Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

Başlıksız Yazı

Gazetedeki köşemin adı “Londra Mektupları”. Lakin farkettim ki bir süredir buralardan yazılar yazmayı ihmal etmişim. Bunu telafi etmemiz lazım, değil mi? Buralarda  olup bitenlerin   ne kadar ilginizi çekeceği hususunda tereddütte olduğumdan sadece Türkiye ile bağlantı kurabileceğinizi, benzetme, kıyaslama yapacağınızı düşündüğüm bir kaç konuyu, haberi dile getirmekle iktifa edeceğim. Şöyle başlayabilirim: Her gün bir süre İngiliz Parelamentosunun Westminister’deki  görüşmelerini takip ediyorum televizyonda, canlı yayında. Gerek Avam Kamarasında olsun, gerek Lordlar Kamarasında olsun yapılan konuşmaları zevkle izliyorum. İktidar ile Muhalefet birbirlerini kıyasıya eleştiriyorlar. Ama bağırmadan, çağırmadan, küfür, hakaret  etmeden, birbirlerine fiziki saldırıda bulunmadan, yumruk, kafa atmadan, konuşanın sözünü kesmeden. Kamaralarda İktidar ile Muhalefet partileri tribün şeklinde düzenlenmiş karşılıklı sıralarda oturuyorlar. Her iki tarafta birer kürsü var.sadece. Bunlar da Başbakanın ve Ana muhalefet Liderinin hemen önünde yeralıyor. Diğer üyelerin önünde masa, mikrofon, TV ekranı, elektronik oylama aygıtı falan yok. Uzun sıralarda yan yana oturuyorlar. Afedersiniz, hani sıraların ortalarında oturanların ihtiyaç molası” vermeleri gerekse 8-10 kişiyi yerlerinden kaldırmaları gerekecek. Söz almak isteyenler oturdukları yerden ayağa kalkarak bu taleplerini sessizce Kamara Başkanına gösteriyorlar. Başkan da aralarından birine söz veriyor. Başbakanın ve Muhalefet Liderini bu hususta ayrıcalıkları var. Başkanın  kendilerine veya başkalarına söz vermesini beklemeden önlerindeki kürsüye yanaşıp konuşma /cevap verme hakları var. Kimse kimsenin konuşmasını kesmiyor, laf atamıyor.Konıuşma süresi bakımından kısıtlama yok  ama bu imkan  istismar edilmiyor. Bir de tabii ki çok zengin bir lisan olan İngilizce’nin en güzel, en zarif, kulağa çok hoş gelen örneklerini dinlemek insana zevk veriyor. Birbirlerini eleştirirken öyle nazik, kibar ama vurucu ifadeler  kullanıyorlar ki insana “ işte budur” dedirtiyorlar. Konuşanların hepsinin yüzünde gülümseme oluyor. Kimse karşısındakine  gözleri dönmüş, kaşları çatılmış, bağıra çağıra, ağzından tükürükler saça  saça cevap vermiyor. Ah bir de  muhataplarını, karşıtlarını eleştirirken yaptıkları ince, zekice espiriler var ki hayran olmamak  mümkün değil. …………………   Başka bir konuya geçiyorum. Galiba bazı din adamları, hangi dinden olurlarsa olsunlar bir çok yerde, ülkede benzer olumsuz, ahlak dışı hareketlerde bulunuyorlar. İsmi lazım değil ,  Müslümanların çoğunlukta olduğu bazı  ülkelerde, kendisini  din adamı kisvesinin arkasına  saklayan kimi ahlaksızın,  yasalarla yasaklanmış olmasına rağmen STK (Sivil Toplum Kuruluşu) olarak tanıtılan cemaatlere, tarikatlara, vakıflara  ait okullarda, medreselerde, kurslarda, öğrenci yurtlarındaki çocuklara, kız erkek ayrımı yapmaksızın cinsel tacizde,hatta tecavüzde bulunduklarına, buna da “bademleme” denildiğine  ilişkin haberleri medyadan öğreniyoruz. Yine medyadan işittiğimize, okuduğumuza göre, ilgili Bakanın “Bir kereden  bir şey olmaz” demesi utanç, öfke, tepki genlerimizin fazzla mesai yapmasına yol açıyor.   Bunların kendi reşit müridlerine, “din  gereği” yalanı ile yaptıklarını “rızaları vardı” savunması ile atlatmaya çalışmalarını da nasıl kızgınlık  ve şaşkınlıkla karşılıyorsak, geçenlerde  bir kadın vaizin öğrencisi (!) olan küçük bir oğlan çecoğu ile…..yok artık canım, tövbe estağfurullah, olacak iş mi bu, tu, tu,tu…….. Lakin, insafsızlık etmeyelim hristiyan ülkelerindeki din adamlarının karneleri pek mi temiz? Geçtiğimiz günlerde İngiliz (Angelikan) Kilisesinin Başkanı Canterbury Başpiskoposu Justin Welby istifa etmek zorunda kaldı. Angelikan  Kilisesinin tarihinde ilk kez oluyordu böyle bir istifa. Peki, Welby neden istifa etti? Yok, yok, kendisi kilise korolarında, kilislere ait “Hristiyan Tatil  Kamplarında ” çocuklara uygunsuz şeyler yaptığı için değil, bu olayların üstünü örtmekle suçlandığı için baskılara dayanamayıp görevden ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Bir papazın, 2013 yılında bir sürü çocuğu istismar etmesi olayının üstünün kapatılması, konuyla ilgili olarak suskun kalması ve hiç bir harekete geçmemesi ithamları ile kendisini suçlayan bir rapor hazırlanınca kamuoyunda büyük bir tepki uyanmıştı.. Zaten, Hristiyan ülkeler arasında sayılmasına rağmen Birleşik Krallıkta  bu dine mensup olanların nüfusun çoğunluğunu teşkil etmemesi (Sadece% 46.2), dinsizlerin ikinci sırayı alması ( % 37.2) durumundan hiç de hoşnut olmayan , Newcastle’ın kadın Piskoposu başta olmak üzere birçok birçok Kilise görevlisi da tepkilerini dile getirip gelişmelerden Angelikan Kilisesinin utanç duyduğunu açıklamaları bardağı taşıran son damla oldu ve 105.Canterbury Başpiskoposu  Justin Welby istifadan başka çare bulamadı 2013’te Angelikan kilisesinin başına geçmişti. O tarihten bu yana maietindeki kimbilir kaç papaz, kız erkek, kaç çocuğun….. Nitekim (“netekim” diye mi yazsaydım acaba) tecavüze uğrayanlar ortaya çıkmaya, yeni raporlar hazırlanmaya başlanırdı. Angelikan Kilisesinin Başkanı Canterbury Başpiskoposudur. Yardımcısı ve vekili de York Başpiskoposu. Yani Canterbury Bapiskoposunun yokluğunda York Başpiskoposu ona vekalet eder; öldüğünde yerine York Başpiskoposu geçer. Halihazırda York Başpiskoposu Stephen Cottrell, Welby’nin istifasının 6 Ocak 2025’te yürürlüğe girmesiyle onun yerine geçecek…..……..mi? C ottrell’den önce York Başpiskoposu olan Uganda asıllı siyahi John Mugabi Sentamu, Sheffield Piskoposu tarafından  cinsel  istismara uğradığını iddia eden bir çocuğun açıklamalarını kulak arkası  etmiş ve herhangi bir harekete geçmemişti. (Sözkonusu Pişskopos mahkemeye verilince intihar etmişti) Sentamu kendisine yöneltilen eleştirileri “yetkim yoktu”  bahanesiyle geçiştirmeye çalışmışsa da “başarılı (!) çalışmaları nedeniyle Baron unvanı verilerek Lordlar Kamarası üyesi yapılmıştı. Yani……. ………görevinden alınmış, Canterbury Başpiskoposu  unvanı ile  Angelikan  Kilisesinin başına geçmesinin önü kesilmişti.. Ne güzel çözüm değil mi ? “Tencere dibin kara, seninki benden kara” misali Cottrell’in karnesindeki “hal ve gidiş notu”  da  pek farklı değil. York Başpiskoposu olmadan once Chelmsford Piskoposu olan Cottrell  maiyetindeki papazlardan birinin küçük  bir kızı istismar ettiğine ilişkin rapora rağmen bir işlem yapmamış, papazın kıza sus parası ödemesinde bulunduğunu bilmesine rağmen sesini çıkarmamış, üstelik papaz hakkında “küçük çocuklarla yalnız  kalamaz, bırakılamaz” kararını da takmamış. İddialar bu yönde.   