Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

Aganta, Burina, Burinata. Bodrum yazıları - 5)

Bodrum’dasınız . Cukkanız yerinde. O biiç, bu disko, şu restoran..eee sonra ? “Ayy aSkıım,  Niloşlar Mavi Yolculuğa çıkmışlar, , pek memnun kalmışlar…n’ooolur biz de gidelim.” (“Aşkım” kelimesini “aSkım” şeklinde telaffuz edenlere sinir oluyorum. Böyle konuşanlar sevgililerine sanki pantalon askısı muamelesi yapıyorlarmış gibi geliyor bana). Mavi Yolculuk nedir, ilk kim yapmış, kim keşfetmiştir, nerede yapılır  gibi hususlar sizi pek ilgilendirmiyorsa da,  fiyakasını  bir yana bırAkıp bu Yolculuğun motor yat ile değil  Bodrum tipi Guletle, Tirandille veya Aynakıç ile yapılmasının daha keyifli, daha orijinal /aslına uygun  olacağını bilmeniz gerekir. Tekneyi kiraladınız. Diğer yol arkadaşlarınıza fiyakanızı layıkı ile yapabilmek için tüm mayolarınızı, pareolarınızı, sanki Ascot yarışlarına gidiyormuşçasına beraberinizde getirdiğiniz türlü renk ve şekillerdeki şapkalarınızı, takılarınızı, orta halli bir eczahaneyi kıskandıracak sayı ve miktardaki güneş yağlarınızı, kremlerinizi, losyonlarınızı, lip sticklerinizi, chap sticklerinizi yanınıza aldınız. Partnerinizin de sizden aşağı kalır yanı yok, fazlası bile var….nah bu kadar kalınlık ve uzunlukta purolar…bir de siperliğinin üstü armalı kaptan şapkası… Tekneniz en lüks yerlerden alınan içki ve yiyecekler de yüklendi. Artık yola çıkabilirsiniz….. Teknenin bembeyaz yelkenleri açıldı, lacivert sularda süzülmeye başladınız. Yüzü yıllarca Bodrum’un güneşi, rüzgarı, tuzlu deniz suyu ile kırışmış, yaşından önce yıpranmış, yaşlanmış kaptanı kıç kasarasındaki döşeklerin üzerine yayılmış,  etrafı seyretmektense selfie  çeken veya cep telefonundaki mesajlara, tiktoklara fenomenlere bakmayı tercih eden  sizlere bir göz atıp içinden “fesüpanallah” çektikten sonra yüksek sesle “Aganta, burina, burinata” diyor. Başınızı bilmem kaç numaralı model cep telefonunuzdan kaldırıp partnerinize soruyorsunuz “aSkım, ne diyor bu adam? bizimle mi konuşuyor?”. Adam cevap veriyor “Bilmiyorum Honey, bizimle ilgisi yok, herhalde mahalli dilde konuşmuştur”. “Aganta, burina, burinata” gemicilikte “alt ve üst halatları tut” anlamında bir komut. Kaptanın, tüm yelkenler rüzgarla dolduğunda, gemicilere açık denizlere doğru yol almaları için verdiği komut… Bu denizcilik deyimi, “Halikarnas Balıkçısı” adı ile maruf Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 1940’ların ikinci yarısında yazdığı ilk romanının da adı. Keşke Bodrum’a gelmeden veya Mavi Yolculuğa çıkmadan önce Balıkçının yazdığı bu ve diğer bir çok romanını, kitabını okusaydınız tatilinizin zevkini çok daha iyi ve bilinçli şekilde yaşardınız. ………………………….   Kimmiş bu Balıkçı Cevat  Şakir denilen adam? Çok iyi bir ailede dünyaya gelmiş. Babası Paşa ve Büyükelçi, amcası sadrazam. Bir kızkardeşi Aliye gravür sanatçısı, bir diğeri meşhur ressam Fahrelnisa, onun kızı tiyatrocu Şirin Devrim. İsmini unuttuğum bir başka  kardeşinin  kızı ise seramikçi Füreyya. Oxford üniversitesinde tarih okumuş Cevat Şakir. Ama ilgi alanı doğa ve deniz. Ressamlığı da var. Yazarlık, gazetecilik yapmış. İki kez hapse girmiş. Biri karısını ayartan babasını öldürmekten; diğeri siyasi suçtan.   Hapishanelere girip çıkmış, sonunda Bodrum’a,  o dönemlerde göçmen kuşların bile uğramaya değer görmeyip pas geçtikleri, köy bozuntusu Bodrum’a sürgüne gönderilmiş. Oraları ve ora halkını çok sevmiş. Öyle ki cezası bittikten sonra gelip oraya yerleşmiş. Dünyanın çeşitli yerlerine mektuplar yazmış, iklime uygun ağaçlar, bitkiler, çiçekler getirip Bodrum’u doğanın renkleri ile bezemiş. Küçük bir süngerci teknesiyle Gökova körfezini, koy koy, kulaç kulaç, dalga dalga dolaşmış. Bölgeyi  geliştirmek ve tanıtmak için yıllarca emek vermiş, çaba göstermiş. Bu çabalardan biri de 1950’li yılların başlarında. (Ortalarında ?) sanatçı dostlarını davet edip Gökova’nın güzelliklerini