Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
 

Bir Yılbaşı Yazısı

Bir yılın daha sonuna geldik.   Londra sokaklarında dolaşıyorum. Caddeler, meydanlar, evlerin pencereleri ışıklarla bezenmiş, vitrinler süslenmiş.Her yer, herkes 2023’ü uğurlamaya, 2024’ü karşılamaya hazırlanıyor. Oxford, Carnaby ve Regent Caddelerinde, Piccadilly Meydanında, Convent Garden’da, Leicester Square’de müzikler çalınıyor, danslar ediliyor. Bir neşe,bir sevinç çökmüş şehrin üstüne. Bunları gördükçe, yaşadıkça içim hüzünle doluyor. Canım ülkemi düşünüyorum. Basından öğrendiğime göre… …Yurdum insanları  bir yerde Noel Baba figürünü sünnet etmişler. Bir başka yerin  yöneticisi vitrinlerini süsleyen esnafa “derhal sökün yoksaaa alimallah…” diye tehdit tebligatı yollamış. Bir diğer yerde Üniversitenin bahçesindeki ağaçları süslemeye kalkan öğrencilere Özel Koruma Görevlileri müdahale etmiş. Üstelik bu Görevlilerin kerameti kendinden menkul  azametli, görkemli, heybetli, selahiyetli, olağanüstü yetkili Müdürü bir taraftan naralar atarak, sanki küffar üstüne Asakir i Mansure i Muhammediye çerisi edasıyla yürüyormuşçasına öğrencilere saldırmış, tartaklamış.  Yılbaşına  bir hafta var. Bakalım daha neler göreceğiz, neler işiteceğiz, neler okuyacağız.  Evet… yaklaşan yılbaşının bende yarattığı yansımaları dile getirdikten sonra gelelim bu yazının esas İçeriğini oluşturacak “Aziz Niko – Noel Babadan Noel Ağacına” hikayesini anlatmaya…. Aziz Niko - Noel Babadan Noel Ağacına Papazdı. Adı Niko'ydu. Hristiyan dünyasında çok görülen isimlerdendi bu ad. Ancak farklı ülkelerde farklı şekilde kullanılırdı Niko adı : Nik, Nikolas, Nicholas, Nicolaus, Klaus, Klaus.. İznik Konseyi tarafından Aziz mertebesine yükseltilince adının başına Aya, Saint, San, Santa, Sinter, Sankt gibi, farklı memleketlerde aynı anlama gelen, bir unvan eklendi. Adamcağız 4.yüzyılda yaşamıştı. 15 asır sonra, 19.yüzyılın ikinci yarısında Amerikalılar ''çakma''sını yarattılar. Hatta bununla da yetinmeyip 1930'larda bir gazoz firması olan Kaka Kola, işin mokunu çıkararıp yeni bir hikaye yazarak garibimi reklam aracı yaptı. Aslı Antalya'da Patara'da doğmuş, Myra'da ( bugünkü Derme'de) yaşamıştı. Çakmasını İskandinav ülkelerine götürdüler, hatta Kuzey Kutbuna kadar taşındığı oldu. Aslı papazdı. Çakmasının ne iş yaptığı meçhul Aslının başında iki tutam saç vardı; sakalı, bıyığı yoktu. Çakmasına gür ve bembeyaz saçlar sakallar eklediler. Aslı bir deri bir kemikti. Çakmasını Amerikalılar kendileri gibi obez yaptılar ve ortaya göt göbek bir karakter çıkardılar. Aslı kahverengi, basit bir elbise giyerdi. Çakmasına Kaka Kola firmasının rengi olan kırmızı ceket pantalon giydirdiler. Aslı sandalet ile gezerdi. Çakmasına siyah çizme uygun gördüler. Aslı sade elbisesinin belini bir ip ile toplardı. Çakmasına siyah kemer taktılar. Aslı gideceği yere tabanvayla giderdi. Çakmasını kızağa bindirdiler. Üstelik bu kızağı ren geyiklerine çektirdiler. Tabii kızak olması için kar gerektiğini de unutmadılar. Aslının yaşadığı yerde geyik vardı ama onlar ''Ren'' tipi  değil, ''Ala'' tipiydi. Üstelik Aslı muhtemelen hayatında hiç kar görmemişti. Bu kadar farklılıklarına rağmen benzeştikleri bir nokta vardı: ikisi de çocukları severdi ve onlara hediyeler verirdi. Ama burada da farklılıkları vardı Aslı sadece çocukları değil gençleri de, fakirleri de, denizcileri de korurdu, onlara yardım ederdi. Zaten bu nedenle Aziz mertebesine yükseltilmişti. Aaaa evet bir farkları daha vardı. Hem de çok önemli bir fark. Aslı iyiliklerini, yardımlarını, hediyelerini yılın her günü yapardı, verirdi. Çakması ise senede bir gün. Christmas, Noel günü. Yani İsa'nın doğduğuna inanılan gün (Noel kelimesi Latince doğum anlamındaki