Cottrell, York Piskoposu olduğunda da bu konuya hiç el atmamış Ayrıca, din adamları tarafından cinsel istismar kurbanların karşı kullandığı lisan ile de eleştiriliyor, hatta suçlanıyor. Bakalım önümüdeki dönemde Canterbury Başpiskoposu mu olacak yoksa kendisine bir asalet unvanı verilip Lordlar Kamarası üyesi mi yapılacak?… Lordlar Kamarası demişken Parlementonun bu kanadının konumuzu ilgilendiren çok ilginç bir özelliğinden bahsetmesem olmaz. 2007 yılından beri reform çalışmalarına , tartışmalarına konu olan, ancak, bir  arpa boyu yol alınamayan Lordlar  Kamarasının bu günlerde 800 civarında  üyesi bulunuyor. Parlamentodaki (Westminster) alt meclisini teşkil eden Avam Kamarasında  seçimler 5 yılda bir yenilenirken ve sandalye sayısı 650 olarak tesbit edilmişken, üst meclis olan Lordlar Kamarasında seçim yapılmadığı gibi üye sayısı da sabit değil,değişebiliyor. Neden? Çünkü, üyeliklerin bir kısmı  asiller arasında vesayet yoluyla, yani babadan  oğula geçerken, bir bölümüde ömür boyu kısıtlamasıyla Kral tarafından atanır. Halihazırda Kralın ömür boyu kaydıyla atadığı  600 civarında asil üyesi bulunan Lordlar Kamarasında, babadan oğula geçen 200 kadar asil üye yer almaktadır. Gelelim “zurnanın zırt dediği yere” Lordlar Kamarasında 26 sandalye Anglikan Kilisesine ayrılmıştır. Sandalye sayısı daima  aynı kalırken  ömür boyu seçilen “Ruhani Asiller” vefat ettiğinde yerlerine gelecek kişliler kilise tarafından seçilir…. İyi mi? Siz medeni hangi ülkenin parlementosunda din adamlarına üyelik tahsis edildiğini biliyor musunuz? Ben bilmiyorum doğrusu. Reform çabalarına gelinceeee…. Bir kesim Lordlar Kamarasının toptan kaldırılmasının istiyor. Bazıları vesayet yoluyla üyeliğin iptal edilmesini, üyeliğin  ömür boyu ile sınırlanmasını öneriyor. Bazıları, “öyle ömür boyu üyelik olur muymuş, Avam Kamarasındakiler  gibi  5 yıl üyelik yapsınlar” diyor……. …………önemli bir kesim ise “Ruhani Asilliğin” tamamen kaldırılması fikrini savunuyor. Bazıları da “Madem Angelikan kilisesi Lordlar Kamarasında temsil ediliyor ülkede mevcut tüm dini inançlara da (dinsizler de dahil) sandalye ayrılsın” fikrini ileri sürüyor. Yani durumun “Arap saçı” olduğunu söylemek mümkün. Son Not: Belki bazılarınızın aklına “Lordlar Kamarasında Türk asıllı temsilci var mı?” sorusu  gelmiştir. Elhamdulillah var…… ……..gibi. Ömür boyu buraya atanan Barones Meral Hüseyin Ece hanım. Adından anlamış olacağınız gibi KKTC’li bir aileden  geliyor, Londra’da doğmuş. Türkçe bilmiyor. Eee, o kadarı “kadı kızında da…..” Baba tarafında dedesinin dedesinin dedesinin dedesi  Osmanlı döneminde Sudan’dan Kıbrıs’taki bir Türk ailesine köle olarak gönderilmiş.   Yani Meral Hüseyin Ece hanım da sülalesi gibi …… …………..siyahi., Bu “kadı kızına” da razıyız. Hiç değilse kendisini Türk olarak tanıtmaktan çekinmiyor ve başta Birleşik  Krallıktaki KKTC’liler olmak üzere bizler için bir şeyler yapmaya çaba gösteriyor. ………………….   Ele almak  istediğim birkaç konu daha vardı ama lafı, sonu gelmez pehlivan tefrikası gibi uzatınca yerim kalmadı. Belki bir başka sefere…. Hoşça kalınız.          
Ekleme Tarihi: 22 Aralık 2024 - Pazar