göstermek olmuş. Bedri Rahmi ve Sebahattin Eyüpoğlu, Sebahattin Ali, Azra Erhat, Erol Güney (inşallah başkalarını unutmamışımdır) davete icabet etmişler. Grup, yanlarına biraz ekmek, biraz da (veya “biraz”dan biraz daha fazla) içki alarak, balığı denizden temin etmeyi planlayarak bir balıkçı teknesiyle Gökova Körfezinde dolaşmaya çıkmışlar. Aralarından biri  “Cevat Şakir bizi ölmeden Cennete getirdin be kardeşim” demiş. . Bir diğeri (Sebahattin Ali) de  yaptıkları gezintiye ad koymuş……... ”Mavi Yolculuk” Onlardan yaklaşık 15 yıl sonra, bir kaç üniversite arkadaşımla biz de Gökova’da benzer bir yolculuk yaptık. Süngerci Hasan kaptan’ın teknesiyle, yanımıza sadece “aslan sütü” ve bir sürü Bafra sigarası alarak yola çıktık. Hasan Kaptan, yola çıktığımızda miçosu, 13-14 yaşındaki oğluna “aganta, burina, burinata” dedi mi, demedi mi hatırlamıyorum. (Bodrum’a.  gitmeden önce hepimiz Cevat Şakir  Kabaağçlı’nın “Aganta, Burinai Burinata” , “Mavi Sürgün”, “Denizin Çağırısı” kitaplarını ve Azra Erhat’ın  “Mavi Yolculuk”unu okumuştuk tabii ki) Hasan kaptan öğle ve akşam  yemeklerinden yarım saat kadar önce denize, şnorkelsiz, paletsiz dalıyor, hepimize  yetecek kadar balık avlıyordu, zıpkınla. Deniz o tarihlerde (1960’ların ikinci yarısı) balık kaynıyordu. Yanaştığımız koylardaki tarlalardan domates, biber, patlıcan topluyor, bulduğumuz kuyulardan su ihtiyacımızı karşılıyor, köylülerden de yufka  ekmeği alıyorduk. Ekmeğin bedelini çoğu kez balıkla ödüyorduk. Teknede, temel gereksinmeler için hiç bir imkan yoktu. Tuvalet ihtiyacımızı gidermek için demirlediğimiz koylarda denize atlayıp sahile yüzüyor, işimizi bir yandan teknede kalan arkadaşlarımızın alaylı bağırışları, diğer taraftan da oramıza buramıza üşüşen börtü böcekle mücadele ederek yapıyorduk. Teknede  kamara mamara da yoktu. Güvertede yatıyor, geceleri sivrisineklerle, kazanma ihtimalimiz olmayan bir savaş veriyorduk. Gün ağarmaya  başlayınca bu kez sinek imparatorluğu  “sivri”lerin yerine “kara”ları üstümüze salıyordu. Kaptanın oğlu, babasının yakaladığı balıkları teknede mevcut ve yıllarca kullanılmaktan yamru yumru olmuş tek tencerede, aynı yağı bilmem kaçıncı kez kullanarak, primüs ocağı üzerinde kızartıyordu. Öyle tabak bardak, çatal, bıçak takımları da yoktu. Mevcut iki büyük tabaktan birine kızarmış balıklar konuluyor, diğerine de domates, biber falan doğranıyordu. Yemeği, varsa  yufka ekmeğini kullanarak, yoksa parmaklarımızla gövdeye indiriyorduk. Ama hepimizin birer bardağı vardı….aslan sütü için. Yemek sonrasında kaptanın oğlu bulaşıkları denizde yıkıyordu. Günler sonra Bodrum’a döndüğümüzde hepimizin saçı sakalı birbirine katışmış, tenimiz Somalililerin bizi akraba sanacakları tona ulaşmış, vücutlarımız şekle şemale girmiş haldeydi. O tarihlerde Acun muhtemelen doğmamıştı. “Survivor” yarışması da henüz icat edilmemişti. Eğer bunlar olsaydı, eminim hepimiz finale kalırdık.   Çok zorlu bir yolculuktu , bizim  ilk Mavi  Yolculuğumuz….. …..ama……. Muhteşem bir maceraydı, çok güzeldi, çok zevkliydi………….doğayı,ağacı, böceği, denizi, güneşi, rüzgarı neredeyse medeniyetin hiç bir kolaylığından, imkanından yararlanmadan, tanımanın, içinde yaşamanın öğretisiydi, tecrübesiydi. İyi ki ilk Mavi  Yolculuğumu o yaşlarda, o yıllarda yapmışım.  Bugün….. ………milyon verseniz o şartlarla bir daha yapmam, yapamam. (Yolculuğun zevkini yaşayan hepimiz daha sonra Dışişleri Bakanlığına girdik ve yıllarca süren zorlu bir çalışma hayatı sonunda Büyükelçi olduk. İki arkadaşımız emekli olduklarında Bodrum’a yerleştiler (Büyükelçi Ataman Yalgın ve Büyükelçi Türkekul Kurttekin)………. Ve orada vefat ettiler….Ben ise hala “ yıkılmadım, ayaktayım” . Hala önümde beni bekleyen yıllara “ Aganta, burina, burinata” diyorum). ……..Haftaya Pazara “ Bodrum Yazıları” dizisinin “Heykel Dediğin” başlıklı 6.bölümünde buluşmak üzere sevgiyle kalın, sevgimle kalın.      
Ekleme Tarihi: 11 Ağustos 2024 - Pazar

