Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

Baybars mı, Marko mu?

Çin’de icat edildiği söyleniyor. 7 ila 9.asırlar arasında bir tarihte, sonra Batıya doğru yola çıkmış, Avrupa’yı, oradan da Dünyayı sarmış. Hatta, çoğunuzun eline de geçmiş. Basit lakin çok kullanılan bir şey. Ne olduğunu söylemeden önce Doğudan Batıya yaptığı yolculuğu kısaca anlatmak istiyorum. Hep diyorum ya, tek bir tarih yoktur, herkesin kendine uygun olarak yazdığı tarih vardır. Hangisi gerçektir, doğrudur,, bilinmez. İşte bu defa da durum farklı değil. Nesnenin Doğudan Batıya yolculuğu hakkında iki farklı tarihi anlatım mevcut. Hangisi doğrudur, bilmem. Ben anlatayım da kararı siz verin. Nesnenin yolculuğunun ilk tarihi versiyonunda birçok tanıdık isme rastlayacaksınız. Çin’de icad edilen ve asırlarca kullanılan bu nesne, 12-13.yüzyıllarda oradan Orta Asya’da yaşayan göçebe topluluklara geçti. Bu topluluklar arasında bölük pörçük yaşayan. Moğol kabileler de vardı. Cengiz Han bu kabileleri birleştirip koskoca bir Moğol imparatorluğu kurdu.   Ne var ki ölümünden sonra oğulları mal, iktidar kavgasına düşüp İmparatorluğu devam ettiremediler. Dağılmış Moğolları bir araya toplayan, Cengiz Han'ın torunu Hülagu  Han oldu. Kardeşi Kubilay’ın da desteği ile, Çin hariç, neredeyse tüm Asya’yı kapsayan yeni bir devlet kurdu. Abbasileri yenip, Bağdat’ı da alarak Devletinin sınırları içine bugünkü Irak’ı da kattı. Hülagu Hanın kurduğu devletin adı ” İlhanlılar”dı. Batılarında, Mısır’da kurulmuş olan ve zamanla topraklarını günümüzün İsrail’ine, Lübnan’ın  , Suriye'sine kadar genişleten Memlüklerle komşu oldular. Her iki Devletin de, Arapça ve Moğolca dışında ortak dili Türkçeydi.  Önceleri iyi giden komşuluk ilişkileri, basit sınır anlaşmazlıkları yüzünden bozuldu. Kılıçlar çekildi, oklar gerildi..savaş başladı. Memlük Sultanı Kutuz’un Başkomutanı Baybars, İlhanlı Hanı Hülagu’nun (adını hatırlayamadığım)  Başkomutanını yendi  Bu savaş İlhanlıların sonu oldu. Yıllar sonra Kubilay Han tekrar birleştirilene kadar moğollar  bölük pörçük yaşadılar.   Baybars ve ordusunun İlhanlı ordusundan ele geçirdikleri ganimetler arasında yazımızın  konusu olan nesne de vardı. Muzaffer Baybars Kahireye dönünce, kendisinden önceki sultanı öldürüp yerine geçmiş olan Sultan Kutuz’u bu kez o ölmüşlerinin yanına göndererek Memlük tahtına oturdu. Onun döneminde söz konusu nesne tüm Memlük topraklarına yayıldı, halkın elinden düşmez oldu. Evlerde, kahvehanelerde, gizli kumarhanelerde, fal bakılan yerlerde baş tacı edildi. Nesne, tacirler, gemiciler eliyle İtalya’ya, arkasından İspanya’ya ulaştı. Oradan da tüm Avrupaya yayıldı. O nesnenin ne olduğunu yavaş yavaş anlamaya  başladınız, değil mi? …………………. Gelelim nesnenin Doğudan Batıya yolculuğunun bir diğer tarihi anlatımına. Burada da tanıdık isimler var. Baş rolde Marko. Ama bu Marko, bizim  Marko paşamız değil.  Polo marka gömleklerin, tişörtlerin yaratıcısı da değil.  Bu Marko, 14. Yüzyılda yaşamış , Mağripli seyyah ve kaşif İbni Batuta’nın, hatta  17 asırda bizim yerli ve milli seyyahımız Evliya  Çelebi’nin ağababası, yeni tabir ile rol modeli olan Marko Polo.  Marko Polo Venedikli. 13.yüzyılda, daha çocukluk ile delikanlılık arası dönemdeyken, Uzak doğu ile ticaret yollarını geliştirmek isteyen tüccar babası ve amcasının peşine takılarak, Anadolu'dan Çin’e kadar uzanan coğrafyada tam 24 yıl dolaşmış. Kubilay Han'ın siyasi bir evlilik için bir başka Han’a yolladığı kız kardeşinin düğün alayına başkanlı etmek dahil başından binbir macera geçmiş. Venedik’e  döndüğünde  gördüğü yerleri, hayvanları, bitkileri, yiyip içtiklerini, garip adetleri, farklı dinleri, ibadetleri biraz da kendinden katıp yağlandıra ballandıra cilt cilt kitaplarda anlatmış. Okuyanlar, kendi çevrelerinden başka  dünyalar olabileceğine ihtimal veremediklerinden dolayı Marko’ya inanmakta güçlük