Başlıksız Yazı

Gazetedeki köşemin adı “Londra Mektupları”. Lakin farkettim ki bir süredir buralardan yazılar yazmayı ihmal etmişim. Bunu telafi etmemiz lazım, değil mi?

Buralarda  olup bitenlerin   ne kadar ilginizi çekeceği hususunda tereddütte olduğumdan sadece Türkiye ile bağlantı kurabileceğinizi, benzetme, kıyaslama yapacağınızı düşündüğüm bir kaç konuyu, haberi dile getirmekle iktifa edeceğim.

Şöyle başlayabilirim:

Her gün bir süre İngiliz Parelamentosunun Westminister’deki  görüşmelerini takip ediyorum televizyonda, canlı yayında.

Gerek Avam Kamarasında olsun, gerek Lordlar Kamarasında olsun yapılan konuşmaları zevkle izliyorum. İktidar ile Muhalefet birbirlerini kıyasıya eleştiriyorlar. Ama bağırmadan, çağırmadan, küfür, hakaret  etmeden, birbirlerine fiziki saldırıda bulunmadan, yumruk, kafa atmadan, konuşanın sözünü kesmeden.

Kamaralarda İktidar ile Muhalefet partileri tribün şeklinde düzenlenmiş karşılıklı sıralarda oturuyorlar. Her iki tarafta birer kürsü var.sadece. Bunlar da Başbakanın ve Ana muhalefet Liderinin hemen önünde yeralıyor. Diğer üyelerin önünde masa, mikrofon, TV ekranı, elektronik oylama aygıtı falan yok. Uzun sıralarda yan yana oturuyorlar. Afedersiniz, hani sıraların ortalarında oturanların ihtiyaç molası” vermeleri gerekse 8-10 kişiyi yerlerinden kaldırmaları gerekecek.

Söz almak isteyenler oturdukları yerden ayağa kalkarak bu taleplerini sessizce Kamara Başkanına gösteriyorlar. Başkan da aralarından birine söz veriyor. Başbakanın ve Muhalefet Liderini bu hususta ayrıcalıkları var. Başkanın  kendilerine veya başkalarına söz vermesini beklemeden önlerindeki kürsüye yanaşıp konuşma /cevap verme hakları var. Kimse kimsenin konuşmasını kesmiyor, laf atamıyor.Konıuşma süresi bakımından kısıtlama yok  ama bu imkan  istismar edilmiyor.

Bir de tabii ki çok zengin bir lisan olan İngilizce’nin en güzel, en zarif, kulağa çok hoş gelen örneklerini dinlemek insana zevk veriyor. Birbirlerini eleştirirken öyle nazik, kibar ama vurucu ifadeler  kullanıyorlar ki insana “ işte budur” dedirtiyorlar.

Konuşanların hepsinin yüzünde gülümseme oluyor. Kimse karşısındakine  gözleri dönmüş, kaşları çatılmış, bağıra çağıra, ağzından tükürükler saça  saça cevap vermiyor.

Ah bir de  muhataplarını, karşıtlarını eleştirirken yaptıkları ince, zekice espiriler var ki hayran olmamak  mümkün değil.

…………………

 

Başka bir konuya geçiyorum.

Galiba bazı din adamları, hangi dinden olurlarsa olsunlar bir çok yerde, ülkede benzer olumsuz, ahlak dışı hareketlerde bulunuyorlar.

İsmi lazım değil ,  Müslümanların çoğunlukta olduğu bazı  ülkelerde,

kendisini  din adamı kisvesinin arkasına  saklayan kimi ahlaksızın,  yasalarla yasaklanmış olmasına rağmen STK (Sivil Toplum Kuruluşu) olarak tanıtılan cemaatlere, tarikatlara, vakıflara  ait okullarda, medreselerde, kurslarda, öğrenci yurtlarındaki çocuklara, kız erkek ayrımı yapmaksızın cinsel tacizde,hatta tecavüzde bulunduklarına, buna da “bademleme” denildiğine  ilişkin haberleri medyadan öğreniyoruz.