Aganta, Burina, Burinata. Bodrum yazıları - 5)

Bodrum’dasınız . Cukkanız yerinde. O biiç, bu disko, şu restoran..eee sonra ?

“Ayy aSkıım,  Niloşlar Mavi Yolculuğa çıkmışlar, , pek memnun kalmışlar…n’ooolur biz de gidelim.” (“Aşkım” kelimesini “aSkım” şeklinde telaffuz edenlere sinir oluyorum. Böyle konuşanlar sevgililerine sanki pantalon askısı muamelesi yapıyorlarmış gibi geliyor bana).

Mavi Yolculuk nedir, ilk kim yapmış, kim keşfetmiştir, nerede yapılır  gibi hususlar sizi pek ilgilendirmiyorsa da,  fiyakasını  bir yana bırAkıp bu Yolculuğun motor yat ile değil  Bodrum tipi Guletle, Tirandille veya Aynakıç ile yapılmasının daha keyifli, daha orijinal /aslına uygun  olacağını bilmeniz gerekir.

Tekneyi kiraladınız. Diğer yol arkadaşlarınıza fiyakanızı layıkı ile yapabilmek için tüm mayolarınızı, pareolarınızı, sanki Ascot yarışlarına gidiyormuşçasına beraberinizde getirdiğiniz türlü renk ve şekillerdeki şapkalarınızı, takılarınızı, orta halli bir eczahaneyi kıskandıracak sayı ve miktardaki güneş yağlarınızı, kremlerinizi, losyonlarınızı, lip sticklerinizi, chap sticklerinizi yanınıza aldınız.

Partnerinizin de sizden aşağı kalır yanı yok, fazlası bile var….nah bu kadar kalınlık ve uzunlukta purolar…bir de siperliğinin üstü armalı kaptan şapkası…

Tekneniz en lüks yerlerden alınan içki ve yiyecekler de yüklendi. Artık yola çıkabilirsiniz…..

Teknenin bembeyaz yelkenleri açıldı, lacivert sularda süzülmeye başladınız.

