Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ - 2

(Kaldığımız yerden devam) Resepsiyonun verileceği salona girdik. Yanımdaki hanım pek güzel ve çok alımlı olduğundan etrafımızı hemen Ankara kordiplomatiğinin tüm bekar erkekleri sardı. Hani bala konan sinekler, böcekler  gibi. Bir yandan böyle bir kız arkadaşım olduğu için gururlanıyorum, etrafa mağrur gözlerle bakıyorum, öte yandan da bu kadar erkeğin kıza musallat olmasından kıskançlık duygularım “pik yapıyor. Büyükelçilik, ikramları  “az fakat öz” tutmaya itina göstermiş. İçecek olarak sadece Rus votkası sunuyorlar, atıştırmalık olarak da Rus havyarlı kanepe ikram ediyorlar. Ben içki içmeyi pek beceremem. Ancak, kız arkadaşıma musallat olan “haşarat”tan geri  kalmamak için iki minik kadeh votka içtim. Sek. ….Vaaay canına, kendimi tutmasam  Nilüfer’in  “Dünya dönüyor, dönüyor” şarkısını söyleyeceğim. Vaktin nasıl geçtiğinin, konukların çoğunun gittiğinin farkına varamadım. Birden kız arkadaşımın etrafındaki çember yarıldı, içine, peşinde ızbandut sürüsü takılmış bir adam girdi. Kısa boylu, tıknaz, kruvaze ceketli, (muhtemelen boyalı) simsiyah saçlarını arkaya doğru yapıştırarak  taramış, 60 küsur yaşlarında, yakasında orak-çekiçli rozet taşıyan, göğsünün sol yanı şıkır şıkır madalyalarla donanmış bir adam.. Abooov…bu zat ı muhterem Rus Büyükelçisi olsa gerek. Hani , dalgaya gelip konuşmayı unuttuğum kişi… “Mr.Ökçün” dedi Rus Büyükelçisi “Türkiye’yi temsilen Milli Günümüzü şereflendirmenizden büyük onur duydum. Memnuniyetimi birazdan Moskova’ya bildireceğim”. Adam  basbayağı dalga geçiyor ama bozuntuya vermedim “ Ben de bilmukabele, burada bulunmaktan ve sizinle konuşmaktan onur duydum Ekselans” dedim. Vay be, iki kadeh votkaya rağmen böyle konuşabildiğim için aslında kendimle gurur duymalıydım. Rus Büyükelçisi “Mr. Ökçün, bu jestinize karşılık ben de bir jest yapmak isterim. Aslında bu bir müsabaka olacak. Milli içkimiz olan votka içme müsabakası. Katılırsanız Devletimizi daha da onurlandırmış olacaksınız” dedi, pis pis gülümseyerek. “İşte şimdi yandık” diye düşündüm, katılırsam rezil olacağım, katılmazsam SSCB’ye ayıp edeceğim. Adam beni mandepsiye bastırmıştı. Su gibi alkol tüketen İsveçli kız arkadaşım ile aynı tüketim kapasitesine  sahip  Finlandiya Büyükelçiliğinden bir diplomat,Kübalı Meksikalı diplomatlar ve 5-6 Rus, on kişi kadar yarışmacı olduk. Büyükelçi servis yapan Rus garsonlardan birine “zbaroski, prokonoski…” gibilerden bir şeyler söyledi. Garson aslında bir kadın ama muhtemelen günde iki kez traş olan, çatık kaşlı,  pankreas güreşçisi gibi bir şey. Ankara’ya tayin olmadan evvel büyük ihtimalle Gulag Takımadalarındaki hapishanelerde gardiyanlık yapıyordu. Rap, rap, rap gitti. Az sonra ellerinde tepsiler taşıyan on kadar kadın gardiyanla, pardon garsonla döndü. Her garson bir yarışmacının önünde duruyordu. Ellerindeki tepside de bir bardak sek votka. Evet yanlış okumadınız “bir kadeh” değil, “bir bardak” yazdım.  Tepeleme votka dolu bir limonata bardağı. Daha bakarken midem ağzıma geldi. Buna rağmen “Yahu Cennetkuşu Ahmet” diye düşündüm “Vatan,  Millet , Sakarya, sen de bunu bir dikişte içmezsen…..(burasını basın ahlak kuralları gereğince sansürledim)” Rus Büyükelçi “Adin, dva, tri” derdemez bardakları kapıp kafaya diktik. Kulaklarımdan, burnumdan ve vücudumdaki diğer egzoz noktalarından alev çıkıyor. Ağızım, boğazım yanıyor, yemek borum, midem kavruluyor, daha aşağısını ise hiç sormayın. Votkayı  bir hamlede  yutup bardağı tak diye tepsiye  bıraktım. Benden bir saniye sonra İsveçli arkadaşım bardağını tepsiye çaktı.Ardından diğer yarışmacılar da. Kazanmıştım. Neredeyse zil takıp oynayacaktım ama zorlukla ayakta duruyordum, ağzımı  açmaya korkuyordum. Rus Büyükelçisi şaşırmıştı. Amacın ulaşamamanın hayal kırıklığı içindeydi. Gulag’lı garson kadına bir emir daha verdi bağırarak. Sonra bana döndü“ Mr.