“Anadolu Ne Demek”, “Trakya Ne Demek”, “Rumeli Ne Demek”
trilojisinin (üçlemesinin) beğenilmesinin verdiği haz ve şımarıklıkla bu yazı dizisini tetralojiye (dörtlemeye) dönüştüreyim de tamam olsun bari diye düşündüm ve “Ege Ne Demek” konusunu çala kalem (veya çala bilgisayar tuşu) yazmaya karar verdim.
Bakınız nasıl bir yazı çıktı ortaya.
……………………
“Ege”, Türkiye’de çocuklara, özellikle erkek çocuklarına sıklıkla verilen bir isim. Eminim, sizlerin de Ege adını taşıyan tanıdıklarınız vardır.
Bu adı çocuklarına veren ana-babalar herhalde Ege Denizinin muhteşem lacivertinden, bembeyaz dalgalarından, pırıl pırıl güneşinden, insanı okşayan melteminden, imbatından, Bölgenin rengarenk zakkumlarından , damak çatlatan üzümünden, incirinden, balığından, balından , zeytininden, faunasından, florasından, yüzü gülen aydın insanından, ,tarihe beşiklik etmesinden, efesinden, zeybeğinden, çamından , çimeninden, rayihasından etkilenmiş, esinlenmişlerdir.
Çoğunun aklına “Ege Ne Demek ” sorusu, bu ismin nereden çıktığı, kökeni gibi hususlar gelmemiştir.
Tom Cruise “Görevimiz Tehlike” derken biz de “Görevimiz İşgüzarlık, Ukalalık, Bilgiçlik Taslama” deyip anlatmaya başlayalım,
……… bilenlerin hoşgörüsüne sığınarak.
O dönemde sinama yok, Netfliks yok, fenomenler yok,Tiktok yok.
N’aapsın eski Yunanlılar, oturup hikayeler yazmışlar, uydurmuşlar…...mitolojik öyküler. Hepsinde tanrılar var. . Çoğunda baş roldeler. Yunanlıların tanrılarının biz insancıklardan farkları yok. Erkeği var, kadını var, yarım porsiyon tanrı olanları var, yarısı hayvan yarısı insan olanları var, iyileri var, kötüleri var, güzelleri var, çirkinleri var, aşk, öfke, cinayet, yok yok yani. Tanrıların çoğu kıskanç, kindar, intikamcı, cezalandırıcı, seks güdüleri ağır basıyor, hatta ana baba evlat çocuk falan tanımıyorlar, kimin eli kimin cebinde, kim kimle ne yapıyor belli değil….. Her şeye bir tanrı yaratmışlar. Şarap için dahi tanrı yapmışlar. Dionysos. tasvirlerinde yüzü biraz peltek, biraz mütebessim, gözleri hafiften kaymış, don paça yarı çıplak, koca göbek birini görürseniz biliniz ki karşınızda Dionysos bulunuyor, ayakta duramayacak halde olduğundan yarı uzanmış halde.
(Ara not: şarap tanrısı pek popüler olmalı; Romalıların da şarap tanrısı var, zadın adına Baküs demişler)
Her Amerikan filminde tanrının buyruğuymuş gibi dakikalar süren anlamsız, gereksiz araba kovalamacaları olduğu gibi Yunan mitolojisi de acılarla, facialarla, keder ve üzüntüyle dolu oluyor genellikle. Hani “Yunan tragedyası” deyimini boşuna söylememişler.
İşte “Ege” mitolojisi de tam böyle bir şey.
Atina’nın bir kralı var. Adı Aegeus…..yani Ege. Kentteki bir eğlenceye , festivale Girit Kralının oğlu da katılıyor. Ama ne olduysa oluyor ve delikanlı ölüyor. Girit Kralı küplere biniyor lakin oğlunu geri getirmenin çaresi yok. Atina Kralına haber gönderip
kan beddli olarak kendi Krallığının yarı insan, yarı boğa tanrısına her yıl 7 oğlan, 7 kız yollamasını istiyor.
(Ara not: şimdi biraz münafıklık etmenin tam da zamanı. Öncelikle o insan- hayvan karışımı tanrının alt tarafı mı boğa, üst tarafı mı bilmiyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsanız ben de aynı düşüncedeyim. Saniyen, Girit Kralının bu oğlanları, kızları o ilginç anatomiye sahip tanrısı için mi , yoksa bu bahane ile kendisi için mi istediğini de bilemiyorum. Salisen, 7 + 7 gencin bakire olup olmadıkları hakkında da hiç bir fikrim yok. Yorumu sizler bırakıyorum. Atina Kralının kafası atıyor….”Böyle bir kan bedeli de olur muymuş canım”. Kendi. oğlunu çağırıyor. “Bak evladım” diyor. “Atla bir gemiye, git Girit’e , şu insan-boğanın kafasını kes, yani ‘kopsi kefali” yap geriye getir. Beceremezsen dönüşte gemine siyah bayrak çek, Becerirsen beyaz bayrak çek” diyor…”.ki oğlanlarla kızları senin için hazırlayayım, yabancıya gitmesin”….diye ekledi mi , eklemedi mi, bilmiyorum)
Hikaye , pardon mitoloji bu ya, oğlan biraz durgun zekalı olmalı ki yarı insan yarı hayvan Girit Tanrısını öldürmesine rağmen beyaz bayrak yerine yanlışlıkla kara bayrak çekiyor gemisine. Aegeus da karalar bağlıyor tabii. N’aapsın. Gidip kendini denize atıyor ve ölüyor.