Yine medyadan işittiğimize, okuduğumuza göre, ilgili Bakanın “Bir kereden  bir şey olmaz” demesi utanç, öfke, tepki genlerimizin fazzla mesai yapmasına yol açıyor.

 

Bunların kendi reşit müridlerine, “din  gereği” yalanı ile yaptıklarını “rızaları vardı” savunması ile atlatmaya çalışmalarını da nasıl kızgınlık  ve şaşkınlıkla karşılıyorsak, geçenlerde  bir kadın vaizin öğrencisi (!) olan küçük bir oğlan çecoğu ile…..yok artık canım, tövbe estağfurullah, olacak iş mi bu, tu, tu,tu……..

Lakin, insafsızlık etmeyelim hristiyan ülkelerindeki din adamlarının karneleri pek mi temiz?

Geçtiğimiz günlerde İngiliz (Angelikan) Kilisesinin Başkanı Canterbury Başpiskoposu Justin Welby istifa etmek zorunda kaldı. Angelikan  Kilisesinin tarihinde ilk kez oluyordu böyle bir istifa.

Peki, Welby neden istifa etti?

Yok, yok, kendisi kilise korolarında, kilislere ait “Hristiyan Tatil  Kamplarında ” çocuklara uygunsuz şeyler yaptığı için değil, bu olayların üstünü örtmekle suçlandığı için baskılara dayanamayıp görevden ayrılmak mecburiyetinde kaldı.

Bir papazın, 2013 yılında bir sürü çocuğu istismar etmesi olayının üstünün kapatılması, konuyla ilgili olarak suskun kalması ve hiç bir harekete geçmemesi ithamları ile kendisini suçlayan bir rapor hazırlanınca kamuoyunda büyük bir tepki uyanmıştı..

Zaten, Hristiyan ülkeler arasında sayılmasına rağmen Birleşik Krallıkta  bu dine mensup olanların nüfusun çoğunluğunu teşkil etmemesi (Sadece% 46.2), dinsizlerin ikinci sırayı alması ( % 37.2) durumundan hiç de hoşnut olmayan , Newcastle’ın kadın Piskoposu başta olmak üzere birçok birçok Kilise görevlisi da tepkilerini dile getirip gelişmelerden Angelikan Kilisesinin utanç duyduğunu açıklamaları bardağı taşıran son damla oldu ve 105.Canterbury Başpiskoposu  Justin Welby istifadan başka çare bulamadı

2013’te Angelikan kilisesinin başına geçmişti. O tarihten bu yana maietindeki kimbilir kaç papaz, kız erkek, kaç çocuğun…..

Nitekim (“netekim” diye mi yazsaydım acaba) tecavüze uğrayanlar ortaya çıkmaya, yeni raporlar hazırlanmaya başlanırdı.

Angelikan Kilisesinin Başkanı Canterbury Başpiskoposudur. Yardımcısı ve vekili de York Başpiskoposu. Yani Canterbury Bapiskoposunun yokluğunda York Başpiskoposu ona vekalet eder; öldüğünde yerine York Başpiskoposu geçer.

Halihazırda York Başpiskoposu Stephen Cottrell, Welby’nin istifasının 6 Ocak 2025’te yürürlüğe girmesiyle onun yerine geçecek…..……..mi?

C ottrell’den önce York Başpiskoposu olan Uganda asıllı siyahi John Mugabi Sentamu, Sheffield Piskoposu tarafından  cinsel  istismara uğradığını iddia eden bir çocuğun açıklamalarını kulak arkası  etmiş ve herhangi bir harekete geçmemişti. (Sözkonusu Pişskopos mahkemeye verilince intihar etmişti) Sentamu kendisine yöneltilen eleştirileri “yetkim yoktu”  bahanesiyle geçiştirmeye çalışmışsa da “başarılı (!) çalışmaları nedeniyle Baron unvanı verilerek Lordlar Kamarası üyesi yapılmıştı. Yani…….

………görevinden alınmış, Canterbury Başpiskoposu  unvanı ile  Angelikan  Kilisesinin başına geçmesinin önü kesilmişti..

Ne güzel çözüm değil mi ?

“Tencere dibin kara, seninki benden kara” misali Cottrell’in karnesindeki “hal ve gidiş notu”  da  pek farklı değil.