gelen ''nasci'' kökünden gelir). Bu nedenle adamcağızın adını da değiştirip Father Christmas, Papa Noel, Pere Noel yaptılar. Bize gelince... Asırlardır süren Batı hayranlığımız, ayran budalalığımız nedeniyle bizim topraklarımızın çocuğu Aziz Peder Nikola'nın adını bir kenara bırakıp, her zaman olduğu gibi Batıdan ''Baba''yı aldık ve garibimi Noel Baba olarak anmaya başladık. Allahtan başımıza nev zuhur (Dr.Cemil dostumuz için çeviri: yeni ortaya çıkanan amındadır nev zuhur ifadesi) müslümanlarımız geldi de, son yıllarda, Kuran'ın da peygamber olarak kabul ettiği İsa'nın doğumu (24/25 Aralık) ile hiç bir alakası olmayan Yılbaşı (İsa'dan çok daha önce kutlanan Roma takviminde yeni yılın başladığı gün) kutlamalarını, ağac süslemelerini (ki yakında yazacağım gibi Orta Asya Türk adetidir), eğlencelerini, hatta tebrik kartı, mesajı yazma uygulamalarını yavaş yavaş ortadan kaldırmaya başladı. Eskiden 364 gün heyecanla beklediğimiz (!) televizyondaki yılbaşı eğlence programında yer alan dansöz gösterisinin kaldırılması dinimize nasıl sahip çıkılacağının mübarek bir göstergesi oldu... Aziz Peder Niko öldükten sonra, adet olduğu üzere kilisesine gömüldü. Asırlar sonra Allah, Meryem, İsa yolunda Kudüs'e doğru seferlere çıkan Haçlı Orduları, güzergahta yer alan Anadolu'dan her geçtiklerinde önlerine ne çıktıysa veya ''Allah ne verdiyse'' yağmaladılar. Hele hele Kostantinopolis'te taş üstünde taş bırakmadılar. Kaçıncı Haçlı Seferiydi bilmiyorum ama bunlardan birinde , 10. veya 11. asır olabilir, Myra'ya gelen İtalyan denizciler Aziz Niko'nun kemiklerini mezarından çıkarıp (pes yahu) Bari'ye götürdüler. Orada yaptıkları bir kiliseye gömdüler ve ziyaretçilere açtılar. Bir nevi hac ziyareti addedilen bu dini yatırımdan (!) İtalya bugün dahi büyük paralar kazanmaya devam ediyor. Biz bu konuda ne mi yaptık. Biz tarihi, sadece Osmanlı tarihi olarak algıladığımızdan, dini yalnız müslüman dini olarak düşündüğümüzden, kültürden zaten nasibimizi pek almadığımızdan, din turizmini cami, türbe ziyareti ile sınırlı gördüğümüzden topraklarımızda doğan Aziz Nikola için ne yapmış olabiliriz ki. Ben Demre'ye 40 yıl önce gittiğimde Aziz Niko kilisesini, daha doğrusu harabesini gezip görmüştüm. Daha sonra bu kilisenin biraz tamir edilmi ve önüne Peder Niko'nun gerçeğine yakın bir heykeli yapılmış olduğunu öğrendim. Hatta bir ara hatıra pulları da basılmıştı. O günlerden bu güne kilise biraz daha tamir görmüş, müze haline getirilmiş. Ama dünyaya tanıtılması, hatırlatılması sıfır. Haa, kasabaya bir çok heykeli de yapılmış. Ama bunlar Aziz Niko'nun değil Batından aldığımız ''Baba''nın, Noel Babanın heykeli. Hele pleksiglastan yapılan bir heykel var ki evlere şenlik, aynı kırmızı elbisesi, beyaz saç sakalı ve koca göbeği ile tam bir Avrupalı Noel Baba heykeli Demre'ye hemen hiç kar yağmadığından Ren geyikleri ile kızak koymaya utanmışlar herhalde.... Ben Niko'ya dünyanın çeşitli yerlerinde verilen isimler arasında en çok hangisini severim, bilir misiniz. Bulgaristan'daki Türk soydaşlarımızın verdiği adı. Onlar bu kişiye ''Donak Dede'' diyorlar. Ne hoş, ne sevimli bir isim, değil mi*...... Sonra yazımızda ne demiştik, nerede kalmıştık? Eveeet, Batı'dan ''Baba''yı almıştık... Noel ,Babayı. Sonra hızımızı alamadık, bir de Noel Ağacını aldık. Tövbe, tövbe, ay çarpılacağım vallahi, gavur icadı ''Noel Ağacı'' ne demek, bizimki ''Yılbaşı Ağacı'' tabii ki. İyi de Noel Babanın çakma olduğunu, aslının, yani Aziz Peder Niko'nun bizim toprakların evladı olduğunu söylemişken ''Batı'dan bir de Noel Ağacını aldık'' demek nasıl oluyor ki? Acaba biz mi Batıdan bu ''Ağac'ı aldık, yoksa onlar mı bizden? ''Hadi canım saçmalama'' diyenlerinizi duyar gibi oluyorum... Canları sağ olsun. Ama belki bu yazının geri kalan kısmını okuduklarında bu konuda içlerini küçük bir şüphe kurdu kemirmeye başlayacaktır. Başlayalım mı ? Romanya'da Büyükelçilik yaptığım dönemde oradaki Türk Toplumu (Osmanlı Türkleri, Osmanlı döneminden kalan Kırım Tatar Türkleri ve geçmişi çok daha gerilere dayanan Gagavuz-Gök Oğuz- Türkleri) ile yakın ilişkiler kurmuştum ve onları her vesile ile sık sık ziyaret ediyordum. Bu vesilelerden biri de, yaz aylarında,Türklerin yoğun yaşadıkları Dobruca Bölgesinde hemen her kasabada, köyde düzenlenen Kuşak Güreşleriydi. Kuşak Güreşli bizim Karakucak Güreşine pek benzeyen bir spor. Üstleri çıplak, altlarında kıspet (veya sadece pantolon) olan güreşçiler rakiplerini bellerindeki kuşaklarından tutarak yere devirmeye çalışıyorlar. Bu şekli ile biraz da Sumo Güreşini andırmıyor da değil yani. Her hafta sonu, Cumartesi ve Pazar köy, kasaba dolaşıp güreş izlemekten güreşçilerden fazla yorulmaya başlayınca aklıma bir fikir geldi. Toplumun ihtiyarlarına gidip mevsim sonunda, her köyün, kasabanın şampiyonlarını Bükreş'te toplayıp bir Şampiyonlar Şampiyonası düzenlemem fikrine ne diyeceklerini sordum. Heyecanla kabul ettiler. Romen makamlarından izin alarak Bükreş'in en büyük kapalı spor salonunu bir haftalığına kiraladım ve İhtiyarlarla beraber planlamalara başladım. Sporcuların seyahatleri, Bükreş'te iaşe, ibateleri, hakemlerin nasıl seçileceği gibi konuları hallettikten sonra sıra kazananlara verilecek armağanlara geldi Orada adet, her sıkletin şampiyonuna bir kuzu hediye etmek. ''Peki, kuzuları ben karşılarım'' dedim. ''İyi ama, bu Şampiyonlar Şampiyonas olduğuna göre sadece kuzu yetmez'' dediler. Haydaaa, aldık mı derdi başımıza. ''Tamam'' dedim ''Şampiyonlara benden birer de Cumhuriyet altını''. Dedim, dedim de, kafamdan kaç sıklet olduğunu hesaplamaya çalışıyorum bir yandan da. Uleee, durup dururken dertsiz başımıza bela aldık, bu gidişle maaşı güreşe yatıracağız, diye kara kara düşünmekteyim. İhtiyarcıklar pek sevindiler ama benim gibi bir kelek bulduklarından dur durak bilmiyorlardı. ''İkincilere, üçüncülere de Nahıl yaparız'' dediler. '''Şeydilmiş şeyin şeyi olmaz '' diye düşünmekteyim ama bu ''Nahıl'' da ne ola ki? Alık alık baktığımı gören İhtiyarlar açıklama gereği hissetmiş olacaklar ki ''Yani, Sayın Büyükelçi, mutlaka bilirsiniz ya, Nahıl yapmak demek süslediğimiz bir ağaca hediyeler asmaktır'' dediler. Bozuntuya versem itibarımız dolar karşısındaki Türk lirası gibi üç paralık olacak. Onun için kıvırttım. ''Tabii ki Nahıl ağacını biliyorum da asılacak hediyeleri çıkartamadım''. ''Her sıkletin ikincisine, üçüncüsüne de küçük hediyeler verilir. Spor ayakkabısı, forma, eşortman gibi. Bunları kesip süslediğimiz ağaca asarız. Ağır sıklet şampiyonu da bu ağacı bayrak gibi taşıyarak müsabaka yerine getirir. Maçlar sonunda dereceye girenlere hediyeleri verilir'' diyerek cehaletimi yüzüme vurmadan meseleye açıklık getirdiler. Burada ilginç, hatta bence komik bir bilgi kırıntısı sunmak istiyorum. Romanya'daki Dobruca Bölgesinin (Dobruca'nın bir kısmı da Bulgaristan topraklarındadır) Kuşak Güreşi ağır sıklet şampiyonu, aynı zamanda Romen Milli Güreş takımının da kaptanı olan, Mecidi'ye şehrinden bir imam soydaşımızdır. Bir imamın ağır sıklet güreş şampiyonu olmasına gülmedinizse eğer, belki ismi sizi gülümsetecektir.. Kardeşimizin adı Elvis'tir. Şampiyon ağır sıklet güreşçi, imam Elvis. İyi mi? (Bükreş'te görev yaparken üç yıl üst üste bu şöleni düzenledim. Benden sonra ne olduğu hakkında malumatım yok). Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp. Bu Nahıl Ağacı meselesinin aslını astarını öğrenmek için, Bükreş'te yaşayan tarihçi soydaşımızın (neydi yahu adamcağızın adı?) evine gittim. Kendisi de tarih kadar yaşlı olan bu Beyefendinin anlattıklarını, aklımda kaldığı kadarıyla aşağıda özetlemeye çalışacağım. Bakalım ne diyeceksiniz.  ''Anadolu'da yaşamış Hititlerin yaptıkları kabartmalarda süslenmiş bir ağaca çeşitli yiyecekler, hediyeler asılmış olduğu görülür. Frigler de ilkbaharın gelişini, yani yeni yılın başlangıcını kutlamak amacıyla düzenledikleri şenliklerde hediyeler astıkları ağaçları süslemişlerdir Bazı tarihçiler Orta Asya'dan kalkıp Anadolu'ya gelen Osmanlıların bu adeti benimsediklerini ve özellikle düğün, sünnet gibi kutlamalarda Nahıl Ağacı kullandıklarını ileri sürerler. (O anlatırken ben de Osmanlı düğün minyatürlerinde böyle süslü ağaçların resmedildiğini hatırladım.. Hele padişahların evlatlarını evlendirirken, sünnet ettirirken düzenlenen şölenlere ait minyatürlerde gördüğüm ve ne anlam taşıdığını çözemediğim o heybetli, o şaşaalı Nahıl Ağaçlarının ne olduğunu böylece anlamış oldum) Ben ise Osmanlının bu adeti Orta Asya'dan getirdiklerine inanırım. Bildiğiniz üzere Türkler , veya bilimsel adlandırmasıyla Türki Kavimler Orta Asya'da yaşarlarken Pagandılar ve bir çok tanrıya taparlardı. Bunlardan biri de gök tanrısı Ülgen'di. Güneş de önemli bir tanrıydı. İnanca göre Güneşin temsil ettiği gündüz ile karanlık tanrısının temsil ettiği gece, durmak bilmeksizin savaşırlardı. Sonbahardan itibaren güneş bu savaşı kaybetmeye başlar ve günler giderek kısalırdı. Ama bir süre sonra güneş güçlenir ve geceyi, karanlığı önce durdurur sonra yenerdi. Güneşin, karanlıkların ilerlemesini durdurduğu gün 22 Aralık günüydü. Türkler bu güne ''Narduğan Günü'' derlerdi (Nar = güneş ; duğan = doğan) ve büyük şölenlerle kutlarlardı. Narduğan yani yeni bir dönemin , yeni bir yılın başlangıcının kutlandığı bu törenler sırasında Gök Tanrı Ülgen'e teşekkür etmek için sadece Orta Asya'da yetiştiğine inanılan akçam ağacı renkli şeritlerle, parlak süslerle, balmumundan yapılmış meyvalarla bezenir, dibine hediyeler bırakılırdı. O gün insanlar en güzel elbiselerini giyerler, aile büyüklerini ziyaret ederler, bütün aileyi bir araya toplayıp özel hazırladıkları yemekleri yerlerdi ve içerlerdi.... Neyi hatırlatıyor bu size Sayın Biüyükelçi?'' Donup kalmıştım.. Tarihçi soydaşımız, yaşı icabı bir süre soluklandıktan sonra sözlerine devam etti. ''3. asırda toplanan ilk İznik Konsili bu pagan adetini benimsedi ve iki gün ileri kaydırarak 24 Aralıkta bir hristiyan şöleni olarak kutlanmasına karar verdi. Gerekçe olarak da o günü İsa'nın doğduğu gün olarak ilan etti. Ne var ki Nahıl/Narduğan Ağacı uygulamasını Avrupa'da yayılması asırlar sonra oldu. Bunu sağlayan da kilise değil Orta Asya'dan Avrupa'ya göç eden Türki Kavimlerdi.- Finlandiya'ya, Litvanya'ya, Letonya'ya giden Turku'lar, Bulgaristan'a yerleşen Bulgar (Bolkar) Türkleri, Moldova-Ukrayna-Romanya'ya yerleşen Gagavuz'lar/Gökoğuzlar, Romanya-Macaristan sınırına ulaşan Sekel'ler, Macaristan'ı yani Hungary'i kuran Hun Türkleri, Ukrayna'da asırlar boyu hüküm süren Altın Ordu (Golden Horde ) Türkleri, Avrupa'nın her yerine yayılan Ugarit'ler yani Ogur Türkleri ve daha nice Türki Kavimler beraberlerinde sadece atlarını ve çadırlarını değil kültürlerini de getirdiler. Ve tabii Nahıl/Narduğan Ağacını. Pagan Türkler gidip yerleştikleri yerin dibine geçtikleri için bu Orta Asya adeti de yanlış bir şekilde hristiyan adeti sanıldı....'' Haydi bakalım, buyurun buradan yakın. Biz Batı'dan ''Baba''yı almışsak da, soydaş tarihçimize bakılırsa, biz de onlara karşılık olarak ''Ağac''ı sokmuşuz,,, Noel kültürlerine...... Hepinizin Noel'ini, Yılbaşını kutluyorum.... Gelecek yılın, şimdiye kadar yaşadıklarınızdan kat be kat güzel olması dileği ile...  
Ekleme Tarihi: 22 Aralık 2023 - Cuma

