Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
 

Kore Torsosu (5)

(Bu Bölüme başlarken yapmam gereken bir açıklama: Sultan Abdülmecit için yazımda, son zamanlarda çoğu Türk  tarihçilerinin yaptığı gibi “1. Birinci “ ayrımını kullandım. Oysa Osmanlı İmparatorluğu tahtına  oturmuş ikinci bir Sultan Abdülmecit yok.  Ancak, tahta çıkmasa da Hanedanın yıkılmasının ardından TBMM tarafından 1922 yılında bir süreliğine  Halifelik makamına getirilen, 1.Abdülmecit’in  kardeşi Sultan Abdülaziz'in oğlu Abdülmecit  Efendi var. Bir küsur yıl sonra Halifelik makamının ilga edilmesinin ardından, Hanedanın diğer üyeleri gibi sınır dışı edilen Abdülmecit Efendiyi, başkalarının farklı amaçlarla 2.Abdülmecit gibi tanıtmaya çalışmalarının aksine, ben, sadece TBMM’nin kararına  saygı duyduğum için amcası Sultan Abdülmecit’in adının başında “(1.Birinci” ayırımını kullandım). ……………………… Cep delik, cepken delik, Yen delik, kaftan delik, Don delik, mintan ddlik Kevgir misin, be kardeşim.                              Orhan Veli Kanık …………… 2.Mahmut öldüğünde Osmanlı tahtına geçen oğlu Abdülmecid 15-16 yaşlarındaydı Urfalı  meşhur şarkıcımızın dediği gibi   “Bizde Oxford mu vardı ki”  genç Sultan ne devlet yönetimi ne de uluslararası ilişkiler okumuş olsun. Üstelik “ekonomist” de değildi. Tahta çıktığında Osmanlı hazinesi “tam takır, kuru bakır”durumundaydı. Yani günümüzün moda tabiriyle “ enkaz devralmıştı”. Babasının biraz reform hevesi, biraz da yabancı devletlerin   baskısı ile hazırlattığı Tanzimat  Fermanını ilan etmek ona kısmet olmuştu. Lakin ne iç isyanların, ne de dış savaşların önü alınabiliyordu. Kavalalı Mehmet Paşanın Kütahya’ya kadar ilerleyen ordusunu İngilizler geri dönmeye  ikna (!) etmişlerdi, lakin  isyan sona ermemişti. “Avrupa’nın Hasta Adamı”ndan parçalar koparmak isteyen “Avrupa'nın Sağlıklı Adamları”, Osmanlının üstüne leş kargaları gibi üşüşmüşlerdi…İngilizi, Fransızı, Avusturyalısı, Prusyalısı fırsat kolluyorlardı. En önde  gideni Ruslar oldu. Sudan bir bahane ile Eflak ve Buğdan’ı işgal ettiler. (Not: Tarih kitaplarında hep el eleele ele alınan (çok ilginç bir ifade oldu, değil mi?) Bu iki Voyvodalıktan Eflak’ın (Orijinal ismiyle Vlaha’nın ) Güney Romanya’da olduğunu biliyordum da acaba Buğdan neredeydi ? Bükreş’teki Büyükelçiliğim sırasında  Romen tarihçilere bu soruyu yönelttiğimde onların da bu isimde bir yer, bir Voyvodalık bilmediklerini öğrenince şaşırmıştım. Daha sonra anladım ki, meğer Buğdan, Romanya’nın Kuzey doğusunda, Prut Nehrinin iki tarafındaki topraklara verilen admış. Yani bizim Buğdan dediğimiz  yerin orijinal adı Moldova’ymış. Bizimkiler gerçek adı yerine o bölgede bir zamanlar  voyvodalık yapmış Buğdan Beyin adını ülkenin adı zannederek kullanmaya başlamışlar ve ismi de öyle kalmış). Rusların sadece Eflak ve Buğdan ile kalmayıp Boğazları da işgal etmesinden çekinen  İngiltere ve Fransa, Avrupa’nın diğer büyük devletlerine pay vermek durumunda kalmamak için yanlarına sadece Piemonte-Sardunya Krallığını   da alarak (almasalar da olurdu tabii) Osmanlının yanında Rus Çarlığına savaş açtılar ve ardlarına  bizi de  takarak Kırım’a asker çıkardılar. Bir milyonu aşkın mevcutlu müttefik ordularına karşı Rusların 750 bin askeri arasında müthiş savaşlar yapıldı. Müttefik donanma gemileri Sivastopol’u günlerce bombaladı. karada da çok kanlı çarpışmalar oldu. Sonunda “bizim taraf” galip geldiyse de bu bir “Pirus zaferi”ydi sadece. Zira tarafların savaş meydanında bıraktıkları ölü sayısı hemen hemen eşitti. Savaşta yaralanıp sonradan hayatını kaybedenlerde ise bizim taraf mağlup sayılabilirdi. (Yaralıların İstanbul Selimiye Kışlasındaki tedavilerine yardım eden ve hastabakıcılık  mesleğinin oluşmasın öncülük  yapan İngiliz  Florance Nightingale’i hatırladınız herhalde) (Ara not: 1853-1856 