Çok sevgili bir dostum “Burhan Pazarlama “ başlıklı yazımın ilk bölümünde anlattığım vapur yolculuğunu pek beğendiğini belirtti. Ben de, hem o nedenle, hem de Londra'daki işlerimi yoluna koyabilmek için biraz ilave vakit kazanabilmek amacıyla eski yazılarımdan birini daha Ulus Gazetesine yolladım.
13 Ekim 2024 tarihinde online Ulus Gazetesinde yayınlanmasını umduğum “Haydar Paşa” başlıklı bu yazıyı taa 5 yıl önce 17 Ekim 2019’da “ Geyik Muhabbeti” grubundaki arkadaşlarım için kaleme almışım (“tuşlara almışım” demek daha mı uygun olurdu acaba?).
5 yıldır naftalinler içinde kalmış bu “Geyiklemeyi” bakalım beğenecek misiniz?
“A evet, hatırlıyorum” diyecek misiniz?
……………………………….
Haydar Paşa
Ben aslında köylüyüm. Kadıköy'lü. Hani o gurbetten memleketine dönen garibin '' Nevşehir'e şehir diyenin, Kadıköy'e köy diyenin...''diye bahsettiği köydenim.
Bir kaç ay önce Kadıköy'deydim. İşlerimden vakit bulduğumda atladım bir başka köye, Karaköy'e giden şehir hatları vapuruna. Üst güverteye çıktım. Bir de çay söyledim. Oooh, gel keyfim gel.
Vapur süzüle süzüle Kadıköy'ün sembolü haline gelen muhteşem tarihi yapıların önünden geçiyordu. Haydarpaşa Gar Binası, Haydarpaşa Askeri Hastanesi, Haydarpaşa Lisesi...
Dalmış gitmişim..
Kimdir bu güzel, ikonik binalara ve bunların yer aldığı semte ismi verilen Haydar Paşa, bilir misiniz?
Aslında Osmanlı tarihinde yer almış iki Haydar Paşa var, benim bildiğim kadarıyla. Biri 2.Selim'e Sadrazamlık, Vezirlik, ordu komutanlığı yapmış olan Haydar Paşa. Adını Romanya'da görevliyken duymuştum. Romenler kasıla kasıla anlatırlardı: ''Sizin, Sinan Paşa komutasındaki ordunuzu 1500'lü yılların başında nasıl da yenmiştik'' diye. Gerçekten de tarihlerinde bir kere bizi yenmişlerdi. O da Tuna'yı geçip Eflak içerilerine doğru ilerleyen ve yanındaki tecrübeli Haydar Paşayı dinlemeyip stratejik hatalar yapan Sinan Paşayı.
Tarihteki, benim bildiğim ikinci Haydar Paşa ise 3.Selim zamanında, yani 1700'lerin sonu ile 1800'lerin başlarında yaşamış, tarihte iz bırakacak pek bir şey yapmamış olan Haydar Paşa. Peki, nasıl olmuş da bu silik paşanın adı o muhteşem yapılara verilmiş?
Bu Paşanın tek başarısı 3.Selim'in yaptırdığı, zamanının en görkemli askeri binalarından olan Selimiye Kışlasının inşasına katkı yapması. Bu hususta iki rivayet var. Birinci rivayete göre Paşa Kışla inşasına nasıl bir katkı yaptıysa artık, Sultan 3. Selim o kadar memnun kalmış ki bugün Haydar Paşa adı ile anılan semti teşkil eden araziyi ona bağışlamış. İkinci rivayete göre de Paşa aslında o bölgenin zaten sahibiymiş de inşa edildiği araziyi bağışlayarak Selimiye Kışlasının yapımına katkıda bulunmuş.
İyi de bu bahsettiğim yapılar Haydar Paşadan yaklaşık bir asır sonra inşa edilmiş, 2.Abdülhamid döneminde. “Nasıl oluyor da bunlara Haydar Paşanın adı veriliyor ?” diye soruyorsunuz değil mi ? Cevabı basit: bu isimler Haydar Paşanın kendisinden dolayı değil, yapıldıkları semtin adından dolayı veriliyor. Hani örneğin, Davutpaşa lisesine bu adın, Davut Paşadan değil de yapıldığı semtten dolayı verilmesi gibi. Böylece tarihe iz bırakacak hiç bir iş yapmamasına rağmen Haydar Paşanın ismi, yaşamından 100 yıl sonra tarihe geçiyor ve kim bilir daha kaç yüzyıl orada kalacak.
Adamın şansına bak.
