Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçü - E.Büyükelçi
 

Üst kat çatı, alt kat bodrum. (Bodrum Yazıları - 1)

Babamın hemşerisi, Üsküplü Ahmed Ağah’ı, Nazım. Hikmet’in annesine çektirdiklerinden dolayı kişilik olarak pek sevmem ama şairliğine diyeceğim yoktur.  Nal seslerini mısralarına yansıttığı “Bin atlı  akınlarda  çocuklar gibi şendik; Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” sözleri  ile başlayan “Akıncılar” şiiri; “ Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı; Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı” ile giriş yapan “Mohaç Türküsü” şiirleri birer şaheser değil de nedir? Ya kaybettiğinin ardından  tevekkülle bakan, metanetle, vakarla acısını içine gömenlerin  duygularını yansıtan “Sessiz Gemi ” şiiri: “Artık demir alma günü gelmişse zamandan ; Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…….” Büyük, çok büyük bir şairdi Ahmed Ağah…..Yahut herkesin bildiği ismiyle Yahya Kemal. Soyadı kanunu ile birlikte Beyatlı  soyadını alan Yahya Kemal Cumhuriyetin ilanı ile birlikte bir çok dönem milletvekilliği yapmıştı. İstanbul’da oturur, İstanbul’u severdi .Meclis toplantılarına katılmak üzere Ankara’ya gittiğinde Ankara Palas’ta kalır, yemeklerini hemen yakındaki Karpiç’te yerdi.  Kendisine  “Ankara’nın  neresini seversiniz, Üstad?”diye soran bir “Angaralıya” verdiği cevap tarihe geçmişti. “İstanbul’a dönüşünü severim”. ……………………… Her yaz gittiğim Bodrum’un en çok neresini seversin şeklinde bir soru yöneltilse artık “Londra’ya dönüşünü severim” diye cevap verecek duruma geldim….daha doğrusu yöneticisinden esnafına, yerlisinden, sonradan olmasına kadar Bodrum’daki insanlar tarafından bu hale getirildim.  Trafik sıkıntısı, elektrik kesintisi, internet kesintileri, susuzluk, hafta sekiz gün dokuz su borularının patlaması, kalkmayan çöpler, kenti insanlara dar eden sivrisinek ve diğer böcekler, domuzlar, eğlence yerlerinin ün sınırlaması tanımayan müzik yayınları ve her şeyin üstüne tüy diken aşırı fiyatlar, bunlara çare bulamayan yöneticiler, yönetimler……Haa, az kalsın unutuyordum, bir de şehri basan, düzenli, düzensiz, göçmenler, sığınmacılar, sığınamayıp başka yerlere kaçmaya çalışanlar… ……………………… Neredeyse yarım asır önce Nijerya’nın o tarihlerdeki başkenti Lagos’taki Büyükelçiliğimizde görevliydim.. İlk günlerimdi. Sefaret bahçesi, bakımsızlıktan ötürü adeta ülkedeki  balta girmemiş ormanların küçük ölçekli kentsel yansımasını  andırıyordu. Kim bilir hangi köşede yatıp uyumakta olan resmi şoförü bulamadığım için Hariciyedeki  randevuma kendi arabamla giderken bahçıvana bahçeyi temizlemesi ve işe, otomobilleri  sokup çıkarırken zorlandığım garaj kapısını engelleyen ağacı budamakla başlamasını söyledim. Hariciyedeki işimi bitirip döndüğümde arabamı park ederken baktım, bahçıvan gerçekten de bir kaç yerel çalışan ile birlikte ağacın garajın damına doğru uzanan kalın dalını buruyordu.. Biraz daha dikkatle baktığımda iki kişinin dalın üzerine karşılıklı oturduklarını ve aralarında  kalan bir noktaya ellerindeki maçettalarla (palaya benzer yerel kesici alet) bir o, bir diğeri ritmik biçimde vurduklarını gördüm. Bahçıvan  da aşağıda elleri belinde durmuş izliyor,  dalda oturanlara arada bir teşvik edici sözler