Bir Yılbaşı Yazısı

Bir yılın daha sonuna geldik.

 

Londra sokaklarında dolaşıyorum. Caddeler, meydanlar, evlerin pencereleri ışıklarla bezenmiş, vitrinler süslenmiş.Her yer, herkes 2023’ü uğurlamaya, 2024’ü karşılamaya hazırlanıyor. Oxford, Carnaby ve Regent Caddelerinde, Piccadilly Meydanında, Convent Garden’da, Leicester Square’de müzikler çalınıyor, danslar ediliyor.

Bir neşe,bir sevinç çökmüş şehrin üstüne.

Bunları gördükçe, yaşadıkça içim hüzünle doluyor.

Canım ülkemi düşünüyorum.

Basından öğrendiğime göre…

…Yurdum insanları  bir yerde Noel Baba figürünü sünnet etmişler. Bir başka yerin  yöneticisi vitrinlerini süsleyen esnafa “derhal sökün yoksaaa alimallah…” diye tehdit tebligatı yollamış.

Bir diğer yerde Üniversitenin bahçesindeki ağaçları süslemeye kalkan öğrencilere Özel Koruma Görevlileri müdahale etmiş. Üstelik bu Görevlilerin kerameti kendinden menkul  azametli, görkemli, heybetli, selahiyetli, olağanüstü yetkili Müdürü bir taraftan naralar atarak, sanki küffar üstüne Asakir i Mansure i Muhammediye çerisi edasıyla yürüyormuşçasına öğrencilere saldırmış, tartaklamış. 

Yılbaşına  bir hafta var. Bakalım daha neler göreceğiz, neler işiteceğiz, neler okuyacağız. 

Evet… yaklaşan yılbaşının bende yarattığı yansımaları dile getirdikten sonra gelelim bu yazının esas

İçeriğini oluşturacak “Aziz Niko – Noel Babadan Noel Ağacına” hikayesini anlatmaya….

Aziz Niko - Noel Babadan Noel Ağacına

Papazdı. Adı Niko'ydu. Hristiyan dünyasında çok görülen isimlerdendi bu ad. Ancak farklı ülkelerde farklı şekilde kullanılırdı Niko adı : Nik, Nikolas, Nicholas, Nicolaus, Klaus, Klaus..

İznik Konseyi tarafından Aziz mertebesine yükseltilince adının başına Aya, Saint, San, Santa, Sinter, Sankt gibi, farklı memleketlerde aynı anlama gelen, bir unvan eklendi. Adamcağız 4.yüzyılda yaşamıştı. 15 asır sonra, 19.yüzyılın ikinci yarısında Amerikalılar ''çakma''sını yarattılar.

Hatta bununla da yetinmeyip 1930'larda bir gazoz firması olan Kaka Kola, işin mokunu çıkararıp yeni bir hikaye yazarak garibimi reklam aracı yaptı.

Aslı Antalya'da Patara'da doğmuş, Myra'da ( bugünkü Derme'de) yaşamıştı. Çakmasını İskandinav ülkelerine götürdüler, hatta Kuzey Kutbuna kadar taşındığı oldu.

Aslı papazdı. Çakmasının ne iş yaptığı meçhul Aslının başında iki tutam saç vardı; sakalı, bıyığı yoktu. Çakmasına gür ve bembeyaz saçlar sakallar eklediler.

Aslı bir deri bir kemikti. Çakmasını Amerikalılar kendileri gibi obez yaptılar ve ortaya göt göbek bir karakter çıkardılar.

Aslı kahverengi, basit bir elbise giyerdi. Çakmasına Kaka Kola firmasının rengi olan kırmızı ceket pantalon giydirdiler.

Aslı sandalet ile gezerdi. Çakmasına siyah çizme uygun gördüler.

Aslı sade elbisesinin belini bir ip ile toplardı. Çakmasına siyah kemer taktılar.

Aslı gideceği yere tabanvayla giderdi. Çakmasını kızağa bindirdiler. Üstelik bu kızağı ren geyiklerine çektirdiler. Tabii kızak olması için kar gerektiğini de unutmadılar. Aslının yaşadığı yerde geyik vardı ama onlar ''Ren'' tipi  değil, ''Ala'' tipiydi. Üstelik Aslı muhtemelen hayatında hiç kar görmemişti.

Bu kadar farklılıklarına rağmen benzeştikleri bir nokta vardı: ikisi de çocukları severdi ve onlara hediyeler verirdi. Ama burada da farklılıkları vardı Aslı sadece çocukları değil gençleri de, fakirleri de, denizcileri de korurdu, onlara yardım ederdi. Zaten bu nedenle Aziz mertebesine yükseltilmişti.

Aaaa evet bir farkları daha vardı. Hem de çok önemli bir fark.

Aslı iyiliklerini, yardımlarını, hediyelerini yılın her günü yapardı, verirdi. Çakması ise senede bir gün. Christmas, Noel günü. Yani İsa'nın doğduğuna inanılan gün (Noel kelimesi Latince doğum anlamındaki gelen ''nasci'' kökünden gelir). Bu nedenle adamcağızın adını da değiştirip Father Christmas, Papa Noel, Pere Noel yaptılar.