yılları arasında üç yıl süren  bu kanlı savaş  hakkında bir çok romanlar yazıldı, filmler çekildi, besteler  yapıldı. Ben bunlardan en çok 1980’lerde çekilen “ Hafif Süvari Alayının Hücumu-Charge of the Light Brigade) isimli filmi  severim. Filmde, ricat etmek durumunda kalan  Osmanlı birliğinin bir vadide bıraktığı topları  kurtarma emrini alan t600 kişilik bir İngiliz Hafif Süvari Birliğinin, binlerce asker, yüzlerce toptan müteşekkil  Rus kuvveti  üzerine  gözünü kırpmadan yaptığı epik hücum anlatılır. Aynı hücum hakkında Suppé’nin bestelediği  “HafifSüvari Alayı Üvertürü” de (Leichte Kavaliere Overture) çok güzel ve coşkuludur. “Kırım Savaşına dair Türk bestesi yok mu ?” diye  sorarsanız…... …….”Hasduur,            Haydiii,             Ya Allah”  diye başlayıp, “Sivastopol önünde yatar gemiler,            Atar nizam topunu, her yer iniler…”  sözleri ile devam eden Sivastopol marşını  kim hatırlamaz ki? …………………….. Kırım Savaşı bitti. İngilizler, Fransızlar amaçlarına ulaşıp Rusya’yı durdurdular. Sonra da çekip gittiler. Ortalığı temizlemek, faturayı üstlenmek bize kaldı. …………………… Sultan Abdülmecit Kırım Savaşından kaçan ve Ukrayna, Moldova  üzerinden  Romanya’ya kadar  gelen Kırım Türkleri  için Dobruca Bölgesinde bir şehir kurdu. Köstence’ye bağlı bu yerleşim yerine  kurucusunun  adına izafeten “Mecidiye” ismi verildi. Kent bugün de aynı adı taşıyor ve halkının büyük çoğunluğunu hala Kırım Türkleri oluşturuyor. …………………… Kırım Savaşının Osmanlıya çıkardığı faturalardan biri, yine Avrupa Devletlerinin baskısıyla, ülkedeki yabancılara tanınan imtiyaz ve kolaylıkları arttıran Islahat Fermanının Savaşın hemen bitiminde (1856) ilanı teşkil etti. Savaş masrafları da artık bardağı taşıran son damlayı oluşturmuştu.. Abdülmecit’in , “itibardan ödün vererek”, daha sonra “Ata sporu (!)” haline  gelecek olan dış borç almaya yönelmekten başka çaresi kalmamıştı. Yüzlerce yıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihinde Devlet i Ali ilk kez borçlanıyor ve yabancı devletlerin güdümüne giriyordu. Yabancıların iç işlerimize burunlarını sokmalarına, ekonomimizi ele geçirme adımlarını atmalarına yol açan bu gelişmeler bazı kesimlerde huzursuzluk yaratmıştı. Gizli toplantılar yapıldı, planlar oluşturuldu, Devletin içine düştüğü bu durumdan kurtarmanın  çaresinin Abdülmecit’i öldürüp yerine kardeşi Abdülaziz’i geçirmek olduğuna karar verildi. Harekete geçildi…..ama komplo ortaya çıktı, engellendi .Bu olay tarihe “Kuleli Vakası” olarak geçti (ki konumuz dışında kaldığından bu kez yazmayacağım, belki ileride bir başka vesile ile anlatırım). Yetti  mi? Ne münasebet. Hemen ardından Şam’da, Beyrut’ta, Bosna’da iç isyanlar çıktı. Yetti mi? Hayır. Üstelik genç Sultan, babası gibi veremdi. Şimdi siz gelip  “Abdülmecit İngilizlere neden arkeolojik kazı izni verdi ?”diye sorarsanız ben sizlere daha neler anlatabilirim  ki?……. Denizlerin , karaların, ülkelerin  hakimi, Alemlerin  Rabbi’nin Peygamberinin Halefi ve inançlı savaşçısı, Mukaddes Şehirler Mekke, Medine ve Kudüs’ün   muhafızı, Sultanlar Sultanı, Hakanlar Hakanı,…. ……Sultan 2.Mahmut’un Bezmialem Sultandan olan oğlu, 9 Kadınefendi, 9 İkbal,, 4 Gözdeden 9 erkek, 21 kız evlat sahibi, oğullarından dördü Osmanlı tahtına oturan (5.Mustafa, 2.Abdülhamit, 5.Mehmet Reşat, 6.Mehmet Vahdettin), 101.İslam Halifesi ve 31.Osmanlı padişahı Sultan  1861 yılında….sadece 38 yaşındayken…….öldü. ………………. “Bülbülün çektiği dili belası”. Becerikli bir yazarın  veciz biçimde ifade edebileceği  bir konuyu pehlivan tefrikası gibi uzattım da uzattım. Frene  basmasam, pahallı benzinden tasarruf etmek için yokuş aşağı vitesi boşa alan  sürücü misali kaptırıp daha da gideceğim. Ama söz, 6.bölümde konuyu toparlayıp noktayı koyacağım.              
Ekleme Tarihi: 07 Şubat 2024 - Çarşamba