söylüyordu. Hemen koştum “Yahu böyle olur mu, dal kesilince birisi düşecek” dedim. Bahçıvan “ Tanrının istediği olur  Sahip” karşılığını verdi. “Saçmalama, dalın uç kısmında oturanın beline bir ip bağla da Tanrının isteğini sonra ara”….Pek anlamadı ama dediğimi yapacağından emin olarak odama  gittim. Hariciyede  yaptığım temasın telgrafını yazıyordum ki bahçeden “güüm” diye bir ses geldi. Anladım tabii. Dışarı çıktım. Dalın uç kısmında oturan adam, dal kesilince yere düşmüştü. “Hani ip bağlayacaktınız” demek için ağzımı açtığımda fark ettim ki adamın beline gerçekten de kalın bir ip bağlamışlar ….ipin ucu da aşağıda duran bahçıvanın elinde….. Adam yerde yatan arkadaşına yardım edeceğine bana dönüp “ip bağlasak da Tanrının istediği olur, Sahip” demez mi. O an anladım ki yaptığı için farkında olmayana, bindiği dalı kesenlere ne söylense boş. …………………………. Sanıyorum ;  gerçek Bodrumlular, sonradan olmalar, atananlar, duyup koşanlar, kıyı yağmacıları, yandaş iş erbabı, küçük büyük işletmeler, işletmeciler, her boy ve ebattaki esnaf, fırsatçılar, yap satçılar, kap kaççılar, rantçılar, tekne kiralayıcılar,  avantacılar, lavantacılar, lokantacılar, lahmacuncular, midyeciler, fidyeciler, yatçılar, yan gel yatçılar,  katçılar, üç kağıtçılar, hanutçular, alıklara  balık  satanlar, yankesiciler, ön kesiciler, yol kesiciler, hastahane ve bilumum haneciler, otelciler, motelciler, bir gececiler, herşey dahilciler, taksitçiler, taksiciler.nakliyeciler, otobüsçüler, uçak şirketleri, marketler, süper marketler, hiper marketler, mikro marketler, makro marketler, bakkallar, çakkallar, büfeciler, küfeciler, plajlar,biiçler, AVM’ler, ATM’ler, pazarcılar, nüşteri azarlayıcılar,  işportacılar, tekne turcular,  kafeciler, çaycılar, barcılar, mekancılar…..Kazıklı pardon Kazıkçı  Voyvoda’nın uzak yakın tüm akrabaları. …..say babam say, herkes elbirliği ile bindiği dalı kesiyor.. Yarım asır öncesinin Nijeryalısından farksız…… …………………………….. Turizm dünyasına  Cevat Şakir sayesinde gözünü açmış Bodrum. Sonra emeklemeye başlamış….büyümesini sürdürmüş…serpilmiş…genç, güzel, nazlı, narin genç bir kız olmuş….daha da gelişmiş, olgun, kibar,, mağrur, alımlı çalımlı bir hanıma dönüşmüş…. Zamanla  en üst noktasına yaklaşmış, yakalamış , aranan, kovalanan “Gözde” haline gelmiş……sonra işin gözünü , okunu, tokunu  çıkarmaya başlamışız. Bugün Bodrum belki hala peşinden koşulan bir hanım gibi. Ama biraz yakından ve dikkatle bakıldığında yüzünün kırışıklıklarını ağır makyaj tabakası altında gizlemeye çalışan geçkin hayat kadını izlenimi veriyor. Demek ki en üst noktaya, şahikaya ulaşılmış, geçilmiş, aşağıya  inişin ilk dönemecine ulaşılmış. Bodrumun yerli ve milli Nijeryalıları bindikleri dalı kesmeye devam ederlerse korkarım o” aşağıya  iniş” hızı kabul edilebilir düzeylerin üstüne çıkar ve “iniş”, “düşüş”e dönüşür. ………………………… Sizlere bir  süre Bodrum’u anlatacağım. Biraz tarihini, biraz bugününü, gördüklerimi, göremediklerimi, görmek istemediklerimi… Vaktiniz varsa bugün küçük bir uvertür ile başlayalım…. Bodrum Senfonisi ile. ……………………… Ne diyordu Mazhar Alanson o unutulmaz şarkısında: “Biraz deniz, biraz uyku, Bütün istediğim buydu.. Bodrum Bodrum” Benim de öyle……yani öyleydi. “Deniz” kısmını sonraya bırakıp “Uyku”ya bakalım bu bölümde. Evim Bodrum’a tepeden bakan bir konumda. Bahçeden ileriye, aşağıya doğru baktığımda Gümbet Koyunu görüyorum. Sola bakarsam Kaleyi sağa bakarsam Bitez istikametini … Hava kararınca aşağılardan yukarıya yükselen müzik sesleri başlıyor. Saatler ilerledikçe müziğin desibeli de artıyor. Gece yarısında kreşendoya ulaşıyor ama durmak yok yola devam, giderek artıyor. Be kardeşim bu memlekete belirli bir saatten sonra desibel kısıtlaması yok mu ?  