Bize gelince...

Asırlardır süren Batı hayranlığımız, ayran budalalığımız nedeniyle bizim topraklarımızın çocuğu Aziz Peder Nikola'nın adını bir kenara bırakıp, her zaman olduğu gibi Batıdan ''Baba''yı aldık ve garibimi Noel Baba olarak anmaya başladık.

Allahtan başımıza nev zuhur (Dr.Cemil dostumuz için çeviri: yeni ortaya çıkanan amındadır nev zuhur ifadesi) müslümanlarımız geldi de, son yıllarda, Kuran'ın da peygamber olarak kabul ettiği İsa'nın doğumu (24/25 Aralık) ile hiç bir alakası olmayan Yılbaşı (İsa'dan çok daha önce kutlanan Roma takviminde yeni yılın başladığı gün) kutlamalarını, ağac süslemelerini (ki yakında yazacağım gibi Orta Asya Türk adetidir), eğlencelerini, hatta tebrik kartı, mesajı yazma uygulamalarını yavaş yavaş ortadan kaldırmaya başladı. Eskiden 364 gün heyecanla beklediğimiz (!) televizyondaki yılbaşı eğlence programında yer alan dansöz gösterisinin kaldırılması dinimize nasıl sahip çıkılacağının mübarek bir göstergesi oldu...

Aziz Peder Niko öldükten sonra, adet olduğu üzere kilisesine gömüldü. Asırlar sonra Allah, Meryem, İsa yolunda Kudüs'e doğru seferlere çıkan Haçlı Orduları, güzergahta yer alan Anadolu'dan her geçtiklerinde önlerine ne çıktıysa veya ''Allah ne verdiyse'' yağmaladılar. Hele hele Kostantinopolis'te taş üstünde taş bırakmadılar. Kaçıncı Haçlı Seferiydi bilmiyorum ama bunlardan birinde , 10. veya 11. asır olabilir, Myra'ya gelen İtalyan denizciler Aziz Niko'nun kemiklerini mezarından çıkarıp (pes yahu) Bari'ye götürdüler. Orada yaptıkları bir kiliseye gömdüler ve ziyaretçilere açtılar. Bir nevi hac ziyareti addedilen bu dini yatırımdan (!) İtalya bugün dahi büyük paralar kazanmaya devam ediyor.

Biz bu konuda ne mi yaptık.

Biz tarihi, sadece Osmanlı tarihi olarak algıladığımızdan, dini yalnız müslüman dini olarak düşündüğümüzden, kültürden zaten nasibimizi pek almadığımızdan, din turizmini cami, türbe ziyareti ile sınırlı gördüğümüzden topraklarımızda doğan Aziz Nikola için ne yapmış olabiliriz ki.

Ben Demre'ye 40 yıl önce gittiğimde Aziz Niko kilisesini, daha doğrusu harabesini gezip görmüştüm. Daha sonra bu kilisenin biraz tamir edilmi ve önüne Peder Niko'nun gerçeğine yakın bir heykeli yapılmış olduğunu öğrendim. Hatta bir ara hatıra pulları da basılmıştı. O günlerden bu güne kilise biraz daha tamir görmüş, müze haline getirilmiş. Ama dünyaya tanıtılması, hatırlatılması sıfır. Haa, kasabaya bir çok heykeli de yapılmış. Ama bunlar Aziz Niko'nun değil Batından aldığımız ''Baba''nın, Noel Babanın heykeli.

Hele pleksiglastan yapılan bir heykel var ki evlere şenlik, aynı kırmızı elbisesi, beyaz saç sakalı ve koca göbeği ile tam bir Avrupalı Noel Baba heykeli Demre'ye hemen hiç kar yağmadığından Ren geyikleri ile kızak koymaya utanmışlar herhalde....

Ben Niko'ya dünyanın çeşitli yerlerinde verilen isimler arasında en çok hangisini severim, bilir misiniz. Bulgaristan'daki Türk soydaşlarımızın verdiği adı. Onlar bu kişiye ''Donak Dede'' diyorlar. Ne hoş, ne sevimli bir isim, değil mi*......

Sonra yazımızda ne demiştik, nerede kalmıştık? Eveeet, Batı'dan ''Baba''yı almıştık... Noel ,Babayı. Sonra hızımızı alamadık, bir de Noel Ağacını aldık. Tövbe, tövbe, ay çarpılacağım vallahi, gavur icadı ''Noel Ağacı'' ne demek, bizimki ''Yılbaşı Ağacı'' tabii ki.

İyi de Noel Babanın çakma olduğunu, aslının, yani Aziz Peder Niko'nun bizim toprakların evladı olduğunu söylemişken ''Batı'dan bir de Noel Ağacını aldık'' demek nasıl oluyor ki? Acaba biz mi Batıdan bu ''Ağac'ı aldık, yoksa onlar mı bizden?

