akşam yapılabilecek diğer seçenekler göz atalım.

……………………….

Tiyatrolar

Bizim büyük şehirlerimizde kaç tiyatro olduğunu ve izleyici sayısını bilmiyorum ama Londra için oturup düşündüm ve aklıma aşağıdaki tiyatroların adı geldi.

National Theatre, Apollo, Royal Drury Lane, Palladium, Gielgud, Sadlder’s Wells, Aldywych, Lyceum  Lyle , Globe, Holland Park, Regent’s Park,  Old Vic, Savoy, Charing Cross, Criledon, Garrick, Ambassadors, Majesty’s, Noel Crowford, Adelpi, Harold  Pinter, Prince Edward, Vaudiville,  Colliseum, Piccadilly,  Thetre Royal, Sandham, Young Vic, Phonix,  Prince of Wales, Unicorn,  Peacock, Duchexss,  Shafetsbury, Marylebone…..

Aklıma gelmeyenleri, küçükleri ve “Fringe” tiyatroları da sayarsak kentteki Tiyatro sayısı üç haneli rakamlarla ifade edilir.

Şimdi Londra Tiyatrolarının özelliklerini sayalım. 

- Adını saydığım tiyatroların çoğunda koltuk sayısı iki binin üzerinde.

- Küçükleri de dahil edersek Londra’daki tiyatro sayısı 250 civarında.

-Elde yeni istatistikler yok ama pandemi öncesinde yılda 19 milyon kişi tiyatro izlemiş. Bu rakam, kendisini “Tiyatronun merkezi” sanan Broadway’den (New York) 1.5  milyon daha fazla.

-Pandemi öncesi yılda Londra Tiyatrolarında 18 500 civarında oyun sahnelenmiş. Yani günde elliden fazla tiyatro oyunu seyredebilme imkanınız, seçeneğiniz var.

-Tiyatroların ortalama doluluk oranı %80’in üzerinde.

-Üstelik bilet fiyatları hiç de ucuz değil. Ortalama 52.5 Sterlin (Çarpın 24 ile TL karşılığını bulacaksınız).

Tabii bu rakamlar pandemi öncesine ait. Bugün çok daha yükselmiş olacağı aşikar.

- Seyircilerin neredeyse tamamı İngilizler. Turistler dil handikapı nedeniyle tiyatroya pek ilgi göstermiyor ama müzikallere gidiyorlar.

-Londra’daki tiyatrolardan “Devlet, Belediye bize yardım etsin” , “Aaa, o Tiyatro yardım alıyor da biz neden alamıyoruz” sözleri şikayetleri işitilmiyor.

Neden ?

. Bir kere oyun ve oyuncu kalitesi yüksek olduğundan, yüksek bilet fiyatlarına rağmen salonlarını dolduruyorlar.

Çünkü halkın kültür düzeyi yüksek.Çünkü halkın tiyatro izleme geleneği yüksek. Londra’da ilk Tiyatro1576’da açılmış. Biz aynı yıl Fas’ı fethetmekle uğraşıyorduk.  Atalarımız tiyatro açacak vakti 300 kadar yıl sonra, Güllü Agop, 1868’de Ermenice ve Türkçe oyunlar sahnelenen Gedikpaşa Tiyatrosunu açınca bulabildiler.Çünkü, beyazperdede seyrettiğiniz ünlü oyuncuların çoğu tiyatro kökenli. Üstelik beyazperdede şöhret olanlar, alacakları filmlere göre mütevazi ücreti düşünmeyip sırf West End’de sahneye çıkabilmek için çaba gösteriyorlar. Örneğin ben, sinemadan bildiğiniz Liz Taylor’u, Lawrence Oliver’i, Richard Burton’u, Rex Harison’u, Richard Harris’i, Mackaulkey Couklin’i, Jude Law’ı, Glenda Jackson’u, John Gielgud’u,  Ian Holm’u, Jydy Dench’i tiyatroda canlı seyrettim. (yaşım icabı genç oyuncuları pek tanımadığımdan verdiğim örneklerin naftalin kokusu taşımasından dolayı üzgünüm).Çünkü burada “ilgili ve yetkili makamlar” çeşitli bahaneler icat edip oyunları (konserleri, festivalleri) yasaklamıyorlar. İsteyen istediği oyunu sahneliyor, isteyen gidiyor, istemeyen gitmiyor…

Yani kısacası “kültürel özgürlük” söz konusu.

Buna bizzat yaşadığım bir örneği vermek isterim.

Britanya’yı MS 43 ila 383 arasında 340 yıl işgal eden Romalılar, çok ilkel şekilde yaşayan Adalıları görünce şaşırdılar ve onlara her şeyi öğretmeye çalıştılar.

1980’li yıllarda Londra’nın en önemli kültür merkezi olan ve içinde bir çok tiyatro, sergi, konser salonu bulunan Southbank Center’da “Romans in Britain / Romalılar Britanya’da” isimli bir tiyatro oyunu izlemiştim eşimle. Eseri sahneye koyan yönetmen Romalılarla Britanyalılar arasındaki farkı, biraz da abartarak vurgulamak amacıyla Ada halkını canlandıran oyuncuları kadın erkek ayırımı yapmadan sahneye çırılçıplak çıkarmıştı.