Bunu takip etmekle görevli kişiler, makamlar yok mu? “Fena mı, bedavadan müzik dinliyorsun” demeyin sakın, çok bozulurum. Hatta bozulmak bir yana bunu diyeni benim eve yatıya davet ederim. Çünkü buna “ müzik” denilemez, olsa olsa, ilk iki hecesini   özellikle vurgulayarak telaffuz edeceğim “kakafoni” denir. Bir taraftan klasik Türk müziği, öte yandan türküler, arabesk şarkılar, göbek  havası, kasap havası, halay havası, uzun hava…. Diğer taraftan beynimde tamtam çalan disko müziği.. Her telden müzik, ne ararsanız var. Hepsi adeta birbiriyle yarış halinde. Üstelik bu yıl. alışılmış müzik türlerine bir de yenisi eklenmiş. Önce anlamadım, ihtimal vermedim, kulaklarıma inanamadım. daha dikkatle dinleyince buz gibi donup kaldım…Evet, evet müzik çeşitlerimize bu yaz Arap müziği de eklenmiş. Bizim girişimcileri, işletmecileri güncel gelişmeleri takipte gösterdikleri başarıdan ötürü tebrik etmek gerekir. Öyle ya, memleketlerindeki savaştan, zor şartlardan kaçan ve ülkemizin merhametine sığınan zavallı insancıkları da eğlendirmek gerekmez mi ? Yahut , bizi de beğenmeyip Yunanistan’a yelken açacak, bot şişirecek, denize açılacak  garibanları son bir kez memnun etmek bizim misafirperverliğimize yakışmaz mı ? Yakışır doğrusu. Ver Arap müziğini…..Halikarnas inlesin, bütün Bodrum dinlesin. Benim en bozulduğum da Yunan müziği çalınması. Güzeldir bu müzik türü ama dinlemek isteyen gitsin hemen karşıdaki yunan adalarından birinde dinlesin. Döndüğünde de hepimize bilgi versin oralarda hiç Türk müziği çalınıyor mu ? Bahçede oturmuş bu müzik çorbasını dinliyorum. Aaaa, yeni katılımlar da var….”Zero”lara binmiş Japon kamikazeler gibi geliyorlar, “Tora, tora,tora”. Zaten cinsel tacize uğramış durumda bulunan kulaklarım bir de sivri, sipsivri sineklerin  dinmek bilmez, asap bozucu vızıltısıyla doluyor. Kendimi Pearl Harbour’daki  Amerikan donanması gibi hissediyorum. Eve, içeriye kaçmaya çalışırken bir şangırtı kopuyor. Bakıyorum. Yaşam alanlarını işgal ettiğimiz için aç kalan domuzlar  ailecek yiyecek atıkları aramaya gelmişler, çöp bidonlarını deviriyorlar. Bir gürültü bir patırtı ile mevcut kakafoniye iştirak ediyorlar. İçeri girmekten  vazgeçtim.  Egzozları patlak veya çıkarılmış motorsikletlerin eşliğinde (ey trafik görevlileri nerelerdesiniz?), akla gelen her tür ve ritmdeki müziğe dışardan katkı veren  kent  Sivrisinek fasıl heyeti ile ana, baba ve iki yavrudan müteşekkil domuzcuklar kuarteti…….. İşte size “Bodrum Senfonisi”…… Şafak vakti yaklaşıyordu.…..Cami müezzinlerimizin sıtma görmemiş sesleri minarelerin sonuna kadar açılmış hoparlörlerinden, semayı,   gönlümüzü ve kulaklarımızı doldurmaya  başlayınca bu “final” ile  Bodrum Senfonisi de sona erdi. Bir sonraki akşama kadar.        
Ekleme Tarihi: 13 Temmuz 2024 - Cumartesi