Dalmış gitmişim bunları düşünürken. Elimdeki çay soğumuş bile. Vapurumuz Kızkulesi önlerine gelmiş. İstanbul'u seyrediyorum. güneşin ışıkları altında yıkanan bu güzel şehiri. Yıllardır elimizden gelen her fenalığı yapmamıza rağmen güzelliğini, asaletini bozamadığımız bu şehri.
Birden aklıma bir isim geldi: Erkan Özerman. Tanırsınız bu ismi, değil mi? Hani şu Fransa ile sıkı bağları, ilişkileri bulunan emprezaryoyu. 1980'lerin başlarındaydı galiba. Mösyö Özerman İstanbul'da bir film mi çekecekti yoksa bir oyun mu sahneye koyacaktı, aklımdan çıkmış, orada oynatacağı veya şarkı söyleteceği üçüncü sınıf bir Fransız ''yıldızı'' (!) getirmişti İstanbul'a.
Müthiş bir PR'cıydı Erkan Bey, malını nasıl pazarlayacağını, satacağını iyi bilirdi. Bu erotik yıldızın (!) soyadından faydalanıp muhteşem bir masal yazıverdi. Tom Jones'un o unutulmaz şarkısındaki (Delilah değil tabii) ''Sex bomb, sex bomb'' gibi olan bu starın (!) ismi Catherine, soyadı da Haydar'dı. Catherine Haydar, yani Haydarpaşa Garını yaptıran Haydar Paşanın torununun gelini... Yerseniz tabii. Yedik. Bütün Türkiye yedi.
Bir Fransız fotografçısının eşiydi Christine. Adamın adı tipik bir fransız adyıdı ama soyadı, nereden, nasıl almışsa artık, gerçekten de Haydar'dı. Bay Haydar, öyle Ara Güler gibi bir fotoğraf sanatçısı falan değildi, basbayağı erotik resimler çeken ve bunları satarak geçimini sağlayan bir kişiydi. Fotoğraf dünyasına en büyük katkısı (!) ''Sex bomb, sex bomb'' karısı Catherine'nin çektiği çırılçıplak fotoğraflarının Penthouse dergisinde yayınlanmasıydı. Evet bu pe……pardon fotografçı, karışının çırılçıplak fotoğraflarını çekip satıyordu. (Basın ahlak kurallarını ihlal etmemek için “pe” diye başlayıp sonunu getiremediğim kelimenin kaynağı hakkında iki görüş vardır. Biri bu sözcüğün Ermenice kökenden geldiğini savunur. Benim de inandığım ikinci teze göre ise kelime Farsçada, daha da spesifik olarak Azeri Farsçasında “ yol gösteren, kılavuzluk eden kişi “ anlamına gelir.
Fotoğrafçılık dünyasında bu gibi “pe”ler….pardon fotografçılar az da değildir hani. Aklıma ilk gelenlerden biri de John Derek'tir. Bu “pe”……pardon sanatçı (!) da dünyalar güzeli karısı Bo Derek'in çırılçıplak fotograflarını çekmiş ve Playboy'a satmıştır.
Ne diyorduk?
Gerçekten de 200 yıl kadar önce yaşamış Haydar Paşanın torununun gelini dahi olsa yüz yaşını geçmiş olması gereken Christine, büyük kayınpederinin (!) adını taşıyan Haydarpaşa :Garı önünde hürmetle eğilirken (!) Mösyö Özerman’ın ayarladığı gazete fotografçılarına verdiği pozlarla bir yandan göğüslerini, öte yandan baldır bacağını Türk erkeklerinin temaşasına iletmeleri cömertliğini sunuyordu. Gerçekten de ''Hökümet gibi avrat''tı bu sarışın bomba. Türkiye birbirine girdi. Kadına şarkı mı söyletmediler, plak mı yaptırmadılar, gazinolara mı çıkarmadılar, gazetelerde ve o biçim dergilerde sayfa sayfa o biçim resimlerini mi yayınlamadılar. O tarihlerde beyaz perdemizi önde gelen tüm jönleri bu hanımla film çekmek için kuyruğa girdiler. Kim bilir daha kimlerle ne gibi filmler çekmiştir bu hanım, yani ''Milli Gelinimiz'' Christine Haydar, Türkiye'de kaldığı süre zarfında.
Vurgunu vurmuştu Mösyö Özerman
Ve tabii, karı-koca Haydarlar..
Böylece, yaşarken elle tutulur hiç bir şey yapmayan Haydar Paşa tarihe, sadece ölümünden yaklaşık bir asır sonra adı verilen binalar ile geçmekle kalmadı, yaklaşık bir asır daha sonra da gelini ile bir kez daha tarihe geçme başarısını yakaladı.
Ne diyeyim; tarihi seviyorum işte.
Vapurum Karaköy'e yanaşıyordu. Yavaşça yerimden kalktım...