Kore Torsosu (5)

(Bu Bölüme başlarken yapmam gereken bir açıklama: Sultan Abdülmecit için yazımda, son zamanlarda çoğu Türk  tarihçilerinin yaptığı gibi “1. Birinci “ ayrımını kullandım. Oysa Osmanlı İmparatorluğu tahtına  oturmuş ikinci bir Sultan Abdülmecit yok.  Ancak, tahta çıkmasa da Hanedanın yıkılmasının ardından TBMM tarafından 1922 yılında bir süreliğine  Halifelik makamına getirilen, 1.Abdülmecit’in  kardeşi Sultan Abdülaziz'in oğlu Abdülmecit  Efendi var. Bir küsur yıl sonra Halifelik makamının ilga edilmesinin ardından, Hanedanın diğer üyeleri gibi sınır dışı edilen Abdülmecit Efendiyi, başkalarının farklı amaçlarla 2.Abdülmecit gibi tanıtmaya çalışmalarının aksine, ben, sadece TBMM’nin kararına  saygı duyduğum için amcası Sultan Abdülmecit’in adının başında “(1.Birinci” ayırımını kullandım).

………………………

Cep delik, cepken delik,

Yen delik, kaftan delik,

Don delik, mintan ddlik

Kevgir misin, be kardeşim.

                             Orhan Veli Kanık

……………

2.Mahmut öldüğünde Osmanlı tahtına geçen oğlu Abdülmecid 15-16 yaşlarındaydı

Urfalı  meşhur şarkıcımızın dediği gibi   “Bizde Oxford mu vardı ki”  genç Sultan ne devlet yönetimi ne de uluslararası ilişkiler okumuş olsun. Üstelik “ekonomist” de değildi.

Tahta çıktığında Osmanlı hazinesi “tam takır, kuru bakır”durumundaydı. Yani günümüzün moda tabiriyle “ enkaz devralmıştı”.

Babasının biraz reform hevesi, biraz da yabancı devletlerin   baskısı ile hazırlattığı Tanzimat  Fermanını ilan etmek ona kısmet olmuştu.