Üst kat çatı, alt kat bodrum. (Bodrum Yazıları - 1)

Babamın hemşerisi, Üsküplü Ahmed Ağah’ı, Nazım. Hikmet’in annesine çektirdiklerinden dolayı kişilik olarak pek sevmem ama şairliğine diyeceğim yoktur.

 Nal seslerini mısralarına yansıttığı “Bin atlı  akınlarda  çocuklar gibi şendik; Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” sözleri  ile başlayan “Akıncılar” şiiri; “ Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı; Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı” ile giriş yapan “Mohaç Türküsü” şiirleri birer şaheser değil de nedir?

Ya kaybettiğinin ardından  tevekkülle bakan, metanetle, vakarla acısını içine gömenlerin  duygularını yansıtan “Sessiz Gemi ” şiiri:

“Artık demir alma günü gelmişse zamandan ; Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…….”

Büyük, çok büyük bir şairdi Ahmed Ağah…..Yahut herkesin bildiği ismiyle Yahya Kemal. Soyadı kanunu ile birlikte Beyatlı  soyadını alan Yahya Kemal Cumhuriyetin ilanı ile birlikte bir çok dönem milletvekilliği yapmıştı. İstanbul’da oturur, İstanbul’u severdi .Meclis toplantılarına katılmak üzere Ankara’ya gittiğinde Ankara Palas’ta kalır, yemeklerini hemen yakındaki Karpiç’te yerdi. 

Kendisine  “Ankara’nın  neresini seversiniz, Üstad?”diye soran bir “Angaralıya” verdiği cevap tarihe geçmişti.

“İstanbul’a dönüşünü severim”.

………………………

Her yaz gittiğim Bodrum’un en çok neresini seversin şeklinde bir soru yöneltilse artık “Londra’ya dönüşünü severim” diye cevap verecek duruma geldim….daha doğrusu yöneticisinden esnafına, yerlisinden, sonradan olmasına kadar Bodrum’daki insanlar tarafından bu hale getirildim. 

Trafik sıkıntısı, elektrik kesintisi, internet kesintileri, susuzluk, hafta sekiz gün dokuz su borularının patlaması, kalkmayan çöpler, kenti insanlara dar eden sivrisinek ve diğer böcekler, domuzlar, eğlence yerlerinin ün sınırlaması tanımayan müzik yayınları ve her şeyin üstüne tüy diken aşırı fiyatlar, bunlara çare bulamayan yöneticiler, yönetimler……Haa, az kalsın unutuyordum, bir de şehri basan, düzenli, düzensiz, göçmenler, sığınmacılar, sığınamayıp başka yerlere kaçmaya çalışanlar…

………………………

Neredeyse yarım asır önce Nijerya’nın o tarihlerdeki başkenti Lagos’taki Büyükelçiliğimizde görevliydim..

İlk günlerimdi.

Sefaret bahçesi, bakımsızlıktan ötürü adeta ülkedeki  balta girmemiş ormanların küçük ölçekli kentsel yansımasını  andırıyordu.

Kim bilir hangi köşede yatıp uyumakta olan resmi şoförü bulamadığım için Hariciyedeki  randevuma kendi arabamla giderken bahçıvana bahçeyi temizlemesi ve işe, otomobilleri  sokup çıkarırken zorlandığım garaj kapısını engelleyen ağacı budamakla başlamasını söyledim.

Hariciyedeki işimi bitirip döndüğümde arabamı park ederken baktım, bahçıvan gerçekten de bir kaç yerel çalışan ile birlikte ağacın garajın damına doğru uzanan kalın dalını buruyordu.. Biraz daha dikkatle baktığımda iki kişinin dalın üzerine karşılıklı oturduklarını ve aralarında  kalan bir noktaya ellerindeki maçettalarla (palaya benzer yerel kesici alet) bir o, bir diğeri ritmik biçimde vurduklarını gördüm. Bahçıvan  da aşağıda elleri belinde durmuş izliyor,  dalda oturanlara arada bir teşvik edici sözler söylüyordu.