İnsanlar de bundan öyle o Denize “Aegeus Pontus” adını veriyorlar.
Yerseniz.
(Ara notlar: -Pontus” eski yunancada “deniz” demek.
- Ayrıca, yine demek ki , o tarihe kadar o Denizin adı yokmuş.
-Ve yine demek ki Atina kralının adı bir başka isim , mesela. Bakesetas , Pelkas falan olsaymış biz de o denize ve evlatlarımıza bu isimleri verecekmişiz.
Üff, bu Ara Not pek saçma mı oldu, acaba?).
Peki, eski Yunanlılar buraya “ Aegeus Pontus “ derken başkaları ne diyor, ne düşünüyor?
Bazı coğrafyacılar bu ismin Luvice’den geldiğini ileri sürüyorlar.
Biz Türkler ise Anadolu’ya geldiğimizde bu denizi ilk kez 11.yüzyılda görmüşüz ve adına “Adalar Denizi” demişiz.
Osmanlılarda kullanılan ismi ise “Cezqir i Bahri sefid”, veya “Cezair i bahri Garp” (Cezair = adalar; bahr = deniz; sefid=beyaz;; garb = batı).
Batı devletlerinin kullandığı “Ege” adını ise, belki inanmayacaksınız ma, 1940’ları başlarında yapılan 1.Coğrafya kongresinden itibaren resmen kullanmaya başlamışız.
……………….
30 Ağustos 1922.
Başkomutanlık (Dumlupınar) Meydan Muhaberesi kazanılmış, yenilen Yunan Orduları İzmir’e doğru “yel gibi” kaçmaya başlamışlar.
Başkomutan Mustafa Kemal tarihe geçen o meşhur emrini veriyor “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir …İleriii”.
“Ege”den bahsederken bu konuyu açıklığa kavuşturma ihtiyacı hissettim.
Eşsiz asker Mustafa Kemal İzmir’in Akdeniz’de olmadığını bilmiyor muydu? Coğrafya bilgisi bu kadar zayıf mıydı? Yoksa tarih bilgisinin de çok güçlü olduğunu mu tebarüz ettirmek istemişti ?
Uzun zamandır sesi sedası çıkmayan eski Okul Arkadaşım, sen ne diyorsun bu işe?
………………………
Eski Türk (ve tabii ki Mogol) boylarında yönler 5 ana renk ile gösterilirdi, adlandırılırdı. Merkez “Sarı” ,idi….altın gibi parlak, değerli. Doğu “Mavi” idi…güneşin doğduğu, gökyüzünün masmavi olduğu istikamet. Batı için “Beyaz/Ak” kullanılırdı, (Batıya göç eden Hunlara Ak Hunlar denildiği gibi) Kuzey, karanlığı, soğuğu simgelemek üzere “siyah / kara” şeklinde adlandırılırdı Güneye ise ateşi, sıcaklığı gösteren “Kırmızı/ al” denirdi
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde çevredeki denizleri de buna göre adlandırdılar .
Anadolu “sarı” ile gösterildi.
Doğudaki Hazar Denizine Gökçe (gök rengi, mavi) Göl denildi
Batıda kalan denizin adı Akdeniz oldu.
Kuzeydeki de Karadeniz.
Ya Güney ? Oraya da Kızıldeniz denildi.
(Bana kimse Karadeniz’in 200 metre derinliğinden sonra hayat yoktur, onun için rengi siyahtır falan demesin. Oranın suları da masmavidir. Aynı şekilde Kızıldeniz’in adı, içindeki mercanlardan gelir de demeyin. Önce gidip bakın, mercanların denizin rengine bir etkisi var mı yok mu görün).
…………………..
Eşsiz, “one and only” Başkomutanımız, Mustafa Kemal Batı istikametini işaret ederken oraya Cezair i Bahri Garb, yahut Adalar Denizi, veya Ege Denizi denildiğini pekala biliyordu ama Anadolu’nun artık Türklerin Anayurdu olduğunu vurgulamak için geleneksel adını kullanmayı tercih etmişti.
…………………..
“Ne Demek” tetralojisini böylece tamamlamış olduk. Seriyi pentaloji, heksaloji şeklinde devam ettirmek, hatta daha da ileriye götürmek mümkün. Lakin, mevsimi olmadığından kışın sadece serada yetiştirilen kabak tadı vermekten endişe ederim . İyisi mi “Ne Demek”leri burada kesip haftaya başka bir konuyu ele alalım.