Ökçün, kazandınız, tebrik ederim, şimdi takdim edeceğim armağanı da kabul buyurunuz, lütfen”şeklinde inledi. Gardiyan rap, rap, rap gitti; rap, rap, döndü. Elindeki tepsinin içinde kazandığım armağan duruyordu…… ……………yani bir bardak daha sek viski…. Sırıtarak bardağı aldım, havaya kaldırıp herkesi selamladım….sonra kafaya diktim… Artık hareketlerime hakim değildim…bardağı tak diye tepsiye bırakacağıma arkamda kim bulunuyor, ne var diye bakmadan başımın üzerinden geriye doğru fırlattım. Bence o anda salonun kapısından içeri, tek sıra halinde ve yüzlerinde sahte birer gülümsemeyle Kızıl Ordu Korosu  girmeli ve Kalinka’yı söylemeliydi. Ben de kazaska oynamaya başlamalıydım. Heyhat, hiç birisi olmadı. Sadece Sovyet Büyükelçisinin arkasını dönüp peşindeki ızbandutlarla birlikte yanımızdan ayrıldığını hayal meyal fark edebildim. Kız arkadaşım koluma girdi ve “Ey Gaziler yol göründü” türküsünü mırıldanmakta olan bendenizi binadan  çıkardı… Dışarda mevsimin ilk karı yağıyordu. Arkadaşım beni havuzun kenarına oturttu ve bina dışına parkettiği arabasını alıp gelene kadar beklememi tenbihledi. Birden midemin ağzıma geldiğini farkettim. Havuza doğru döndüm. Süs balıkları sanki toplanmış bana bakıyorlardı. Ben de onlara içimi boşalttım. MG’nin sert bir frenle durduğunu farkettim. Arkadaşım arabadan fırlarken kendi lisanında bir şeyler  söylüyordu. Küfür mü ediyordu, “fesuphanallah” mı diyordu bilemiyorum. Geldi beni, dizlerime kadar battığım havuzdan çıkardı. Meğer balıklara içimi dökeyim derken havuza girmişim….. Eve giderken yolda, ertesi sabah Büyükelçilik müstahdeminin havuzun halini görünce neler yapacağını düşünerek kıs kıs gülüyordum. Ertesi sabah uyandığımda omuzlarımın üstünde kafamın bulunmadığını farkettim. Yerine  bir kazan koymuşlardı sanki. Güç halle işime gittim. Odama vardığımda kapıyı kilitleyip biraz  daha uyuyabilmek için misafir  koltuğuna  tam yerleşmeye çalışıyordum ki o münasebetsiz telefon çalmaya başladı. Zorlukla kalkıp açtım ve “alo” diye inledim. Protokol dairesindeki arkadaşım, Genel Müdürün derhal beni görmek istediğini söyledi.  Eyvah şimdi yanmıştım. Elimi üzümü yıkayıp, ceketimi, kravatımı düzelttikten  sonra makama vardım. Paparaya hazırdım. Protokol Genel Müdürü, beklediğimin aksine, beni gülerek karşıladı. “Aferin Evlat” dedi “Rus Büyükelçisinin hakkından gelmişsin. Üstelik  yediğini içtiğini de oradan ayrılmadan önce iade etmişsin”. Şaşırmıştım. “Ama Efendim, siz bunları nereden biliyorsunuz ?”. “Ne kadar aptalca bir soru” dercesine yüzüme baktı ve sonra”Bizim de kendi imkanlarımız var, ileride öğrenirsin” dedi. Tam kapıdan çıkacakken ilave etti “Slivovitz sever misin? Haftaya Bulgaristan Büyükelçiliğinde bir resepsiyon var”….                      
Ekleme Tarihi: 10 Ekim 2023 - Salı

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ - 2

(Kaldığımız yerden devam)

Resepsiyonun verileceği salona girdik. Yanımdaki hanım pek güzel ve çok alımlı olduğundan etrafımızı hemen Ankara kordiplomatiğinin tüm bekar erkekleri sardı. Hani bala konan sinekler, böcekler  gibi. Bir yandan böyle bir kız arkadaşım olduğu için gururlanıyorum, etrafa mağrur gözlerle bakıyorum, öte yandan da bu kadar erkeğin kıza musallat olmasından kıskançlık duygularım “pik yapıyor.