Hemen koştum “Yahu böyle olur mu, dal kesilince birisi düşecek” dedim. Bahçıvan “ Tanrının istediği olur  Sahip” karşılığını verdi. “Saçmalama, dalın uç kısmında oturanın beline bir ip bağla da Tanrının isteğini sonra ara”….Pek anlamadı ama dediğimi yapacağından emin olarak odama  gittim. Hariciyede  yaptığım temasın telgrafını yazıyordum ki bahçeden “güüm” diye bir ses geldi. Anladım tabii. Dışarı çıktım.

Dalın uç kısmında oturan adam, dal kesilince yere düşmüştü. “Hani ip bağlayacaktınız” demek için ağzımı açtığımda fark ettim ki adamın beline gerçekten de kalın bir ip bağlamışlar ….ipin ucu da aşağıda duran bahçıvanın elinde…..

Adam yerde yatan arkadaşına yardım edeceğine bana dönüp “ip bağlasak da Tanrının istediği olur, Sahip” demez mi. O an anladım ki yaptığı için farkında olmayana, bindiği dalı kesenlere ne söylense boş.

………………………….

Sanıyorum ;  gerçek Bodrumlular, sonradan olmalar, atananlar, duyup koşanlar, kıyı yağmacıları, yandaş iş erbabı, küçük büyük işletmeler, işletmeciler, her boy ve ebattaki esnaf, fırsatçılar, yap satçılar, kap kaççılar, rantçılar, tekne kiralayıcılar,  avantacılar, lavantacılar, lokantacılar, lahmacuncular, midyeciler, fidyeciler, yatçılar, yan gel yatçılar,  katçılar, üç kağıtçılar, hanutçular, alıklara  balık  satanlar, yankesiciler, ön kesiciler, yol kesiciler, hastahane ve bilumum haneciler, otelciler, motelciler, bir gececiler, herşey dahilciler, taksitçiler, taksiciler.nakliyeciler, otobüsçüler, uçak şirketleri, marketler, süper marketler, hiper marketler, mikro marketler, makro marketler, bakkallar, çakkallar, büfeciler, küfeciler, plajlar,biiçler, AVM’ler, ATM’ler, pazarcılar, nüşteri azarlayıcılar,  işportacılar, tekne turcular,  kafeciler, çaycılar, barcılar, mekancılar…..Kazıklı pardon Kazıkçı  Voyvoda’nın uzak yakın tüm akrabaları. …..say babam say, herkes elbirliği ile bindiği dalı kesiyor..

Yarım asır öncesinin Nijeryalısından farksız……

……………………………..

Turizm dünyasına  Cevat Şakir sayesinde gözünü açmış Bodrum.

Sonra emeklemeye başlamış….büyümesini sürdürmüş…serpilmiş…genç, güzel, nazlı, narin genç bir kız olmuş….daha da gelişmiş, olgun, kibar,, mağrur, alımlı çalımlı bir hanıma dönüşmüş…. Zamanla  en üst noktasına yaklaşmış, yakalamış , aranan, kovalanan “Gözde” haline gelmiş……sonra işin gözünü , okunu, tokunu  çıkarmaya başlamışız. Bugün Bodrum belki hala peşinden koşulan bir hanım gibi. Ama biraz yakından ve dikkatle bakıldığında yüzünün kırışıklıklarını ağır makyaj tabakası altında gizlemeye çalışan geçkin hayat kadını izlenimi veriyor. Demek ki en üst noktaya, şahikaya ulaşılmış, geçilmiş, aşağıya  inişin ilk dönemecine ulaşılmış. Bodrumun yerli ve milli Nijeryalıları bindikleri dalı kesmeye devam ederlerse korkarım o” aşağıya  iniş” hızı kabul edilebilir düzeylerin üstüne çıkar ve “iniş”, “düşüş”e dönüşür.

…………………………

Sizlere bir  süre Bodrum’u anlatacağım. Biraz tarihini, biraz bugününü, gördüklerimi, göremediklerimi, görmek istemediklerimi…

Vaktiniz varsa bugün küçük bir uvertür ile başlayalım….

Bodrum Senfonisi ile.

………………………

Ne diyordu Mazhar Alanson o unutulmaz şarkısında:

“Biraz deniz, biraz uyku,

Bütün istediğim buydu..

Bodrum Bodrum”

Benim de öyle……yani öyleydi.

“Deniz” kısmını sonraya bırakıp “Uyku”ya bakalım bu bölümde.

