Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

Demokrasi Dediğin

Geçen pazar günü (31.3.2024) ülkemizde Yerel Seçimler düzenlendi. Türkiye’deki  gibi Birleşik Krallık’ta da seçime ilişkin olarak yapılan yorumlarda, kaleme alınan yazılarda, yazılı, sözlü, görüntülü basında ve sosyal medyada en çok kullanılan ortak kelime “Demokrasi” sözcüğü oldu. Bu kelime bana, neredeyse 11 yıl önce, emekli olmama on gün kala (22.7.2013),   Türkiye Belediyeler Birliği Baş Danışmanı olarak kısa süreliğine görev yaptığım sırada anılan kuruluşun Genel Sekreterine yazdığım Servis Notunu anımsattı. Bakın neler yazmışım. İlginç bulacağınıza eminim. “SERVİS NOTU Kimden: Ahmet Rıfat ÖKÇÜN                                                                                   22.07.2013 Kime: Sayın Genel Sekreter Konu: Demokrasi Dağıtım: Takdirlerine             19 Temmuz 2013 sabahı Dış İlişkiler Müdürlüğü görevlileri ile “ Belediyeler için Kardeş Şehir- İşbirlikleri Rehberi” taslağı üzerinde yapılan toplantıda “demokratik” kelimesi üzerinde uzun süre görüş teatisinde bulunuldu.             Bu noktadan hareketle mezkür kelimenin kökenini oluşturan “demokrasi” kavramı üzerinde, ilgi çekeceğini düşündüğüm bazı mülahazalarımı sunmak istiyorum.             Dışişleri Bakanlığındaki 43 yıllık meslek hayatım boyunca birçok kez “Demokrasinin beşiği Yunanistan” ifadesine tanık ve muhatab oldum. Özellikle Batılı “dostlarımız” kimi kez bizi eleştirirken, çoğu kez de batımızda yer alan komşumuzu savunurken hep bu ifadeyi öne sürerler: “Demokrasinin beşiği Yunanistan” …             Oysa bu tümcenin, devenin verdiği cevap örneği, neresi doğru ki. Bir kere; demokrasinin beşikte olduğu dönemde Yunanistan diye bir devlet/ülke yok. Bugün Yunanistan olarak tanınan bölgede o günlerde şehir/polis devletleri var: Atina gibi, Sparta gibi. Saniyen o şehir/polis devletlerinde de bugün kullandığımız anlamda demokrasi yok. Yani Batılı “dostlarımız” iki “yok”u yanyana getirip bir “var” elde ediyorlar, sonra önümüze koyuyorlar.             Nasıl mı?             Önce demokrasinin tanımını hatırlayalım: “Tüm üye veya vatandaşların organizasyon veya devletin politikalarını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu yönetim biçimi “.             Genel tanım bu olmasına bu da; tanımlamaya ilişkin tartışmalar günümüzde dahi hala sürüyor. Yani üzerinde küresel olarak uzlaşılmış bir tanımı yok demokrasinin.             Milattan 300-400 yıl önce çıkmış ortaya. İki kelimeden oluşan bir birleşik isim tamlaması. Bu iki kelimeyi gayet iyi biliyoruz. Biri “demos” veya “dimos”; halk anlamında. Diğeri “kratos”; yönetim, iktidar manasında. İkisi birleşince “Demoskratos”; yani “ Halkın yönetimi/iktidarı” oluyor. Biz böyle biliyoruz, değil mi?             Hayır Efendim, öyle değil.             “Dimos/Demos” eski Yunancada “Halk” değil “Yurttaş” anlamında kullanılıyor. Bu durumda da “ Demoskratos” halkın değil, “Yurttaşların Yönetimi/İktidarı” oluyor.             Peki, fark ne? Fark şu: “Halk” bir yerde yaşayan ahalinin tümü. “Yurttaş” ise o ahalinin belirli/özel haklara sahip olan bölümü (Yurttaşın sözlük anlamı “bir memleketin mensubu/vatandaş” olmakla birlikte burada kullanılan normatif ve ayırıcı anlamı “politik süreçlere tam ve eşit katılma hakkına sahip kişiler” şeklindedir). Şimdi “demokrasi”nin ilk çıktığı dönemde Atina Şehir (Polis) Devletinin demografik yapısına bir göz atalım. Toplam nüfus, yani bu devlette yaşayan halkın toplamı yaklaşık 430 bin kişi. Bunlardan 400 bini köle. 10 bin kadarı “meteikos”, yani yabancı Kalan 20 bin kişi ise “demos”, yani yurttaş. Bu durumda “demos/yurttaş” kategorisine girenler toplam