çekmişler. Marko Polo, “bu yazdıklarım gördüklerimin, yaşadıklarımın yarısı bile değil. Hepsini  anlatsaydım kim bilir ne derdiniz” diye kendini müdafaa etmiş Ben, sözünü ettiğim üç seyyahın da yazdıklarını okudum. İbni Batuta’nın az buçuk abartmalar yapmasını normal karşılamak lazım. Yerli ve milli seyyahımız Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik “Seyahatname” sinde hemen hiç mi hiç abartı yok. Hatta kitaplarında anlattığı Balkan şehirlerinin bazılarını ben de gezdim, gördüm. Bu kentlerin bir bölümü, aradan geçen bunca yıllara rağmen, Evliya Çelebi’nin anlattıklarından fazla bir değişiklik görmemiş. Amaaa, iş gezginlerin şahı addedilen Marko Polo’ya gelince anlattıklarının bir bölümüne inanmak için hayli saftorik olmak gerekiyor. Belki bu hususları bir başka yazıda ele alırız. Biz dönelim malum, daha doğrusu henüz malum olmayan nesnemize. Batılıların büyük kısmı olayın bu tarihi versiyonunu tercih diyor ve Nesneyi Çin’den Venedike Marko Polo’nun getirdiğine, oradan da Avrupa’ya yayıldığına inanıyor. Bu nesnenin ne olduğunu hala anlayamadınızsa biraz daha merakta kalın ve yazının ikinci kısmını bekleyin.  Yazımın birinci bölümünde verdiğim ipuçlarından, bahsettiğim Nesnenin ne olduğunu anlamışsınızdır, tabii.  Aranızda bu Nesnenin ne olduğunu hala çıkaramamış olanlarınız varsa hadi bir ipucu daha vereyim: Evlerde, kahvehanelerde, kumarhanelerde bulunur. Falcılar, sihirbazlar, “ bul karayı, al parayı”cılar kullanır.. Boş zamanı olanlar bu Nesne ile kuleler yaparlar.  Artık anladınız herhalde Eveeet, iskambil kağıtlarından bahsediyorum. Önceleri elle çiziliyormuş. O tarihlerde okuma yazma bilen sayısı çok az olduğundan kartların üzerine temsil ettiği rakamlar yerine o sayı kadar işaretler konuluyormuş. Kartların arka yüzleri düz ve tek renkteymiş. Hile amacıyla işaretlenmesini zorlaştırmak için kartların arka yüzleri ilerleyen dönemlerde aynı, yeknesak motifler ile doldurulmaya başlanmış. Matbaanın icadından sonra baskı ile üretilmeye başlanılmış ve çok daha yaygınlaşmış. Kartlar dağıtıldıktan sonra ele alındığında baş aşağı olanların  (özellikle resimli kartların) devamlı düzeltilmesi sıkıntısının  önüne geçilmesi amacıyla kartlar alt- üst terslemesine çizilmiş.   Falcılar için daha farklı olan Tarot kartları icat edilmiş.   İskambil kelimesinin kökeni belli değil. Osmanlıda var ama biz iskambil kelimesini büyük ihtimalle Rumca “skampili” sözcüğünden uyarlamışız. “Büyük ihtimalle”  dedim çünkü Latincede, İtalyancada da benzer sözcükler mevcut. Fransızcada da  “briskambil” kelimesi var. Çin destelerinde 47 kart olurmuş.  Bugün kullanılan iskambil destelerinde ise 52 kart ile 2 de joker bulunuyor. Peki, bunun bir sebebi, dayanağı, hesabı var mı? Olmaz olur mu, var tabii. Bakın şöyle. Kartlardaki dört farklı grup (kupa, maça, karo, sinek) 4 mevsimi simgeliyor. 52 olan kart sayısı da yılda 52 haftaya denk düşürülmüş. Her gruptaki 13 kart (1’den 10’a kadar olan rakamlar + vale, kız, papaz = 13 kart) her mevsimdeki hafta sayısı kadar (13 hafta x 4 mevsim = 52 hafta). İşin bir ilginç tarafı da her gruptaki rakamlar toplandığında 91 sayısına ulaşılıyor ki (1,2,3,4,5,6,7,8,9,10 +  vale 11, kız 12, papaz 13 = 91 ) her mevsimdeki gün sayısı ortaya çıkıyor. Dört mevsim olduğuna göre 91’i 4  ile çarptığımızda bir yıldaki gün sayısı bulunuyor…….. dediğim anda aranızda matematiği kuvvetli olanlar hemen itiraz edip 9 x 4 = 365 değil 364 eder diyecekler…daha cümlemi bitirmeme fırsat tanımadan. Evet gerçekten de 9 x 4 =364 eder ama unutmayın ki destede joker de var. 364’e bir de joker ilave ederseniz yıldaki gün sayısı hesaplaması doğrulanıyor. “Ama destede bir değil, iki joker var” diyecek olanlara hatırlatırım ki dört senede bir gelen “artık yıl” da bu ikinci jokerle tamamlanıyor. Oyun içinde farklı fonksiyonu olan jokerlerin sayısının bir-üç-beş değil de iki olmasının sebebi de bu zaten.  