“Ne Demek” tetralojisini bitirdikte sonra biraz da Birleşik Krallıktaki gelişmeleri yamaya niyetliydim ama….
……………Türkiye’den bir tanıdığım telefon etti ve “Suriye'deki gelişmeleri nasıl görüyorsun, bir de senin değerlendirmelerini okumak isteriz” dedi.
Cevabım şöyle oldu: “Türkiye’deki yazılı, sözlü, görüntülü basını ve diğer medya yayınlarını elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum. Uluslararası bir çok gelişmede olduğu gibi Suriye’deki durumla ilgili olarak konuyu bilenden çok bilmeyen bir çok kişi konuşuyor,yazıyor, çiziyor, değerlendiriyor, yorumluyor. Maşallah herkes uluslararası ilişkiler uzmanı oluvermiş asıl meslekleri çok farklı olsa bile. Eskilerin tabiri ile ,” gezmeden seyyah , okumadan alim “ bu kişiler, yenilerin tabiri ile “ağzı olan konuşuyor” deyimini kanıtlıyorlar. Herkes birer müneccimbaşı, çağdaş Nostradamus olmuş Suriye'nin geleceğine dair kehanetlerini sıralıyor.
“Si vis pacem , para bellum ” desem Alman Lügerinden bahsettiğimi sanacak, “casus belli” ifadesini casusun kim olduğunun bilindiği şeklinde yorumlayacak, “Palau” yu palamutun yavrusu zannedecek, “ Metternich’”in Avusturya pastası oluğunu düşünecek, “Huntington”un Arsenal’in gölcüsü olarak Fenerbahçe'ye transfer etmeyi düşünecek kerametleri kendilerinen menkul uluslararası ilişkiler dehaları varken bana Suriye’deki gelişmeler hakkında laf etmek düşmez”
…………dedim.
Yine de televizyonda izlediğim bazı görüntüler bana geçmişte yaşadıklarımı, izlediklerimi hatırlattı. Siyasete hiç girmeden bu magazinsel anıları sizlerle paylaşmak istiyorum.,
Televizyonda Suriye kentlerindeki Hafız Esad’ın heykellerinin yıkılmasına ait görüntüleri izliyorum. Devrilen heykellerin üstüne çıkan Suriyeliler göbek atıyorlar.
Gözlerimin önünde bir başka görüntü canlanıyor. Bağdat’tayım. 2.Körfez Savaşı bitmiş, halk Saddam Hüseyin’in heykellerini yıkıyor. Yıkılan heykellerden birinin üstüne tırmanan bir Iraklı ayağından çıkardığı plastik terliği ile heykeli dövüyor.
Trajikomik görüntüler.
Tirana Büyükelçiliğim sırasında tüm aramalarıma rağmen Enver Hoca’nın bir heykelini dahi bulamadığımı hatırlıyorum.
Bükreş Büyükelçiliğim döneminde kentin banliyösündeki Kraliyet devrinden kalma küçük bir sarayın etrafını çevreleyen bahçe duvarının ardına atılmış Lenin, Marks heykellerini görünce nasıl şaşırdığımı unutamıyorum.
Heykel yıkma Birleşik Krallıkta da oluyor. Geçen yıl ABD’de siyahi George Floyd’un polis tarafından öldürülmesini protesto edenler Londra'da Batı Hindistan Rıhtımının kurucusu, köle tüccarı Robert Milligan ve Bristol kentindeki parlamento üyesi ve bir başka köle tüccarı Edward Colston’un heykelini yıkmışlardı..
Demek ki bazı heykellerin kjmi insanların yaşantısı ile benzerlikleri oluyor. Heykeller de o insanlar gibi doğuyor (dikiliyor), yaşıyor ve öldürülüyorlar (yıkılıyorlar).
Başka neler gördük televizyonlarda Suriye olayları ile ilgili olarak?
Suriye Merkez Bankasının yağmalanmasını gördük. Aynen Irak’ın başkenti Bağdat’ta olduğu gibi.
(Bağdat’ın aksine henüz Suriye müzelerinin talan edildiğini görmedik ama eli kulağındadır desem yanlış olmaz)
Haaa, bir de Beşar Esad’ın sarayının yağmalanmasını gördük ekranlarda. Görüntülerde arka planda Allahuekber sesleri yükselirken ön planda da ellerinde saraydan yürüttükleri mallarla “Haram haram” diye bağıranlar vardı. O mallara “haram” diyorlardıysa kendi yaptıkları neydi acaba?