Bu oyunu izleyen binlerce Londralı oraya baldır bacak görmek için gitmemişti. İlgili makamlar veya durumdan vazife çıkaran ilgisiz makamlar herhangi bir yasaklama getirmemişti. 

Kültür farkı, kafa farkı, zihniyet farkı, özgürlük hakkı bu olsa gerek.

-Burada tiyatrolar yaz mevsiminde turneye çıkmazlar. Turnenin getireceği sıkıntıları yaşamazlar. Gidilecek yerde de salon bulmak, mahalli idarecilerden izin almak, yasaklanmak dertleriyle karşılaşmazlar. Zira bu ülkede her yerde tiyatro vardır veya ulaşılması kolaydır, turneye çıkmaya gerek yoktur.

İngiliz İçişleri Bakanlığının verdiği bilgilere göre Londra’da 450 bin Türk varmış. Aslında vatandaş sayımız daha az olmalı ve Kıbrıslı kardeşlerimiz de bu sayının içine dahil edilmiş bulunmalı.

Haydi isterseniz şöyle diyelim: Londra’da Türkçe konuşan yarım milyona yakın kişi yaşıyor.

Peki bu kadar insana hizmet edecek Türk tiyatroları yok mu?

Olmaz olur mu, var elbette.

Ama kaç tane dersiniz?

Rakamla da, yazıyla da sadece “2 / iki” tane.

Tiyatroya gönül vermiş bir avuç Türk oyuncu, yönetmen, dekoratör, ışıkçı, müzikçi, idareci, fedakarane çalışmalar yaparak ayakta durmaya çalışıyorlar. Haftalarca hazırlanıp bir oyun sahneye koyuyorlar…sadece birkaç gösteri için. Para kazanmak için değil sırf sanat için ter döküyorlar, emek harcıyorlar. Küçücük iki salonumuz var. Sandalye sayısı da çok sınırlı… Ama biz, Londra’daki yarım milyona yakın toplumumuz bu sandalyeleri dahi dolduramıyoruz.

Ne diyeyim…yorumu siz yapın artık.

Bir anekdotla bu günkü yazımı tamamlamak istiyorum.

Geçenlerde genç bir Türk çiftle tanıştım. Hanım opera sanatçısıymış. Bey ise Tiyatrocu. Kısa süre önce Londra’ya gelmişler. Geçinebilmek için Bey, bir Türk yemek firmasında aşçı yamaklığı yapıyormuş. Haydi “aşçı yamağı” yerine “aşçı yardımcısı” diyelim. Hatta isterseniz sosyetikleşip (!) “Su şef / Sous Chef” ifadesini kullanalım.Kendisine aşçılığı nereden bildiğini sordum. “Bilmiyorum ki” dedi ve ilave etti “Ustaya bakıp öğreniyorum, ustanın yaptıklarını taklit ediyorum”..

Anlaşılan sanatçıların Türkiye’deki kaderi nereye gitseler pek değişmiyor.

Tam bitirmek üzereydim ki, Londra’daki Türk Tiyatrolarında bin bir emekle hazırlanan oyunların maalesef sadece bir kaç kez sergilenebildiği gerçeği, aklıma, cevabını merak edeceğinizi düşündüğüm bir soruyu getirdi…

Londra Tiyatrolarında oyunlar kaç kez sahneleniyor, tekrarlanıyor?

Kesin rakamı bilmiyorum ama “birçok kez ve aylarca” diyebilirim.

Öyle oyunlar var ki “aylarca” değil yıllarca” da sahneden inmiyor.Hatta, bir daha kırılması imkansız Dünya rekoru da Londra’da uzun süredir oynanmakta olan bir esere ait.Sene 1952. Dedektif romanlarının taçsız kraliçesi Agatha Christie,İngiliz tahtının taçlı kraliçesi (Karl 5. Georg’un karısı, geçenlerde vefat eden Kraliçe Elisabeth’in  annesi ve şimdiki  Kral Charles’in anneannesi) Mari’ye doğum günü hediyesi olarak “ MouseTrap / Fare Kapanı” isimli bir tiyatro eseri yazmış.

Ne demiştik?  Sene 1952…Aradan geçen bunca yıla rağmen eser hala West End’de kapalı gişe oyunuyor. Pandemi dolayısı ile 2 yıllık zorunlu bir kapanıştan sonra yeniden başlayan bu oyun yaklaşık 30 000 kez sahnelenmiş. 10 milyondan fazla seyirci tarafından izlenmiş. Topu topu 8 kişiden oluşan oyuncu kadrosunda şimdiye değin geçen yıllar boyunca dört yüzün üstünde tiyatro sanatçısı rol almış.

Bugünlük bu kadar. Önümüzdeki yazımda Londra’daki opera, müzikaller, konserle konusunu ele alacağım. Futbolu unuttuğumu sanmayın, ona da sıra gelecek elbette.

Sevgiyle kalınız

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.