Gelelim iskambil destesindeki dört farklı gruba. Bunlardan ikisi (kupa ve karo) kırmızı, diğer ikisi ise (maça ve sinek) siyah renkte. Tüm kart oyunlarında en değerli grup kupa, onu maça takip ediyor. Üçüncü sırada karo, en sonda da sinek yer alıyor. Bu da bir tesadüf değil. Zira her grup toplumdaki bir sınıfı simgeliyor. Bakın şöyle. En üst sırada addedilen, kalp şeklindeki  “kupa” için İngilizler, aynı anlamda “heart”, Fransızlar “coeur”, Almanlar “Herz”, İtalyanlar ””cuori” kelimesini kullanıyorlar. “Kupa” , geçmişte toplumun  en üst sınıfı olarak kabul edilen asilleri ve kiliseyi temsil ediyor. Herkes kalp derken ve şekil de gerçekten kalp iken biz “kupa”yı nereden çıkarmışız anlayamıyorum. İkinci sırada mızrak veya kürek ucuna benzeyen “maça” var. İngilizler buna “spade”, Fransızlar “pique”,  Almanlar “pik”, İtalyanlar “picche” diyorlar, hepsi “kürek” anlamında. Biz “maça”yı, her nedense, Latincede “tokmak” anlamını taşıyan bir kelimeden almışız. “Maça”, toplumda ikinci sırada yer alan orduyu/askerleri temsil ediyor (mızrak ucu benzetmesi). Sonra “karo” geliyor. İngilizler şekil itibariyle bunu elmasa benzettiklerinden “diamond” olarak adlandırmışlar. Fransızlar “careau”, Almanlar “karo”, İtalyanlar “quadrıo” diyorlar. Tüccar evlerinin damındaki kiremitlere benzetildiği için bu iskambil grubunun toplumda orta sınıfı ve tüccarları temsil ettiği varsayılıyor.  En alt sırada “sinek” var. İngilizler “clubs”, Fransızlar “trefle”,  Almanlar “cruetz”, İtalyanlar “fiori” diyorlar. Şekil itibariyle Almanlar  “Haç”a, İngilizce  nedense “ sopa” veya ““çomağa, lobuta“, Fransızlar “yonca”ya, İtalyanlar ise “ çiçek”e (çiçeğin çoğul haline) benzetmişler.. Biz neden “sinek” diyoruz bilmiyorum doğrusu. Acaba rengini ve şeklini karasineğe benzettiğimizden mi? Bizde sineğe “ispati” de denir. Bu kelimenin kökeni rumca ama anlamını bilmiyorum. “Yonca” olsun, “çiçek” olsun toprağı, rençperi, köylüyü akla getirdiğinden bu iskambil kartı toplumun en alt seviyesindeki fakirleri temsil ediyor. Sıra geldi iskambil destesindeki resimli kartların isimlerine. Fransızcadan alıp “vale”, yahut “oğlan”, veya “bacak”, nadiren de “fanti” dediğimiz karta İngilizler önceleri “Knave” (düzenbaz) adını vermişler. Daha sonraları “jack” demişler. Onun için oyun kartlarının İngiliz versiyonunda “oğlan” resminin yanında “Kn” veya “J”harfi bulunur. Fransız versiyonunda ve bizim de çoğunlukla kullandığımız destelerde “Valet” karşılığı “V” harfi yer alır. Kim bilir kaç defa elinize aldınız ama bilmem hiç dikkat ettiniz mi, “Resimli kartlarda, köşesinde “J, Q, K” yazanlar (Jack, Queen, King) yani İngiliz usulü kartlar ile köşesinde  “V, D, R” yazan (Valet, Dame, Roi) Fransız usulü kartlardaki  figürlerin başlarının baktığı / çevrili olduğu yönler farklı farklı çizilmiş. Sebebi nedir bilmiyorum, bir bileniniz varsa söylesin ki ben de öğreneyim.”. Biz “Kız”a, Fransız kartlarında olduğu gibi “Dam (Dame)” da diyoruz. İşareti de “D”. İngiliz kartlarında ise “Kraliçe- Queen” karşılığı “Q” harfi kullanılıyor. Bunun sebebi “Kız’ın, yahut Kraliçe’nin” aslında bizim papaz dediğimiz Kralın karısı olması.  Biz herhalde adamı sakallı falan gördüğümüzden yaşlı papaza benzetmişiz.  Halbuki yabancılar  hepsi kral anlamındaki “Roi, King, König” kelimelerini kullanıyorlar. Kartlarda bu resmin köşesinde ya “R” (Roi” ya da “K” (king) harfi yeralıyor. Biz “papaz” kelimesi yerine “Rua” da diyoruz kimi zaman. Ok yaydan çoktaaan çıktığına göre durumu biraz daha sulandıralım mı? Acaba bizdeki gibi “Papazı bulmak” deyimi yerine gavur kısmısı (!) “Kralı bulmak” deyimini mi kullanıyor? “Papaz kaçtı” oynarken  “Kralı mı kaçırıyorlar” ? Mozart “Saraydan Kız Kaçırma”yı bestelediğinde adını “Saraydan Dam veya Kraliçe Kaçırma” mı koymuştu acaba? Papaz resimlerinde de izaha muhtaç özellikler mevcut. Örneğin tüm Papazlar sola bakarken, neden Maça papazı sağa bakıyor? Ayrıca  tüm papazlar bıyıklıyken Kupa Papazı  neden bıyıksız? Neden tüm papazlarda kılıç varken, Karo Papazında balta var? Bizim “Papaz” dediğimiz “Kral ”ların her birinin tarihteki önemli kralları temsil ettiği söyleniyor. Farklılıklar gösterse de en yaygın inanç Kupa  Papazının  Kral Şarlman’ı, Maça Papazının  Kral Davut’u  (Hazreti Davut) ,  Karo Papazının Jül Sezar’ı,  Sinek Papazının da Büyük İskender’i temsil ettiğine inanılıyor.  “Kızlar- Kraliçeler” için de benzer yakıştırmalar mevcuttur sanırım. Mademki Gazetedeki köşemin adı “Londra Mektupları”, İskambil kartlarının bu ülkedeki tarihçesinden de bahsetmem gerekir. İskambil İngiltere’ye Yüz Yıl Savaşlarıyla gelmiş.  (Ara bilgi:  1337-1453 arasında aslında 116 yıl süren ama tarihte Yüzyıl Savaşları adıyla yer alan, bitmez tükenmez  bu mücadele  Portekiz, Flanders, Lüksemburg, Kutsal Roma  Germen imparatorluğu ve adlarını hatırlayamadığım diğer müttefikleriyle desteklenen İngiltere ile Kastilya, Bretanya, Bohemya gibi  krallıkların desteğini alan Fransa arasında yapılan bir Avrupa savaşı. İşin ilginç yanı Galler’in de Fransızların yanında yer alması. Yüz yılı aşkın süre boyunca birbirlerini kesip biçmişler ama neticede sonuç “sıfıra sıfır, elde var sıfır” olmuş). İskambil İngiltere’ye geldiğinde kimi uyanık girişimciler kartları resimli romana dönüştürerek satmışlar. Yani, bu kartın üzerine, birbirini takip edecek şekilde resimler yaparak bir hikaye oluşturmuşlar.  8.Henri’nin, boşanmasına izin vermeyen Vatikan’daki Papa’ya  ve Katolikliğe karşı İngiliz Kilisesini  kurmasını ve Protestanlığa yönelmesini, Katoliklere düşman kesilmesini fırsat bulan bu uyanıklar, iskambil kartları üzerine  çizdikleri resimlerde habis ruhlu ((!) Papanın İngiliz Kralını devirmek için ülkedeki Katoliklerin de yardımı ile kumpas kurduğunu, lakin başarıya ulaşamadığını ve sonunda kahraman (!) İngiliz Kralının Papa’yı yendiğini hikaye etmişler.   Kartlar İngiltere’de çok revaç görüp büyük satış yapmış. Hiç bir şeyden haberi olmayan İrlanda'daki Katolikler de “kör tuttuğunu döver” misali cezalandırılmışlar. Eğer elinize geçerse bu desteler 2500 ila 5000 sterlin arasında alıcı bulabiliyor. Daha sonraki tarihlerde piyasaya bu kez üzerinde, o tarihlerde mevcut krallıklara ait yazılar bulunan iskambil desteleri çıkmış.   Kart hangi krallığa ayrılmışsa “papaz” kartının üzerine o ülkenin önemli krallarının adları sıralanıyormuş. Tabii “kız” kartlarının üzerine kraliçelerin, “valelerin” üzerine de o ülkenin ünlü generallerinin, kahramanlarının isimleri yazılıyormuş…  Bu destelerin fiyatı da 1500 sterlin den başlıyor.  Bir üçüncü grup tarihi iskambil kartları daha var. Bu kartlarda, İngiltere’nin çeşitli şehirlerinden Londra’ya giden yol haritaları çizilmiş.  Elinizde mevcut ise en azından 500 sterlininiz var demektir.   Eğer yanlış hatırlamıyorsam, British Museum'da da çok eski tarihlerden kalma iskambil kartları sergileniyordu bir zamanlar.  Günümüzde klasik iskambil kartları yanı sıra yeni çizimli kartlar da görülüyor.   Playboy kartlarından tutun, Harry Potter destelerine kadar her zevke, her tercihe uygun iskambil desteleri yapılıyor, satılıyor. Bazı ressamların (van Gogh, Matisse gibi) resimlerinin basılı olduğu desteler de mevcut. Bana en ilginç geleni ise Salvador Dali’nin hazırladığı iskambil kartları.  Teknoloji iskambillere de el atmış. Bilgisayarlarda, akıllı telefonlarda her türlü kart oyununu oynamak, hatta fal bakmak mümkün.  Bakalım Çinlilerin asırlar önce icad ettikleri iskambil kartları daha nice değişiklikler  yaşayacak.  “Bugün Anneler Günü. B u vesile ile tüm gelmiş geçmiş, halihazır ve müstakbel annelerin, senede bir günden fazlasını hak ettikleri Anneler Gününü kutluyor, hepsine sevgi ve saygılarımı sunuyorum”  
Ekleme Tarihi: 11 Mayıs 2024 - Cumartesi