''Hadi canım saçmalama'' diyenlerinizi duyar gibi oluyorum... Canları sağ olsun. Ama belki bu yazının geri kalan kısmını okuduklarında bu konuda içlerini küçük bir şüphe kurdu kemirmeye başlayacaktır.

Başlayalım mı ?

Romanya'da Büyükelçilik yaptığım dönemde oradaki Türk Toplumu (Osmanlı Türkleri, Osmanlı döneminden kalan Kırım Tatar Türkleri ve geçmişi çok daha gerilere dayanan Gagavuz-Gök Oğuz- Türkleri) ile yakın ilişkiler kurmuştum ve onları her vesile ile sık sık ziyaret ediyordum. Bu vesilelerden biri de, yaz aylarında,Türklerin yoğun yaşadıkları Dobruca Bölgesinde hemen her kasabada, köyde düzenlenen Kuşak Güreşleriydi.

Kuşak Güreşli bizim Karakucak Güreşine pek benzeyen bir spor. Üstleri çıplak, altlarında kıspet (veya sadece pantolon) olan güreşçiler rakiplerini bellerindeki kuşaklarından tutarak yere devirmeye çalışıyorlar. Bu şekli ile biraz da Sumo Güreşini andırmıyor da değil yani. Her hafta sonu, Cumartesi ve Pazar köy, kasaba dolaşıp güreş izlemekten güreşçilerden fazla yorulmaya başlayınca aklıma bir fikir geldi. Toplumun ihtiyarlarına gidip mevsim sonunda, her köyün, kasabanın şampiyonlarını Bükreş'te toplayıp bir Şampiyonlar Şampiyonası düzenlemem fikrine ne diyeceklerini sordum. Heyecanla kabul ettiler. Romen makamlarından izin alarak Bükreş'in en büyük kapalı spor salonunu bir haftalığına kiraladım ve İhtiyarlarla beraber planlamalara başladım. Sporcuların seyahatleri, Bükreş'te iaşe, ibateleri, hakemlerin nasıl seçileceği gibi konuları hallettikten sonra sıra kazananlara verilecek armağanlara geldi

Orada adet, her sıkletin şampiyonuna bir kuzu hediye etmek. ''Peki, kuzuları ben karşılarım'' dedim. ''İyi ama, bu Şampiyonlar Şampiyonas olduğuna göre sadece kuzu yetmez'' dediler. Haydaaa, aldık mı derdi başımıza. ''Tamam'' dedim ''Şampiyonlara benden birer de Cumhuriyet altını''. Dedim, dedim de, kafamdan kaç sıklet olduğunu hesaplamaya çalışıyorum bir yandan da. Uleee, durup dururken dertsiz başımıza bela aldık, bu gidişle maaşı güreşe yatıracağız, diye kara kara düşünmekteyim.

İhtiyarcıklar pek sevindiler ama benim gibi bir kelek bulduklarından dur durak bilmiyorlardı. ''İkincilere, üçüncülere de Nahıl yaparız'' dediler.

'''Şeydilmiş şeyin şeyi olmaz '' diye düşünmekteyim ama bu ''Nahıl'' da ne ola ki?

Alık alık baktığımı gören İhtiyarlar açıklama gereği hissetmiş olacaklar ki ''Yani, Sayın Büyükelçi, mutlaka bilirsiniz ya, Nahıl yapmak demek süslediğimiz bir ağaca hediyeler asmaktır'' dediler. Bozuntuya versem itibarımız dolar karşısındaki Türk lirası gibi üç paralık olacak. Onun için kıvırttım. ''Tabii ki Nahıl ağacını biliyorum da asılacak hediyeleri çıkartamadım''. ''Her sıkletin ikincisine, üçüncüsüne de küçük hediyeler verilir. Spor ayakkabısı, forma, eşortman gibi. Bunları kesip süslediğimiz ağaca asarız. Ağır sıklet şampiyonu da bu ağacı bayrak gibi taşıyarak müsabaka yerine getirir. Maçlar sonunda dereceye girenlere hediyeleri verilir'' diyerek cehaletimi yüzüme vurmadan meseleye açıklık getirdiler.

Burada ilginç, hatta bence komik bir bilgi kırıntısı sunmak istiyorum. Romanya'daki Dobruca Bölgesinin (Dobruca'nın bir kısmı da Bulgaristan topraklarındadır) Kuşak Güreşi ağır sıklet şampiyonu, aynı zamanda Romen Milli Güreş takımının da kaptanı olan, Mecidi'ye şehrinden bir imam soydaşımızdır. Bir imamın ağır sıklet güreş şampiyonu olmasına gülmedinizse eğer, belki ismi sizi gülümsetecektir.. Kardeşimizin adı Elvis'tir. Şampiyon ağır sıklet güreşçi, imam Elvis. İyi mi?

(Bükreş'te görev yaparken üç yıl üst üste bu şöleni düzenledim. Benden sonra ne olduğu hakkında malumatım yok).

Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp. Bu Nahıl Ağacı meselesinin aslını astarını öğrenmek için, Bükreş'te yaşayan tarihçi soydaşımızın (neydi yahu adamcağızın adı?) evine gittim. Kendisi de tarih kadar yaşlı olan bu Beyefendinin anlattıklarını, aklımda kaldığı kadarıyla aşağıda özetlemeye çalışacağım.