Lakin ne iç isyanların, ne de dış savaşların önü alınabiliyordu.

Kavalalı Mehmet Paşanın Kütahya’ya kadar ilerleyen ordusunu İngilizler geri dönmeye  ikna (!) etmişlerdi, lakin  isyan sona ermemişti.

“Avrupa’nın Hasta Adamı”ndan parçalar koparmak isteyen “Avrupa'nın Sağlıklı Adamları”, Osmanlının üstüne leş kargaları gibi üşüşmüşlerdi…İngilizi, Fransızı, Avusturyalısı, Prusyalısı fırsat kolluyorlardı.

En önde  gideni Ruslar oldu. Sudan bir bahane ile Eflak ve Buğdan’ı işgal ettiler.

(Not: Tarih kitaplarında hep el eleele ele alınan (çok ilginç bir ifade oldu, değil mi?) Bu iki Voyvodalıktan Eflak’ın (Orijinal ismiyle Vlaha’nın ) Güney Romanya’da olduğunu biliyordum da acaba Buğdan neredeydi ? Bükreş’teki Büyükelçiliğim sırasında  Romen tarihçilere bu soruyu yönelttiğimde onların da bu isimde bir yer, bir Voyvodalık bilmediklerini öğrenince şaşırmıştım. Daha sonra anladım ki, meğer Buğdan, Romanya’nın Kuzey doğusunda, Prut Nehrinin iki tarafındaki topraklara verilen admış. Yani bizim Buğdan dediğimiz  yerin orijinal adı Moldova’ymış. Bizimkiler gerçek adı yerine o bölgede bir zamanlar  voyvodalık yapmış Buğdan Beyin adını ülkenin adı zannederek kullanmaya başlamışlar ve ismi de öyle kalmış).

Rusların sadece Eflak ve Buğdan ile kalmayıp Boğazları da işgal etmesinden çekinen  İngiltere ve Fransa, Avrupa’nın diğer büyük devletlerine pay vermek durumunda kalmamak için yanlarına sadece Piemonte-Sardunya Krallığını   da alarak (almasalar da olurdu tabii) Osmanlının yanında Rus Çarlığına savaş açtılar ve ardlarına  bizi de  takarak Kırım’a asker çıkardılar. Bir milyonu aşkın mevcutlu müttefik ordularına karşı Rusların 750 bin askeri arasında müthiş savaşlar yapıldı. Müttefik donanma gemileri Sivastopol’u günlerce bombaladı. karada da çok kanlı çarpışmalar oldu. Sonunda “bizim taraf” galip geldiyse de bu bir “Pirus zaferi”ydi sadece. Zira tarafların savaş meydanında bıraktıkları ölü sayısı hemen hemen eşitti. Savaşta yaralanıp sonradan hayatını kaybedenlerde ise bizim taraf mağlup sayılabilirdi. (Yaralıların İstanbul Selimiye Kışlasındaki tedavilerine yardım eden ve hastabakıcılık  mesleğinin oluşmasın öncülük  yapan İngiliz  Florance Nightingale’i hatırladınız herhalde)

(Ara not: 1853-1856 yılları arasında üç yıl süren  bu kanlı savaş  hakkında bir çok romanlar yazıldı, filmler çekildi, besteler  yapıldı.

Ben bunlardan en çok 1980’lerde çekilen “ Hafif Süvari Alayının Hücumu-Charge of the Light Brigade) isimli filmi  severim. Filmde, ricat etmek durumunda kalan  Osmanlı birliğinin bir vadide bıraktığı topları  kurtarma emrini alan t600 kişilik bir İngiliz Hafif Süvari Birliğinin, binlerce asker, yüzlerce toptan müteşekkil  Rus kuvveti  üzerine  gözünü kırpmadan yaptığı epik hücum anlatılır.

Aynı hücum hakkında Suppé’nin bestelediği  “HafifSüvari Alayı Üvertürü” de (Leichte Kavaliere Overture) çok güzel ve coşkuludur.

“Kırım Savaşına dair Türk bestesi yok mu ?” diye  sorarsanız…...