Trajikomik görüntüler.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Dışişleri Bakanlığındaki 43 yıllık meslek hayatım boyunca, diğer meslektaşlarım gibi, görev icabı bir çok kral, emir, şeyh,şah, devlet başkanı ile aynı ortamda oldum ve ikametgahlarının /saraylarını gördüm. Hepsi kendi ülkelerinin kıstaslarına, zevkine, anlayışına göre pek şatafatlıydı. Bazıları biraz daha mütevazi olsa da hiçbiri “itibardan tasarruf eder” görünümde değildi. Ne kadar abartılmaya çalışılırsa çalışılsın ,bizzat gördüğüm Beşar Esad’ın sarayı ise yine bizzat gördüğüm Fas , Suudi Arabistan, Umman, Bahreyn , Ürdün, Afganistan Krallarının , Katar, Kuveyt, BAE ,Emirlerinin, İran Şahının Cezayir, Tunus, Irak, Yemen Devlet Başkanlarının “Külliyeler”inden pek farklı sayılamaz, hatta bazılarından bir gıdım daha geride görülebilirdi.
Diyeceksiniz ki “ o saydığın ülkeler”in ne oldukları malum”. Peki, biraz da, şahsen içlerine davet edildiğim veya gördüğpüm diğer ülkelerin, içinde yaşnan veya kullanılan saraylarını da sayayım isterseniz: Birleşik Krallığın Buckingham ve Windsor, Fransa’nın Elyse, Romanya’daki Peleş, ,Stokholm’deki Kungliga Slottet, Amsterdam’daki Koninklit Palais, Brüksel’deki Palais Regal, Moskova’daki Kremlin , Oslo’daki Slottet Kongelige,, Kopenhag'daki Amalienburg, Lüksemburg’daki Palais du Luxembourg , Viyana’daki Schönbrun Saraylarına ne demeli.
Geldik bir başka televizyon görüntüsüne.
Suriye’nin Lazkiye kentindeyiz. Eli silahlı bir grup Hafız Esad’ın anıt mezarına giriyor. Mezarın üstüne çıkıp tepiniyorlar “Allahuekber” sedaları arasında. Sonra başka bir görüntü izliyoruz. Yine aynı sedalarla tabutu mezardan çıkaranlar var. Ve tabutu yakıyorlar.
Buna din adamlarımız ne derler acaba ?
Haydi son bir görüntüyü daha hatırlayalım.
Başta Şam olmak üzere Suriye’nin bir çok kentinde Beşar Esad rejiminin muhalifleri, muhalif olmalarından kuşkulandıkları, kişileri aileleri, tanıdıklarıyla birlikte tıktıkları, işkence yaptıkları, tecavüz ettikleri, öldürdükleri hapishanelerin, hücrelerin feci görüntüleri yayınlanıyor ekranlarda.
Çok acı, çok üzüntü verici, tahammül edilmesi, inanılması zor görüntüler.” Bir insan bir diğerine böyle şeyleri nasıl yapar” diye düşünüyorsunuz.
Hafızası kuvvetli olanlar ise Abu Gharib hapishanesindeki görüntüleri hatırlıyorlar.
Çok mu farklıydı?
İnsan insana bunları yapar mı?
Sadece ,Suriye'de, Irak’ta mı…….
Irak’ta görev yaptığım yıllarda, Bağdat’ın 30 kilometre kadar batısında yeralan Abu Gharib hapishanesinin, adi suçluların tutulduğu bölümünde yatan Türk vatandaşlarını bir çok kez ziyaret etmiştim. Ama, onların tutuklu bulunduğu berbat kısımlar, hücreler falan, 2.Körfez Savaşından sonra buraya giren Amerikan askerlerinin çekip servis ettikleri siyasi suçluların tutuldukları hücreler yanında “Her şey dahil 5 yıldızlı otel” seviyesindeydi.
İnsanlık onuruna aykırı görüntülerdi bunlar.
Saddam yapmıştı ve cezasını da çekti.
Derken 2004yılının ilkbaharında, bu kez Amerikan CBS haberleri başka görüntüler yayınladı.
Şok görüntüler.
Gittiği her yere , sanki birisi kendisine görev vermiş gibi,demokrasi, insan hakları vs. getireceğini söyleyen ABD’nin, aynı hapishanede, bu kez Saddam yanlılarına veya yanlısı olduğunu sandıklarına yaptıkları ortaya çıktı.
ABD askerleri ve CİA elemanlarının tutuklulara uyguladıkları insan haklarını , insan onurunu ayaklar altına alan , savaş suçu, işkence, fiziki istismar ve tecavüz, hatta yargısız infaza kadar uzanan muameleleri yüreklerimizi yakmadı mı?
Hele o kadın askerin yaptıkları……
(Demokrasi ve insan hakları savunucusu ABD’nin ayrıca, Afganistan’daki, Guantama’daki kamplarından bahsetmek gerekir mi?).
Bakalım ekranlarda daha nice feci görüntüler izleyeğiz.
Şekspir’in “Fırtına isimli romanında yazdığı gibi……..
…………..”Cehennem bomboş. Bütün şeytanlar burada”.