Baybars mı, Marko mu?

Çin’de icat edildiği söyleniyor.

7 ila 9.asırlar arasında bir tarihte, sonra Batıya doğru yola çıkmış, Avrupa’yı, oradan da Dünyayı sarmış. Hatta, çoğunuzun eline de geçmiş.

Basit lakin çok kullanılan bir şey.

Ne olduğunu söylemeden önce Doğudan Batıya yaptığı yolculuğu kısaca anlatmak istiyorum.

Hep diyorum ya, tek bir tarih yoktur, herkesin kendine uygun olarak yazdığı tarih vardır. Hangisi gerçektir, doğrudur,, bilinmez.

İşte bu defa da durum farklı değil. Nesnenin Doğudan Batıya yolculuğu hakkında iki farklı tarihi anlatım mevcut. Hangisi doğrudur, bilmem. Ben anlatayım da kararı siz verin.

Nesnenin yolculuğunun ilk tarihi versiyonunda birçok tanıdık isme rastlayacaksınız.

Çin’de icad edilen ve asırlarca kullanılan bu nesne, 12-13.yüzyıllarda oradan Orta Asya’da yaşayan göçebe topluluklara geçti. Bu topluluklar arasında bölük pörçük yaşayan. Moğol kabileler de vardı. Cengiz Han bu kabileleri birleştirip koskoca bir Moğol imparatorluğu kurdu.  

Ne var ki ölümünden sonra oğulları mal, iktidar kavgasına düşüp İmparatorluğu devam ettiremediler. Dağılmış Moğolları bir araya toplayan, Cengiz Han'ın torunu Hülagu  Han oldu.

Kardeşi Kubilay’ın da desteği ile, Çin hariç, neredeyse tüm Asya’yı kapsayan yeni bir devlet kurdu. Abbasileri yenip, Bağdat’ı da alarak Devletinin sınırları içine bugünkü Irak’ı da kattı.

Hülagu Hanın kurduğu devletin adı ” İlhanlılar”dı.

Batılarında, Mısır’da kurulmuş olan ve zamanla topraklarını günümüzün İsrail’ine, Lübnan’ın  , Suriye'sine kadar genişleten Memlüklerle komşu oldular. Her iki Devletin de, Arapça ve Moğolca dışında ortak dili Türkçeydi. 

Önceleri iyi giden komşuluk ilişkileri, basit sınır anlaşmazlıkları yüzünden bozuldu.

Kılıçlar çekildi, oklar gerildi..savaş başladı.

Memlük Sultanı Kutuz’un Başkomutanı Baybars, İlhanlı Hanı Hülagu’nun (adını hatırlayamadığım)  Başkomutanını yendi 

Bu savaş İlhanlıların sonu oldu. Yıllar sonra Kubilay Han tekrar birleştirilene kadar moğollar  bölük pörçük yaşadılar.

 

Baybars ve ordusunun İlhanlı ordusundan ele geçirdikleri ganimetler arasında yazımızın  konusu olan nesne de vardı.

Muzaffer Baybars Kahireye dönünce, kendisinden önceki sultanı öldürüp yerine geçmiş olan Sultan Kutuz’u bu kez o ölmüşlerinin yanına göndererek Memlük tahtına oturdu.

Onun döneminde söz konusu nesne tüm Memlük topraklarına yayıldı, halkın elinden düşmez oldu. Evlerde, kahvehanelerde, gizli kumarhanelerde, fal bakılan yerlerde baş tacı edildi.

Nesne, tacirler, gemiciler eliyle İtalya’ya, arkasından İspanya’ya ulaştı. Oradan da tüm Avrupaya yayıldı.

O nesnenin ne olduğunu yavaş yavaş anlamaya  başladınız, değil mi?

………………….

Gelelim nesnenin Doğudan Batıya yolculuğunun bir diğer tarihi anlatımına.

Burada da tanıdık isimler var.

Baş rolde Marko.

Ama bu Marko, bizim  Marko paşamız değil. 

Polo marka gömleklerin, tişörtlerin yaratıcısı da değil. 

Bu Marko, 14. Yüzyılda yaşamış , Mağripli seyyah ve kaşif İbni Batuta’nın, hatta  17 asırda bizim yerli ve milli seyyahımız Evliya  Çelebi’nin ağababası, yeni tabir ile rol modeli olan Marko Polo. 

Marko Polo Venedikli. 13.yüzyılda, daha çocukluk ile delikanlılık arası dönemdeyken, Uzak doğu ile ticaret yollarını geliştirmek isteyen tüccar babası ve amcasının peşine takılarak, Anadolu'dan Çin’e kadar uzanan coğrafyada tam 24 yıl dolaşmış.

Kubilay Han'ın siyasi bir evlilik için bir başka Han’a yolladığı kız kardeşinin düğün alayına başkanlı etmek dahil başından binbir macera geçmiş.