nüfusun/halkın %5’i bile etmiyor. Üstelik bu 20 bin “demos” un da sadece bir bölümünün siyasi hakları var. Bir kere çocuklar ve (bana kızmayın, eski Atinalılara kızın) “ebedi çocuk” sayılan ve yaşamları boyunca bir “kuros”un, yani “veli”nin yönetimi altında bulunan kadınların siyasi hakları yok. Bu konuda bir istatistike rastlamadım ama ortalama/kararlama bir hesapla çocuk ve kadınları çıkardığımızda “demos”ların oranı %2’ye iniyor, yani yuvarlak hesap 8 bin desek az değil fazla bile söylemiş oluruz. Bu kadarla kalsa yine iyi. Bu %2/8 bin “demos”da servet farklılıklarına göre 4 sınıfa ayrılıyor. Bunlardan sadece ilk 2 sınıfta yer alanların siyasi hakları var. Rakamlar bu iki sınıftakilerin toplam sayısının azami 2000-2500 kişi arasında olduğunu gösteriyor. Oransal olarak bakarsak toplam nüfusun yüzde yarımı kadar. Bir başka ifade ile “demokrasinin beşiği’ nde halkın yönetimi halkın değil, halkın sadece yüzde yarımını oluşturan, siyasi haklara sahip yurttaşların, yani “demos”un elindeydi. Aslında gerçek oran yüzde yarımın da altındaydı. Zira gerçek “demos” olabilmek için yukarıdakilere ilaveten 4 şart daha gerekiyordu: 18 yaşını bitirdikten sonra 2 yıl askerlik yapmış olmak, Borcu bulunmamak, Savaşta kalkanını atmamış olmak, ve … Anne ve babasını dövmemiş olmak. İşte sadece bu şartları haiz kişiler siyasi haklara sahipti ve hepsi, artık kaç kişi kaldıysalar, birlikte bir dağın tepesinde oturarak oluşturdukları “Meclis”te “kratos” görevini yerine getiriyorlardı.             Eflatun ise “demos”u bir başka şekilde, insan uzviyetinde bulunan yönetici zeka, iradi enerji ve maddi hayata tahsis edilen kısımlar gibi sınıflara ayırıyordu. Zekayı hakimler sınıfının, iradi enerjiyi muharipler sınıfının temsil ettiğini, tarımsal ve sınai üretimin ise siyasi haklardan mahrum olan üçüncü sınıfa ait olduğunu düşünüyordu.             Daha sonraları üç maden felsefesi geliştirildi ve “demos”; “altın adamlar”, “gümüş adamlar” ve siyasal hakları olmayan “bakır adamlar” olarak sınıflandırıldı.             Demek ki, eski Yunan şehir devletlerinde insanlar daima sınıflara ayrılıyor, “demokrasi” yani, “halkın yönetimi” halka değil, halkın belirli bir kısmına ait oluyordu.             Tüm bunlar bize “demokrasinin beşiğinde”, aslında “beşik”in daha doğrusu içindeki “bebek”in çok küçük olduğunu gösteriyor. Üstelik “beşik de, “bebek” de asırlar boyu büyümedi de.             Fransız bayrağındaki üç renk ile temsil olunan, 1789 ihtilalinin sloganı “liberte, egalite, fraternite (özgürlük, eşitlik, kardeşlik)”de demokrasiyi tüm halka teşmil edemedi; herkese ”citoyen” oldu ama sadece belirli miktarda vergi veren “vatandaşlara” a oy hakkı tanındı.             Atina ve o yöredeki şehir devletlerinin “daimi çocuk” saydığı kadınlara seçme hakkı ancak 19. Yüzyıl sonlarında (1893 Yeni Zelanda)tanınabildi. Kadınların siyasal sürece tam katılımlarını görebilmek için daha yıllarca beklemek gerekti (Türkiye’de kadınlara siyasal hakların 1930’dan itibaren verilmeye başlandığı, 1934’te de seçme ve seçilme hakkı tanındığı; Medeni Kanunu aldığımız İsviçre’de ise bu hakkın ancak 1971’de sağlandığı malumlarıdır).             ABD’de siyah ırka 1960’lara kadar, Güney Afrika’da 1994’e kadar oy kullanma hakkı verilmedi. Örnekleri arttırmak, hatta gelişmekte olan/az gelişmiş ülkeler ele alındığında, günümüze kadar getirmek mümkün. “Beşik”, daha doğrusu içindeki “bebek” dünyanın bir çok yerinde daha hala emekleme çağında. Ne, mutlu ki biz, büyüdüğünü gören şanslı azınlık içindeyiz. Takdirlerine sunulur.”
Ekleme Tarihi: 07 Nisan 2024 - Pazar

Demokrasi Dediğin

Geçen pazar günü (31.3.2024) ülkemizde Yerel Seçimler düzenlendi.