…….”Hasduur,

           Haydiii,

            Ya Allah”

 diye başlayıp,

“Sivastopol önünde yatar gemiler,

           Atar nizam topunu, her yer iniler…” 

sözleri ile devam eden Sivastopol marşını  kim hatırlamaz ki?

……………………..

Kırım Savaşı bitti. İngilizler, Fransızlar amaçlarına ulaşıp Rusya’yı durdurdular. Sonra da çekip gittiler. Ortalığı temizlemek, faturayı üstlenmek bize kaldı.

……………………

Sultan Abdülmecit Kırım Savaşından kaçan ve Ukrayna, Moldova  üzerinden  Romanya’ya kadar  gelen Kırım Türkleri  için Dobruca Bölgesinde bir şehir kurdu. Köstence’ye bağlı bu yerleşim yerine  kurucusunun  adına izafeten “Mecidiye” ismi verildi. Kent bugün de aynı adı taşıyor ve halkının büyük çoğunluğunu hala Kırım Türkleri oluşturuyor.

……………………

Kırım Savaşının Osmanlıya çıkardığı faturalardan biri, yine Avrupa Devletlerinin baskısıyla, ülkedeki yabancılara tanınan imtiyaz ve kolaylıkları arttıran Islahat Fermanının Savaşın hemen bitiminde (1856) ilanı teşkil etti.

Savaş masrafları da artık bardağı taşıran son damlayı oluşturmuştu.. Abdülmecit’in , “itibardan ödün vererek”, daha sonra “Ata sporu (!)” haline  gelecek olan dış borç almaya yönelmekten başka çaresi kalmamıştı. Yüzlerce yıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihinde Devlet i Ali ilk kez borçlanıyor ve yabancı devletlerin güdümüne giriyordu.

Yabancıların iç işlerimize burunlarını sokmalarına, ekonomimizi ele geçirme adımlarını atmalarına yol açan bu gelişmeler bazı kesimlerde huzursuzluk yaratmıştı. Gizli toplantılar yapıldı, planlar oluşturuldu, Devletin içine düştüğü bu durumdan kurtarmanın  çaresinin Abdülmecit’i öldürüp yerine kardeşi Abdülaziz’i geçirmek olduğuna karar verildi. Harekete geçildi…..ama komplo ortaya çıktı, engellendi .Bu olay tarihe “Kuleli Vakası” olarak geçti (ki konumuz dışında kaldığından bu kez yazmayacağım, belki ileride bir başka vesile ile anlatırım).

Yetti  mi? Ne münasebet.

Hemen ardından Şam’da, Beyrut’ta, Bosna’da iç isyanlar çıktı.

Yetti mi? Hayır.

Üstelik genç Sultan, babası gibi veremdi.

Şimdi siz gelip  “Abdülmecit İngilizlere neden arkeolojik kazı izni verdi ?”diye sorarsanız ben sizlere daha neler anlatabilirim  ki?…….

Denizlerin , karaların, ülkelerin  hakimi, Alemlerin  Rabbi’nin Peygamberinin Halefi ve inançlı savaşçısı, Mukaddes Şehirler Mekke, Medine ve Kudüs’ün   muhafızı, Sultanlar Sultanı, Hakanlar Hakanı,….

……Sultan 2.Mahmut’un Bezmialem Sultandan olan oğlu, 9 Kadınefendi, 9 İkbal,, 4 Gözdeden 9 erkek, 21 kız evlat sahibi, oğullarından dördü Osmanlı tahtına oturan (5.Mustafa, 2.Abdülhamit, 5.Mehmet Reşat, 6.Mehmet Vahdettin), 101.İslam Halifesi ve 31.Osmanlı padişahı Sultan  1861 yılında….sadece 38 yaşındayken…….öldü.

……………….

“Bülbülün çektiği dili belası”. Becerikli bir yazarın  veciz biçimde ifade edebileceği  bir konuyu pehlivan tefrikası gibi uzattım da uzattım. Frene  basmasam, pahallı benzinden tasarruf etmek için yokuş aşağı vitesi boşa alan  sürücü misali kaptırıp daha da gideceğim. Ama söz, 6.bölümde konuyu toparlayıp noktayı koyacağım.

 

 

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.