Büyükelçilik, ikramları  “az fakat öz” tutmaya itina göstermiş. İçecek olarak sadece Rus votkası sunuyorlar, atıştırmalık olarak da Rus havyarlı kanepe ikram ediyorlar.

Ben içki içmeyi pek beceremem. Ancak, kız arkadaşıma musallat olan “haşarat”tan geri  kalmamak için iki minik kadeh votka içtim. Sek. ….Vaaay canına, kendimi tutmasam  Nilüfer’in  “Dünya dönüyor, dönüyor” şarkısını söyleyeceğim.

Vaktin nasıl geçtiğinin, konukların çoğunun gittiğinin farkına varamadım. Birden kız arkadaşımın etrafındaki çember yarıldı, içine, peşinde ızbandut sürüsü takılmış bir adam girdi. Kısa boylu, tıknaz, kruvaze ceketli, (muhtemelen boyalı) simsiyah saçlarını arkaya doğru yapıştırarak  taramış, 60 küsur yaşlarında, yakasında orak-çekiçli rozet taşıyan, göğsünün sol yanı şıkır şıkır madalyalarla donanmış bir adam..

Abooov…bu zat ı muhterem Rus Büyükelçisi olsa gerek. Hani , dalgaya gelip konuşmayı unuttuğum kişi…

“Mr.Ökçün” dedi Rus Büyükelçisi “Türkiye’yi temsilen Milli Günümüzü şereflendirmenizden büyük onur duydum. Memnuniyetimi birazdan Moskova’ya bildireceğim”. Adam  basbayağı dalga geçiyor ama bozuntuya vermedim “ Ben de bilmukabele, burada bulunmaktan ve sizinle konuşmaktan onur duydum Ekselans” dedim. Vay be, iki kadeh votkaya rağmen böyle konuşabildiğim için aslında kendimle gurur duymalıydım.

Rus Büyükelçisi “Mr. Ökçün, bu jestinize karşılık ben de bir jest yapmak isterim. Aslında bu bir müsabaka olacak. Milli içkimiz olan votka içme müsabakası. Katılırsanız Devletimizi daha da onurlandırmış olacaksınız” dedi, pis pis gülümseyerek.

“İşte şimdi yandık” diye düşündüm, katılırsam rezil olacağım, katılmazsam SSCB’ye ayıp edeceğim. Adam beni mandepsiye bastırmıştı.

Su gibi alkol tüketen İsveçli kız arkadaşım ile aynı tüketim kapasitesine  sahip  Finlandiya Büyükelçiliğinden bir diplomat,Kübalı Meksikalı diplomatlar ve 5-6 Rus, on kişi kadar yarışmacı olduk. Büyükelçi servis yapan Rus garsonlardan birine “zbaroski, prokonoski…” gibilerden bir şeyler söyledi. Garson aslında bir kadın ama muhtemelen günde iki kez traş olan, çatık kaşlı,  pankreas güreşçisi gibi bir şey. Ankara’ya tayin olmadan evvel büyük ihtimalle Gulag Takımadalarındaki hapishanelerde gardiyanlık yapıyordu. Rap, rap, rap gitti. Az sonra ellerinde tepsiler taşıyan on kadar kadın gardiyanla, pardon garsonla döndü. Her garson bir yarışmacının önünde duruyordu. Ellerindeki tepside de bir bardak sek votka.

Evet yanlış okumadınız “bir kadeh” değil, “bir bardak” yazdım.  Tepeleme votka dolu bir limonata bardağı. Daha bakarken midem ağzıma geldi. Buna rağmen “Yahu Cennetkuşu Ahmet” diye düşündüm “Vatan,  Millet , Sakarya, sen de bunu bir dikişte içmezsen…..(burasını basın ahlak kuralları gereğince sansürledim)”

Rus Büyükelçi “Adin, dva, tri” derdemez bardakları kapıp kafaya diktik. Kulaklarımdan, burnumdan ve vücudumdaki diğer egzoz noktalarından alev çıkıyor. Ağızım, boğazım yanıyor, yemek borum, midem kavruluyor, daha aşağısını ise hiç sormayın.