Türkiye’deki  gibi Birleşik Krallık’ta da seçime ilişkin olarak yapılan yorumlarda, kaleme alınan yazılarda, yazılı, sözlü, görüntülü basında ve sosyal medyada en çok kullanılan ortak kelime “Demokrasi” sözcüğü oldu.

Bu kelime bana, neredeyse 11 yıl önce, emekli olmama on gün kala (22.7.2013),  

Türkiye Belediyeler Birliği Baş Danışmanı olarak kısa süreliğine görev yaptığım sırada anılan kuruluşun Genel Sekreterine yazdığım Servis Notunu anımsattı.

Bakın neler yazmışım. İlginç bulacağınıza eminim.

“SERVİS NOTU

Kimden: Ahmet Rıfat ÖKÇÜN                                                                                   22.07.2013

Kime: Sayın Genel Sekreter

Konu: Demokrasi

Dağıtım: Takdirlerine

            19 Temmuz 2013 sabahı Dış İlişkiler Müdürlüğü görevlileri ile “ Belediyeler için Kardeş Şehir- İşbirlikleri Rehberi” taslağı üzerinde yapılan toplantıda “demokratik” kelimesi üzerinde uzun süre görüş teatisinde bulunuldu.

            Bu noktadan hareketle mezkür kelimenin kökenini oluşturan “demokrasi” kavramı üzerinde, ilgi çekeceğini düşündüğüm bazı mülahazalarımı sunmak istiyorum.

            Dışişleri Bakanlığındaki 43 yıllık meslek hayatım boyunca birçok kez “Demokrasinin beşiği Yunanistan” ifadesine tanık ve muhatab oldum. Özellikle Batılı “dostlarımız” kimi kez bizi eleştirirken, çoğu kez de batımızda yer alan komşumuzu savunurken hep bu ifadeyi öne sürerler: “Demokrasinin beşiği Yunanistan” …

            Oysa bu tümcenin, devenin verdiği cevap örneği, neresi doğru ki. Bir kere; demokrasinin beşikte olduğu dönemde Yunanistan diye bir devlet/ülke yok. Bugün Yunanistan olarak tanınan bölgede o günlerde şehir/polis devletleri var: Atina gibi, Sparta gibi. Saniyen o şehir/polis devletlerinde de bugün kullandığımız anlamda demokrasi yok. Yani Batılı “dostlarımız” iki “yok”u yanyana getirip bir “var” elde ediyorlar, sonra önümüze koyuyorlar.

            Nasıl mı?

            Önce demokrasinin tanımını hatırlayalım: “Tüm üye veya vatandaşların organizasyon veya devletin politikalarını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu yönetim biçimi “.

            Genel tanım bu olmasına bu da; tanımlamaya ilişkin tartışmalar günümüzde dahi hala sürüyor. Yani üzerinde küresel olarak uzlaşılmış bir tanımı yok demokrasinin.

            Milattan 300-400 yıl önce çıkmış ortaya. İki kelimeden oluşan bir birleşik isim tamlaması. Bu iki kelimeyi gayet iyi biliyoruz. Biri “demos” veya “dimos”; halk anlamında. Diğeri “kratos”; yönetim, iktidar manasında. İkisi birleşince “Demoskratos”; yani “ Halkın yönetimi/iktidarı” oluyor. Biz böyle biliyoruz, değil mi?

            Hayır Efendim, öyle değil.

            “Dimos/Demos” eski Yunancada “Halk” değil “Yurttaş” anlamında kullanılıyor. Bu durumda da “ Demoskratos” halkın değil, “Yurttaşların Yönetimi/İktidarı” oluyor.

            Peki, fark ne?

Fark şu:

“Halk” bir yerde yaşayan ahalinin tümü. “Yurttaş” ise o ahalinin belirli/özel haklara sahip olan bölümü (Yurttaşın sözlük anlamı “bir memleketin mensubu/vatandaş” olmakla birlikte burada kullanılan normatif ve ayırıcı anlamı “politik süreçlere tam ve eşit katılma hakkına sahip kişiler” şeklindedir).

Şimdi “demokrasi”nin ilk çıktığı dönemde Atina Şehir (Polis) Devletinin demografik yapısına bir göz atalım.

Toplam nüfus, yani bu devlette yaşayan halkın toplamı yaklaşık 430 bin kişi.

Bunlardan 400 bini köle.

10 bin kadarı “meteikos”, yani yabancı

Kalan 20 bin kişi ise “demos”, yani yurttaş.

Bu durumda “demos/yurttaş” kategorisine girenler toplam nüfusun/halkın %5’i bile etmiyor.