Yüzü yıllarca Bodrum’un güneşi, rüzgarı, tuzlu deniz suyu ile kırışmış, yaşından önce yıpranmış, yaşlanmış kaptanı kıç kasarasındaki döşeklerin üzerine yayılmış,  etrafı seyretmektense selfie  çeken veya cep telefonundaki mesajlara, tiktoklara fenomenlere bakmayı tercih eden  sizlere bir göz atıp içinden “fesüpanallah” çektikten sonra yüksek sesle “Aganta, burina, burinata” diyor.

Başınızı bilmem kaç numaralı model cep telefonunuzdan kaldırıp partnerinize soruyorsunuz “aSkım, ne diyor bu adam? bizimle mi konuşuyor?”. Adam cevap veriyor “Bilmiyorum Honey, bizimle ilgisi yok, herhalde mahalli dilde konuşmuştur”.

“Aganta, burina, burinata” gemicilikte “alt ve üst halatları tut” anlamında bir komut. Kaptanın, tüm yelkenler rüzgarla dolduğunda, gemicilere açık denizlere doğru yol almaları için verdiği komut…

Bu denizcilik deyimi, “Halikarnas Balıkçısı” adı ile maruf Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 1940’ların ikinci yarısında yazdığı ilk romanının da adı.

Keşke Bodrum’a gelmeden veya Mavi Yolculuğa çıkmadan önce Balıkçının yazdığı bu ve diğer bir çok romanını, kitabını okusaydınız tatilinizin zevkini çok daha iyi ve bilinçli şekilde yaşardınız.

………………………….

 

Kimmiş bu Balıkçı Cevat  Şakir denilen adam?

Çok iyi bir ailede dünyaya gelmiş. Babası Paşa ve Büyükelçi, amcası sadrazam.

Bir kızkardeşi Aliye gravür sanatçısı, bir diğeri meşhur ressam Fahrelnisa, onun kızı tiyatrocu Şirin Devrim. İsmini unuttuğum bir başka  kardeşinin  kızı ise seramikçi Füreyya.

Oxford üniversitesinde tarih okumuş Cevat Şakir. Ama ilgi alanı doğa ve deniz. Ressamlığı da var. Yazarlık, gazetecilik yapmış. İki kez hapse girmiş. Biri karısını ayartan babasını öldürmekten; diğeri siyasi suçtan.

 

Hapishanelere girip çıkmış, sonunda Bodrum’a,  o dönemlerde göçmen kuşların bile uğramaya değer görmeyip pas geçtikleri, köy bozuntusu Bodrum’a sürgüne gönderilmiş. Oraları ve ora halkını çok sevmiş. Öyle ki cezası bittikten sonra gelip oraya yerleşmiş. Dünyanın çeşitli yerlerine mektuplar yazmış, iklime uygun ağaçlar, bitkiler, çiçekler getirip Bodrum’u doğanın renkleri ile bezemiş. Küçük bir süngerci teknesiyle Gökova körfezini, koy koy, kulaç kulaç, dalga dalga dolaşmış. Bölgeyi  geliştirmek ve tanıtmak için yıllarca emek vermiş, çaba göstermiş.

Bu çabalardan biri de 1950’li yılların başlarında. (Ortalarında ?) sanatçı dostlarını davet edip Gökova’nın güzelliklerini göstermek olmuş. Bedri Rahmi ve Sebahattin Eyüpoğlu, Sebahattin Ali, Azra Erhat, Erol Güney (inşallah başkalarını unutmamışımdır) davete icabet etmişler. Grup, yanlarına biraz ekmek, biraz da (veya “biraz”dan biraz daha fazla) içki alarak, balığı denizden temin etmeyi planlayarak bir balıkçı teknesiyle Gökova Körfezinde dolaşmaya çıkmışlar.

Aralarından biri  “Cevat Şakir bizi ölmeden Cennete getirdin be kardeşim” demiş. .

Bir diğeri (Sebahattin Ali) de  yaptıkları gezintiye ad koymuş……... ”Mavi Yolculuk”

Onlardan yaklaşık 15 yıl sonra, bir kaç üniversite arkadaşımla biz de Gökova’da benzer bir yolculuk yaptık. Süngerci Hasan kaptan’ın teknesiyle, yanımıza sadece “aslan sütü” ve bir sürü Bafra sigarası alarak yola çıktık. Hasan Kaptan, yola çıktığımızda miçosu, 13-14 yaşındaki oğluna “aganta, burina, burinata” dedi mi, demedi mi hatırlamıyorum.