Bakalım ne diyeceksiniz.  ''Anadolu'da yaşamış Hititlerin yaptıkları kabartmalarda süslenmiş bir ağaca çeşitli yiyecekler, hediyeler asılmış olduğu görülür. Frigler de ilkbaharın gelişini, yani yeni yılın başlangıcını kutlamak amacıyla düzenledikleri şenliklerde hediyeler astıkları ağaçları süslemişlerdir

Bazı tarihçiler Orta Asya'dan kalkıp Anadolu'ya gelen Osmanlıların bu adeti benimsediklerini ve özellikle düğün, sünnet gibi kutlamalarda Nahıl Ağacı kullandıklarını ileri sürerler.

(O anlatırken ben de Osmanlı düğün minyatürlerinde böyle süslü ağaçların resmedildiğini hatırladım.. Hele padişahların evlatlarını evlendirirken, sünnet ettirirken düzenlenen şölenlere ait minyatürlerde gördüğüm ve ne anlam taşıdığını çözemediğim o heybetli, o şaşaalı Nahıl Ağaçlarının ne olduğunu böylece anlamış oldum)

Ben ise Osmanlının bu adeti Orta Asya'dan getirdiklerine inanırım. Bildiğiniz üzere Türkler , veya bilimsel adlandırmasıyla Türki Kavimler Orta Asya'da yaşarlarken Pagandılar ve bir çok tanrıya taparlardı. Bunlardan biri de gök tanrısı Ülgen'di. Güneş de önemli bir tanrıydı.

İnanca göre Güneşin temsil ettiği gündüz ile karanlık tanrısının temsil ettiği gece, durmak bilmeksizin savaşırlardı. Sonbahardan itibaren güneş bu savaşı kaybetmeye başlar ve günler giderek kısalırdı. Ama bir süre sonra güneş güçlenir ve geceyi, karanlığı önce durdurur sonra yenerdi. Güneşin, karanlıkların ilerlemesini durdurduğu gün 22 Aralık günüydü. Türkler bu güne ''Narduğan Günü'' derlerdi (Nar = güneş ; duğan = doğan) ve büyük şölenlerle kutlarlardı.

Narduğan yani yeni bir dönemin , yeni bir yılın başlangıcının kutlandığı bu törenler sırasında Gök Tanrı Ülgen'e teşekkür etmek için sadece Orta Asya'da yetiştiğine inanılan akçam ağacı renkli şeritlerle, parlak süslerle, balmumundan yapılmış meyvalarla bezenir, dibine hediyeler bırakılırdı. O gün insanlar en güzel elbiselerini giyerler, aile büyüklerini ziyaret ederler, bütün aileyi bir araya toplayıp özel hazırladıkları yemekleri yerlerdi ve içerlerdi....

Neyi hatırlatıyor bu size Sayın Biüyükelçi?'' Donup kalmıştım..

Tarihçi soydaşımız, yaşı icabı bir süre soluklandıktan sonra sözlerine devam etti. ''3. asırda toplanan ilk İznik Konsili bu pagan adetini benimsedi ve iki gün ileri kaydırarak 24 Aralıkta bir hristiyan şöleni olarak kutlanmasına karar verdi. Gerekçe olarak da o günü İsa'nın doğduğu gün olarak ilan etti.

Ne var ki Nahıl/Narduğan Ağacı uygulamasını Avrupa'da yayılması asırlar sonra oldu. Bunu sağlayan da kilise değil Orta Asya'dan Avrupa'ya göç eden Türki Kavimlerdi.-

Finlandiya'ya, Litvanya'ya, Letonya'ya giden Turku'lar, Bulgaristan'a yerleşen Bulgar (Bolkar) Türkleri, Moldova-Ukrayna-Romanya'ya yerleşen Gagavuz'lar/Gökoğuzlar, Romanya-Macaristan sınırına ulaşan Sekel'ler, Macaristan'ı yani Hungary'i kuran Hun Türkleri, Ukrayna'da asırlar boyu hüküm süren Altın Ordu (Golden Horde )

Türkleri, Avrupa'nın her yerine yayılan Ugarit'ler yani Ogur Türkleri ve daha nice Türki Kavimler beraberlerinde sadece atlarını ve çadırlarını değil kültürlerini de getirdiler. Ve tabii Nahıl/Narduğan Ağacını. Pagan Türkler gidip yerleştikleri yerin dibine geçtikleri için bu Orta Asya adeti de yanlış bir şekilde hristiyan adeti sanıldı....''

Haydi bakalım, buyurun buradan yakın. Biz Batı'dan ''Baba''yı almışsak da, soydaş tarihçimize bakılırsa, biz de onlara karşılık olarak ''Ağac''ı sokmuşuz,,, Noel kültürlerine......

Hepinizin Noel'ini, Yılbaşını kutluyorum.... Gelecek yılın, şimdiye kadar yaşadıklarınızdan kat be kat güzel olması dileği ile...

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.