Venedik’e  döndüğünde  gördüğü yerleri, hayvanları, bitkileri, yiyip içtiklerini, garip adetleri, farklı dinleri, ibadetleri biraz da kendinden katıp yağlandıra ballandıra cilt cilt kitaplarda anlatmış. Okuyanlar, kendi çevrelerinden başka  dünyalar olabileceğine ihtimal veremediklerinden dolayı Marko’ya inanmakta güçlük çekmişler. Marko Polo, “bu yazdıklarım gördüklerimin, yaşadıklarımın yarısı bile değil. Hepsini  anlatsaydım kim bilir ne derdiniz” diye kendini müdafaa etmiş

Ben, sözünü ettiğim üç seyyahın da yazdıklarını okudum. İbni Batuta’nın az buçuk abartmalar yapmasını normal karşılamak lazım. Yerli ve milli seyyahımız Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik “Seyahatname” sinde hemen hiç mi hiç abartı yok. Hatta kitaplarında anlattığı Balkan şehirlerinin bazılarını ben de gezdim, gördüm. Bu kentlerin bir bölümü, aradan geçen bunca yıllara rağmen, Evliya Çelebi’nin anlattıklarından fazla bir değişiklik görmemiş.

Amaaa, iş gezginlerin şahı addedilen Marko Polo’ya gelince anlattıklarının bir bölümüne inanmak için hayli saftorik olmak gerekiyor.

Belki bu hususları bir başka yazıda ele alırız. Biz dönelim malum, daha doğrusu henüz malum olmayan nesnemize.

Batılıların büyük kısmı olayın bu tarihi versiyonunu tercih diyor ve Nesneyi Çin’den Venedike Marko Polo’nun getirdiğine, oradan da Avrupa’ya yayıldığına inanıyor.

Bu nesnenin ne olduğunu hala anlayamadınızsa biraz daha merakta kalın ve yazının ikinci kısmını bekleyin. 

Yazımın birinci bölümünde verdiğim ipuçlarından, bahsettiğim Nesnenin ne olduğunu anlamışsınızdır, tabii. 

Aranızda bu Nesnenin ne olduğunu hala çıkaramamış olanlarınız varsa hadi bir ipucu daha vereyim:

Evlerde, kahvehanelerde, kumarhanelerde bulunur.

Falcılar, sihirbazlar, “ bul karayı, al parayı”cılar kullanır..

Boş zamanı olanlar bu Nesne ile kuleler yaparlar. 

Artık anladınız herhalde

Eveeet, iskambil kağıtlarından bahsediyorum.

Önceleri elle çiziliyormuş. O tarihlerde okuma yazma bilen sayısı çok az olduğundan kartların üzerine temsil ettiği rakamlar yerine o sayı kadar işaretler konuluyormuş. Kartların arka yüzleri düz ve tek renkteymiş. Hile amacıyla işaretlenmesini zorlaştırmak için kartların arka yüzleri ilerleyen dönemlerde aynı, yeknesak motifler ile doldurulmaya başlanmış. Matbaanın icadından sonra baskı ile üretilmeye başlanılmış ve çok daha yaygınlaşmış. Kartlar dağıtıldıktan sonra ele alındığında baş aşağı olanların  (özellikle resimli kartların) devamlı düzeltilmesi sıkıntısının  önüne geçilmesi amacıyla kartlar alt- üst terslemesine çizilmiş.

 

Falcılar için daha farklı olan Tarot kartları icat edilmiş.

 

İskambil kelimesinin kökeni belli değil. Osmanlıda var ama biz iskambil kelimesini büyük ihtimalle Rumca “skampili” sözcüğünden uyarlamışız. “Büyük ihtimalle”  dedim çünkü Latincede, İtalyancada da benzer sözcükler mevcut. Fransızcada da  “briskambil” kelimesi var.

Çin destelerinde 47 kart olurmuş. 

Bugün kullanılan iskambil destelerinde ise 52 kart ile 2 de joker bulunuyor.

Peki, bunun bir sebebi, dayanağı, hesabı var mı?

Olmaz olur mu, var tabii.

Bakın şöyle.

Kartlardaki dört farklı grup (kupa, maça, karo, sinek) 4 mevsimi simgeliyor.

52 olan kart sayısı da yılda 52 haftaya denk düşürülmüş.

Her gruptaki 13 kart (1’den 10’a kadar olan rakamlar + vale, kız, papaz = 13 kart) her mevsimdeki hafta sayısı kadar (13 hafta x 4 mevsim = 52 hafta).

İşin bir ilginç tarafı da her gruptaki rakamlar toplandığında 91 sayısına ulaşılıyor ki (1,2,3,4,5,6,7,8,9,10 +  vale 11, kız 12, papaz 13 = 91 ) her mevsimdeki gün sayısı ortaya çıkıyor. Dört mevsim olduğuna göre 91’i 4  ile çarptığımızda bir yıldaki gün sayısı bulunuyor…….. dediğim anda aranızda matematiği kuvvetli olanlar hemen itiraz edip 9 x 4 = 365 değil 364 eder diyecekler…daha cümlemi bitirmeme fırsat tanımadan. Evet gerçekten de 9 x 4 =364 eder ama unutmayın ki destede joker de var. 364’e bir de joker ilave ederseniz yıldaki gün sayısı hesaplaması doğrulanıyor.

“Ama destede bir değil, iki joker var” diyecek olanlara hatırlatırım ki dört senede bir gelen “artık yıl” da bu ikinci jokerle tamamlanıyor.

Oyun içinde farklı fonksiyonu olan jokerlerin sayısının bir-üç-beş değil de iki olmasının sebebi de bu zaten. 