(Bodrum’a.  gitmeden önce hepimiz Cevat Şakir  Kabaağçlı’nın “Aganta, Burinai Burinata” , “Mavi Sürgün”, “Denizin Çağırısı” kitaplarını ve Azra Erhat’ın  “Mavi Yolculuk”unu okumuştuk tabii ki)

Hasan kaptan öğle ve akşam  yemeklerinden yarım saat kadar önce denize, şnorkelsiz, paletsiz dalıyor, hepimize  yetecek kadar balık avlıyordu, zıpkınla. Deniz o tarihlerde (1960’ların ikinci yarısı) balık kaynıyordu. Yanaştığımız koylardaki tarlalardan domates, biber, patlıcan topluyor, bulduğumuz kuyulardan su ihtiyacımızı karşılıyor, köylülerden de yufka  ekmeği alıyorduk. Ekmeğin bedelini çoğu kez balıkla ödüyorduk.

Teknede, temel gereksinmeler için hiç bir imkan yoktu. Tuvalet ihtiyacımızı gidermek için demirlediğimiz koylarda denize atlayıp sahile yüzüyor, işimizi bir yandan teknede kalan arkadaşlarımızın alaylı bağırışları, diğer taraftan da oramıza buramıza üşüşen börtü böcekle mücadele ederek yapıyorduk.

Teknede  kamara mamara da yoktu. Güvertede yatıyor, geceleri sivrisineklerle, kazanma ihtimalimiz olmayan bir savaş veriyorduk. Gün ağarmaya  başlayınca bu kez sinek imparatorluğu  “sivri”lerin yerine “kara”ları üstümüze salıyordu.

Kaptanın oğlu, babasının yakaladığı balıkları teknede mevcut ve yıllarca kullanılmaktan yamru yumru olmuş tek tencerede, aynı yağı bilmem kaçıncı kez kullanarak, primüs ocağı üzerinde kızartıyordu. Öyle tabak bardak, çatal, bıçak takımları da yoktu. Mevcut iki büyük tabaktan birine kızarmış balıklar konuluyor, diğerine de domates, biber falan doğranıyordu. Yemeği, varsa  yufka ekmeğini kullanarak, yoksa parmaklarımızla gövdeye indiriyorduk.

Ama hepimizin birer bardağı vardı….aslan sütü için.

Yemek sonrasında kaptanın oğlu bulaşıkları denizde yıkıyordu.

Günler sonra Bodrum’a döndüğümüzde hepimizin saçı sakalı birbirine katışmış, tenimiz Somalililerin bizi akraba sanacakları tona ulaşmış, vücutlarımız şekle şemale girmiş haldeydi.

O tarihlerde Acun muhtemelen doğmamıştı. “Survivor” yarışması da henüz icat edilmemişti. Eğer bunlar olsaydı, eminim hepimiz finale kalırdık.

 

Çok zorlu bir yolculuktu , bizim  ilk Mavi  Yolculuğumuz…..

…..ama…….

Muhteşem bir maceraydı, çok güzeldi, çok zevkliydi………….doğayı,ağacı, böceği, denizi, güneşi, rüzgarı neredeyse medeniyetin hiç bir kolaylığından, imkanından yararlanmadan, tanımanın, içinde yaşamanın öğretisiydi, tecrübesiydi.

İyi ki ilk Mavi  Yolculuğumu o yaşlarda, o yıllarda yapmışım.

 Bugün…..

………milyon verseniz o şartlarla bir daha yapmam, yapamam.

(Yolculuğun zevkini yaşayan hepimiz daha sonra Dışişleri Bakanlığına girdik ve yıllarca süren zorlu bir çalışma hayatı sonunda Büyükelçi olduk. İki arkadaşımız emekli olduklarında Bodrum’a yerleştiler (Büyükelçi Ataman Yalgın ve Büyükelçi Türkekul Kurttekin)………. Ve orada vefat ettiler….Ben ise hala “ yıkılmadım, ayaktayım” . Hala önümde beni bekleyen yıllara “ Aganta, burina, burinata” diyorum).

……..Haftaya Pazara “ Bodrum Yazıları” dizisinin “Heykel Dediğin” başlıklı 6.bölümünde buluşmak üzere sevgiyle kalın, sevgimle kalın.

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.