Votkayı  bir hamlede  yutup bardağı tak diye tepsiye  bıraktım. Benden bir saniye sonra İsveçli arkadaşım bardağını tepsiye çaktı.Ardından diğer yarışmacılar da.

Kazanmıştım. Neredeyse zil takıp oynayacaktım ama zorlukla ayakta duruyordum, ağzımı  açmaya korkuyordum.

Rus Büyükelçisi şaşırmıştı. Amacın ulaşamamanın hayal kırıklığı içindeydi. Gulag’lı garson kadına bir emir daha verdi bağırarak. Sonra bana döndü“ Mr.Ökçün, kazandınız, tebrik ederim, şimdi takdim edeceğim armağanı da kabul buyurunuz, lütfen”şeklinde inledi.

Gardiyan rap, rap, rap gitti; rap, rap, döndü.

Elindeki tepsinin içinde kazandığım armağan duruyordu……

……………yani bir bardak daha sek viski….

Sırıtarak bardağı aldım, havaya kaldırıp herkesi selamladım….sonra kafaya diktim…

Artık hareketlerime hakim değildim…bardağı tak diye tepsiye bırakacağıma arkamda kim bulunuyor, ne var diye bakmadan başımın üzerinden geriye doğru fırlattım.

Bence o anda salonun kapısından içeri, tek sıra halinde ve yüzlerinde sahte birer gülümsemeyle Kızıl Ordu Korosu  girmeli ve Kalinka’yı söylemeliydi. Ben de kazaska oynamaya başlamalıydım.

Heyhat, hiç birisi olmadı. Sadece Sovyet Büyükelçisinin arkasını dönüp peşindeki ızbandutlarla birlikte yanımızdan ayrıldığını hayal meyal fark edebildim.

Kız arkadaşım koluma girdi ve “Ey Gaziler yol göründü” türküsünü mırıldanmakta olan bendenizi binadan  çıkardı…

Dışarda mevsimin ilk karı yağıyordu.

Arkadaşım beni havuzun kenarına oturttu ve bina dışına parkettiği arabasını alıp gelene kadar beklememi tenbihledi.

Birden midemin ağzıma geldiğini farkettim. Havuza doğru döndüm. Süs balıkları sanki toplanmış bana bakıyorlardı. Ben de onlara içimi boşalttım.

MG’nin sert bir frenle durduğunu farkettim. Arkadaşım arabadan fırlarken kendi lisanında bir şeyler  söylüyordu. Küfür mü ediyordu, “fesuphanallah” mı diyordu bilemiyorum.

Geldi beni, dizlerime kadar battığım havuzdan çıkardı. Meğer balıklara içimi dökeyim derken havuza girmişim…..

Eve giderken yolda, ertesi sabah Büyükelçilik müstahdeminin havuzun halini görünce neler yapacağını düşünerek kıs kıs gülüyordum.

Ertesi sabah uyandığımda omuzlarımın üstünde kafamın bulunmadığını farkettim. Yerine  bir kazan koymuşlardı sanki.

Güç halle işime gittim. Odama vardığımda kapıyı kilitleyip biraz  daha uyuyabilmek için misafir  koltuğuna  tam yerleşmeye çalışıyordum ki o münasebetsiz telefon çalmaya başladı.

Zorlukla kalkıp açtım ve “alo” diye inledim.

Protokol dairesindeki arkadaşım, Genel Müdürün derhal beni görmek istediğini söyledi. 

Eyvah şimdi yanmıştım.

Elimi üzümü yıkayıp, ceketimi, kravatımı düzelttikten  sonra makama vardım. Paparaya hazırdım.

Protokol Genel Müdürü, beklediğimin aksine, beni gülerek karşıladı. “Aferin Evlat” dedi “Rus Büyükelçisinin hakkından gelmişsin. Üstelik  yediğini içtiğini de oradan ayrılmadan önce iade etmişsin”.

Şaşırmıştım. “Ama Efendim, siz bunları nereden biliyorsunuz ?”.

“Ne kadar aptalca bir soru” dercesine yüzüme baktı ve sonra”Bizim de kendi imkanlarımız var, ileride öğrenirsin” dedi.

Tam kapıdan çıkacakken ilave etti “Slivovitz sever misin? Haftaya Bulgaristan Büyükelçiliğinde bir resepsiyon var”….

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.