Gelelim iskambil destesindeki dört farklı gruba. Bunlardan ikisi (kupa ve karo) kırmızı, diğer ikisi ise (maça ve sinek) siyah renkte.

Tüm kart oyunlarında en değerli grup kupa, onu maça takip ediyor. Üçüncü sırada karo, en sonda da sinek yer alıyor. Bu da bir tesadüf değil. Zira her grup toplumdaki bir sınıfı simgeliyor.

Bakın şöyle.

En üst sırada addedilen, kalp şeklindeki  “kupa” için İngilizler, aynı anlamda “heart”, Fransızlar “coeur”, Almanlar “Herz”, İtalyanlar ””cuori” kelimesini kullanıyorlar. “Kupa” , geçmişte toplumun  en üst sınıfı olarak kabul edilen asilleri ve kiliseyi temsil ediyor. Herkes kalp derken ve şekil de gerçekten kalp iken biz “kupa”yı nereden çıkarmışız anlayamıyorum.

İkinci sırada mızrak veya kürek ucuna benzeyen “maça” var. İngilizler buna “spade”, Fransızlar “pique”,  Almanlar “pik”, İtalyanlar “picche” diyorlar, hepsi “kürek” anlamında.

Biz “maça”yı, her nedense, Latincede “tokmak” anlamını taşıyan bir kelimeden almışız. “Maça”, toplumda ikinci sırada yer alan orduyu/askerleri temsil ediyor (mızrak ucu benzetmesi).

Sonra “karo” geliyor. İngilizler şekil itibariyle bunu elmasa benzettiklerinden “diamond” olarak adlandırmışlar. Fransızlar “careau”, Almanlar “karo”, İtalyanlar “quadrıo” diyorlar. Tüccar evlerinin damındaki kiremitlere benzetildiği için bu iskambil grubunun toplumda orta sınıfı ve tüccarları temsil ettiği varsayılıyor. 

En alt sırada “sinek” var. İngilizler “clubs”, Fransızlar “trefle”,  Almanlar “cruetz”, İtalyanlar “fiori” diyorlar. Şekil itibariyle Almanlar  “Haç”a, İngilizce  nedense “ sopa” veya ““çomağa, lobuta“, Fransızlar “yonca”ya, İtalyanlar ise “ çiçek”e (çiçeğin çoğul haline) benzetmişler.. Biz neden “sinek” diyoruz bilmiyorum doğrusu. Acaba rengini ve şeklini karasineğe benzettiğimizden mi? Bizde sineğe “ispati” de denir. Bu kelimenin kökeni rumca ama anlamını bilmiyorum.

“Yonca” olsun, “çiçek” olsun toprağı, rençperi, köylüyü akla getirdiğinden bu iskambil kartı toplumun en alt seviyesindeki fakirleri temsil ediyor.

Sıra geldi iskambil destesindeki resimli kartların isimlerine.

Fransızcadan alıp “vale”, yahut “oğlan”, veya “bacak”, nadiren de “fanti” dediğimiz karta İngilizler önceleri “Knave” (düzenbaz) adını vermişler. Daha sonraları “jack” demişler.

Onun için oyun kartlarının İngiliz versiyonunda “oğlan” resminin yanında “Kn” veya “J”harfi bulunur. Fransız versiyonunda ve bizim de çoğunlukla kullandığımız destelerde “Valet” karşılığı “V” harfi yer alır.

Kim bilir kaç defa elinize aldınız ama bilmem hiç dikkat ettiniz mi, “Resimli kartlarda, köşesinde “J, Q, K” yazanlar (Jack, Queen, King) yani İngiliz usulü kartlar ile köşesinde  “V, D, R” yazan (Valet, Dame, Roi) Fransız usulü kartlardaki  figürlerin başlarının baktığı / çevrili olduğu yönler farklı farklı çizilmiş. Sebebi nedir bilmiyorum, bir bileniniz varsa söylesin ki ben de öğreneyim.”.

Biz “Kız”a, Fransız kartlarında olduğu gibi “Dam (Dame)” da diyoruz. İşareti de “D”.

İngiliz kartlarında ise “Kraliçe- Queen” karşılığı “Q” harfi kullanılıyor. Bunun sebebi “Kız’ın, yahut Kraliçe’nin” aslında bizim papaz dediğimiz Kralın karısı olması. 

Biz herhalde adamı sakallı falan gördüğümüzden yaşlı papaza benzetmişiz. 

Halbuki yabancılar  hepsi kral anlamındaki “Roi, King, König” kelimelerini kullanıyorlar. Kartlarda bu resmin köşesinde ya “R” (Roi” ya da “K” (king) harfi yeralıyor. Biz “papaz” kelimesi yerine “Rua” da diyoruz kimi zaman.

Ok yaydan çoktaaan çıktığına göre durumu biraz daha sulandıralım mı? Acaba bizdeki gibi “Papazı bulmak” deyimi yerine gavur kısmısı (!) “Kralı bulmak” deyimini mi kullanıyor? “Papaz kaçtı” oynarken  “Kralı mı kaçırıyorlar” ? Mozart “Saraydan Kız Kaçırma”yı bestelediğinde adını “Saraydan Dam veya Kraliçe Kaçırma” mı koymuştu acaba? Papaz resimlerinde de izaha muhtaç özellikler mevcut. Örneğin tüm Papazlar sola bakarken, neden Maça papazı sağa bakıyor?