Evim Bodrum’a tepeden bakan bir konumda. Bahçeden ileriye, aşağıya doğru baktığımda Gümbet Koyunu görüyorum. Sola bakarsam Kaleyi sağa bakarsam Bitez istikametini …

Hava kararınca aşağılardan yukarıya yükselen müzik sesleri başlıyor. Saatler ilerledikçe müziğin desibeli de artıyor. Gece yarısında kreşendoya ulaşıyor ama durmak yok yola devam, giderek artıyor. Be kardeşim bu memlekete belirli bir saatten sonra desibel kısıtlaması yok mu ?  Bunu takip etmekle görevli kişiler, makamlar yok mu?

“Fena mı, bedavadan müzik dinliyorsun” demeyin sakın, çok bozulurum. Hatta bozulmak bir yana bunu diyeni benim eve yatıya davet ederim.

Çünkü buna “ müzik” denilemez, olsa olsa, ilk iki hecesini   özellikle vurgulayarak telaffuz edeceğim “kakafoni” denir.

Bir taraftan klasik Türk müziği, öte yandan türküler, arabesk şarkılar, göbek  havası, kasap havası, halay havası, uzun hava….

Diğer taraftan beynimde tamtam çalan disko müziği..

Her telden müzik, ne ararsanız var. Hepsi adeta birbiriyle yarış halinde.

Üstelik bu yıl. alışılmış müzik türlerine bir de yenisi eklenmiş.

Önce anlamadım, ihtimal vermedim, kulaklarıma inanamadım. daha dikkatle dinleyince buz gibi donup kaldım…Evet, evet müzik çeşitlerimize bu yaz Arap müziği de eklenmiş.

Bizim girişimcileri, işletmecileri güncel gelişmeleri takipte gösterdikleri başarıdan ötürü tebrik etmek gerekir. Öyle ya, memleketlerindeki savaştan, zor şartlardan kaçan ve ülkemizin merhametine sığınan zavallı insancıkları da eğlendirmek gerekmez mi ? Yahut , bizi de beğenmeyip Yunanistan’a yelken açacak, bot şişirecek, denize açılacak  garibanları son bir kez memnun etmek bizim misafirperverliğimize yakışmaz mı ?

Yakışır doğrusu. Ver Arap müziğini…..Halikarnas inlesin, bütün Bodrum dinlesin.

Benim en bozulduğum da Yunan müziği çalınması. Güzeldir bu müzik türü ama dinlemek isteyen gitsin hemen karşıdaki yunan adalarından birinde dinlesin. Döndüğünde de hepimize bilgi versin oralarda hiç Türk müziği çalınıyor mu ?

Bahçede oturmuş bu müzik çorbasını dinliyorum. Aaaa, yeni katılımlar da var….”Zero”lara binmiş Japon kamikazeler gibi geliyorlar, “Tora, tora,tora”. Zaten cinsel tacize uğramış durumda bulunan kulaklarım bir de sivri, sipsivri sineklerin  dinmek bilmez, asap bozucu vızıltısıyla doluyor. Kendimi Pearl Harbour’daki  Amerikan donanması gibi hissediyorum.

Eve, içeriye kaçmaya çalışırken bir şangırtı kopuyor. Bakıyorum. Yaşam alanlarını işgal ettiğimiz için aç kalan domuzlar  ailecek yiyecek atıkları aramaya gelmişler, çöp bidonlarını deviriyorlar. Bir gürültü bir patırtı ile mevcut kakafoniye iştirak ediyorlar.

İçeri girmekten  vazgeçtim. 

Egzozları patlak veya çıkarılmış motorsikletlerin eşliğinde (ey trafik görevlileri nerelerdesiniz?), akla gelen her tür ve ritmdeki müziğe dışardan katkı veren  kent  Sivrisinek fasıl heyeti ile ana, baba ve iki yavrudan müteşekkil domuzcuklar kuarteti……..

İşte size “Bodrum Senfonisi”……

Şafak vakti yaklaşıyordu.…..Cami müezzinlerimizin sıtma görmemiş sesleri minarelerin sonuna kadar açılmış hoparlörlerinden, semayı,   gönlümüzü ve kulaklarımızı doldurmaya  başlayınca bu “final” ile  Bodrum Senfonisi de sona erdi.

Bir sonraki akşama kadar.

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.