Üstelik bu 20 bin “demos” un da sadece bir bölümünün siyasi hakları var.

Bir kere çocuklar ve (bana kızmayın, eski Atinalılara kızın) “ebedi çocuk” sayılan ve yaşamları boyunca bir “kuros”un, yani “veli”nin yönetimi altında bulunan kadınların siyasi hakları yok. Bu konuda bir istatistike rastlamadım ama ortalama/kararlama bir hesapla çocuk ve kadınları çıkardığımızda “demos”ların oranı %2’ye iniyor, yani yuvarlak hesap 8 bin desek az değil fazla bile söylemiş oluruz.

Bu kadarla kalsa yine iyi.

Bu %2/8 bin “demos”da servet farklılıklarına göre 4 sınıfa ayrılıyor. Bunlardan sadece ilk 2 sınıfta yer alanların siyasi hakları var. Rakamlar bu iki sınıftakilerin toplam sayısının azami 2000-2500 kişi arasında olduğunu gösteriyor. Oransal olarak bakarsak toplam nüfusun yüzde yarımı kadar.

Bir başka ifade ile “demokrasinin beşiği’ nde halkın yönetimi halkın değil, halkın sadece yüzde yarımını oluşturan, siyasi haklara sahip yurttaşların, yani “demos”un elindeydi.

Aslında gerçek oran yüzde yarımın da altındaydı. Zira gerçek “demos” olabilmek için yukarıdakilere ilaveten 4 şart daha gerekiyordu:

  • 18 yaşını bitirdikten sonra 2 yıl askerlik yapmış olmak,
  • Borcu bulunmamak,
  • Savaşta kalkanını atmamış olmak, ve …
  • Anne ve babasını dövmemiş olmak.

İşte sadece bu şartları haiz kişiler siyasi haklara sahipti ve hepsi, artık kaç kişi kaldıysalar, birlikte bir dağın tepesinde oturarak oluşturdukları “Meclis”te “kratos” görevini yerine getiriyorlardı.

            Eflatun ise “demos”u bir başka şekilde, insan uzviyetinde bulunan yönetici zeka, iradi enerji ve maddi hayata tahsis edilen kısımlar gibi sınıflara ayırıyordu. Zekayı hakimler sınıfının, iradi enerjiyi muharipler sınıfının temsil ettiğini, tarımsal ve sınai üretimin ise siyasi haklardan mahrum olan üçüncü sınıfa ait olduğunu düşünüyordu.

            Daha sonraları üç maden felsefesi geliştirildi ve “demos”; “altın adamlar”, “gümüş adamlar” ve siyasal hakları olmayan “bakır adamlar” olarak sınıflandırıldı.

            Demek ki, eski Yunan şehir devletlerinde insanlar daima sınıflara ayrılıyor, “demokrasi” yani, “halkın yönetimi” halka değil, halkın belirli bir kısmına ait oluyordu.

            Tüm bunlar bize “demokrasinin beşiğinde”, aslında “beşik”in daha doğrusu içindeki “bebek”in çok küçük olduğunu gösteriyor. Üstelik “beşik de, “bebek” de asırlar boyu büyümedi de.

            Fransız bayrağındaki üç renk ile temsil olunan, 1789 ihtilalinin sloganı “liberte, egalite, fraternite (özgürlük, eşitlik, kardeşlik)”de demokrasiyi tüm halka teşmil edemedi; herkese ”citoyen” oldu ama sadece belirli miktarda vergi veren “vatandaşlara” a oy hakkı tanındı.

            Atina ve o yöredeki şehir devletlerinin “daimi çocuk” saydığı kadınlara seçme hakkı ancak 19. Yüzyıl sonlarında (1893 Yeni Zelanda)tanınabildi. Kadınların siyasal sürece tam katılımlarını görebilmek için daha yıllarca beklemek gerekti (Türkiye’de kadınlara siyasal hakların 1930’dan itibaren verilmeye başlandığı, 1934’te de seçme ve seçilme hakkı tanındığı; Medeni Kanunu aldığımız İsviçre’de ise bu hakkın ancak 1971’de sağlandığı malumlarıdır).

            ABD’de siyah ırka 1960’lara kadar, Güney Afrika’da 1994’e kadar oy kullanma hakkı verilmedi. Örnekleri arttırmak, hatta gelişmekte olan/az gelişmiş ülkeler ele alındığında, günümüze kadar getirmek mümkün.

“Beşik”, daha doğrusu içindeki “bebek” dünyanın bir çok yerinde daha hala emekleme çağında. Ne, mutlu ki biz, büyüdüğünü gören şanslı azınlık içindeyiz.

Takdirlerine sunulur.”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.