Ayrıca  tüm papazlar bıyıklıyken Kupa Papazı  neden bıyıksız? Neden tüm papazlarda kılıç varken, Karo Papazında balta var?

Bizim “Papaz” dediğimiz “Kral ”ların her birinin tarihteki önemli kralları temsil ettiği söyleniyor. Farklılıklar gösterse de en yaygın inanç Kupa  Papazının  Kral Şarlman’ı,

Maça Papazının  Kral Davut’u  (Hazreti Davut) ,  Karo Papazının Jül Sezar’ı,  Sinek Papazının da Büyük İskender’i temsil ettiğine inanılıyor. 

“Kızlar- Kraliçeler” için de benzer yakıştırmalar mevcuttur sanırım.

Mademki Gazetedeki köşemin adı “Londra Mektupları”, İskambil kartlarının bu ülkedeki tarihçesinden de bahsetmem gerekir.

İskambil İngiltere’ye Yüz Yıl Savaşlarıyla gelmiş. 

(Ara bilgi:  1337-1453 arasında aslında 116 yıl süren ama tarihte Yüzyıl Savaşları adıyla yer alan, bitmez tükenmez  bu mücadele  Portekiz, Flanders, Lüksemburg, Kutsal Roma  Germen imparatorluğu ve adlarını hatırlayamadığım diğer müttefikleriyle desteklenen İngiltere ile Kastilya, Bretanya, Bohemya gibi  krallıkların desteğini alan Fransa arasında yapılan bir Avrupa savaşı. İşin ilginç yanı Galler’in de Fransızların yanında yer alması. Yüz yılı aşkın süre boyunca birbirlerini kesip biçmişler ama neticede sonuç “sıfıra sıfır, elde var sıfır” olmuş).

İskambil İngiltere’ye geldiğinde kimi uyanık girişimciler kartları resimli romana dönüştürerek satmışlar. Yani, bu kartın üzerine, birbirini takip edecek şekilde resimler yaparak bir hikaye oluşturmuşlar. 

8.Henri’nin, boşanmasına izin vermeyen Vatikan’daki Papa’ya  ve Katolikliğe karşı İngiliz Kilisesini  kurmasını ve Protestanlığa yönelmesini, Katoliklere düşman kesilmesini fırsat bulan bu uyanıklar, iskambil kartları üzerine  çizdikleri resimlerde habis ruhlu ((!) Papanın İngiliz Kralını devirmek için ülkedeki Katoliklerin de yardımı ile kumpas kurduğunu, lakin başarıya ulaşamadığını ve sonunda kahraman (!) İngiliz Kralının Papa’yı yendiğini hikaye etmişler.

 

Kartlar İngiltere’de çok revaç görüp büyük satış yapmış. Hiç bir şeyden haberi olmayan İrlanda'daki Katolikler de “kör tuttuğunu döver” misali cezalandırılmışlar. Eğer elinize geçerse bu desteler 2500 ila 5000 sterlin arasında alıcı bulabiliyor.

Daha sonraki tarihlerde piyasaya bu kez üzerinde, o tarihlerde mevcut krallıklara ait yazılar bulunan iskambil desteleri çıkmış.  

Kart hangi krallığa ayrılmışsa “papaz” kartının üzerine o ülkenin önemli krallarının adları sıralanıyormuş.

Tabii “kız” kartlarının üzerine kraliçelerin, “valelerin” üzerine de o ülkenin ünlü generallerinin, kahramanlarının isimleri yazılıyormuş… 

Bu destelerin fiyatı da 1500 sterlin den başlıyor. 

Bir üçüncü grup tarihi iskambil kartları daha var. Bu kartlarda, İngiltere’nin çeşitli şehirlerinden Londra’ya giden yol haritaları çizilmiş. 

Elinizde mevcut ise en azından 500 sterlininiz var demektir.  

Eğer yanlış hatırlamıyorsam, British Museum'da da çok eski tarihlerden kalma iskambil kartları sergileniyordu bir zamanlar. 

Günümüzde klasik iskambil kartları yanı sıra yeni çizimli kartlar da görülüyor.  

Playboy kartlarından tutun, Harry Potter destelerine kadar her zevke, her tercihe

uygun iskambil desteleri yapılıyor, satılıyor. Bazı ressamların (van Gogh, Matisse gibi) resimlerinin basılı olduğu desteler de mevcut. Bana en ilginç geleni ise Salvador Dali’nin hazırladığı iskambil kartları. 

Teknoloji iskambillere de el atmış. Bilgisayarlarda, akıllı telefonlarda her türlü kart oyununu oynamak, hatta fal bakmak mümkün. 

Bakalım Çinlilerin asırlar önce icad ettikleri iskambil kartları daha nice değişiklikler  yaşayacak.

 “Bugün Anneler Günü. B u vesile ile tüm gelmiş geçmiş, halihazır ve müstakbel annelerin, senede bir günden fazlasını hak ettikleri Anneler Gününü kutluyor, hepsine sevgi ve saygılarımı sunuyorum”

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.