York Başpiskoposu olmadan once Chelmsford Piskoposu olan Cottrell  maiyetindeki papazlardan birinin küçük  bir kızı istismar ettiğine ilişkin rapora rağmen bir işlem yapmamış, papazın kıza sus parası ödemesinde bulunduğunu bilmesine rağmen sesini çıkarmamış, üstelik papaz hakkında “küçük çocuklarla yalnız  kalamaz, bırakılamaz” kararını da takmamış. İddialar bu yönde.

 

Cottrell, York Piskoposu olduğunda da bu konuya hiç el atmamış

Ayrıca, din adamları tarafından cinsel istismar kurbanların karşı kullandığı lisan ile de eleştiriliyor, hatta suçlanıyor.

Bakalım önümüdeki dönemde Canterbury Başpiskoposu mu olacak yoksa kendisine bir asalet unvanı verilip Lordlar Kamarası üyesi mi yapılacak?…

Lordlar Kamarası demişken Parlementonun bu kanadının konumuzu ilgilendiren çok ilginç bir özelliğinden bahsetmesem olmaz.

2007 yılından beri reform çalışmalarına , tartışmalarına konu olan, ancak, bir  arpa boyu yol alınamayan Lordlar  Kamarasının bu günlerde 800 civarında  üyesi bulunuyor.

Parlamentodaki (Westminster) alt meclisini teşkil eden Avam Kamarasında  seçimler 5 yılda bir yenilenirken ve sandalye sayısı 650 olarak tesbit edilmişken, üst meclis olan Lordlar Kamarasında seçim yapılmadığı gibi üye sayısı da sabit değil,değişebiliyor.

Neden?

Çünkü, üyeliklerin bir kısmı  asiller arasında vesayet yoluyla, yani babadan  oğula geçerken, bir bölümüde ömür boyu kısıtlamasıyla Kral tarafından atanır. Halihazırda Kralın ömür boyu kaydıyla atadığı  600 civarında asil üyesi bulunan Lordlar Kamarasında, babadan oğula geçen 200 kadar asil üye yer almaktadır.

Gelelim “zurnanın zırt dediği yere”

Lordlar Kamarasında 26 sandalye Anglikan Kilisesine ayrılmıştır. Sandalye sayısı daima  aynı kalırken  ömür boyu seçilen “Ruhani Asiller” vefat ettiğinde yerlerine gelecek kişliler kilise tarafından seçilir….

İyi mi?

Siz medeni hangi ülkenin parlementosunda din adamlarına üyelik tahsis edildiğini biliyor musunuz?

Ben bilmiyorum doğrusu.

Reform çabalarına gelinceeee….

Bir kesim Lordlar Kamarasının toptan kaldırılmasının istiyor. Bazıları vesayet yoluyla üyeliğin iptal edilmesini, üyeliğin  ömür boyu ile sınırlanmasını öneriyor. Bazıları, “öyle ömür boyu üyelik olur muymuş, Avam Kamarasındakiler  gibi  5 yıl üyelik yapsınlar” diyor…….

…………önemli bir kesim ise “Ruhani Asilliğin” tamamen kaldırılması fikrini savunuyor. Bazıları da “Madem Angelikan kilisesi Lordlar Kamarasında temsil ediliyor ülkede mevcut tüm dini inançlara da (dinsizler de dahil) sandalye ayrılsın” fikrini ileri sürüyor.

Yani durumun “Arap saçı” olduğunu söylemek mümkün.

Son Not: Belki bazılarınızın aklına “Lordlar Kamarasında Türk asıllı temsilci var mı?” sorusu  gelmiştir.

Elhamdulillah var……

……..gibi.

Ömür boyu buraya atanan Barones Meral Hüseyin Ece hanım.

Adından anlamış olacağınız gibi KKTC’li bir aileden  geliyor,

Londra’da doğmuş.

Türkçe bilmiyor.

Eee, o kadarı “kadı kızında da…..”

Baba tarafında dedesinin dedesinin dedesinin dedesi  Osmanlı döneminde Sudan’dan Kıbrıs’taki bir Türk ailesine köle olarak gönderilmiş.

 

Yani Meral Hüseyin Ece hanım da sülalesi gibi ……

…………..siyahi.,

Bu “kadı kızına” da razıyız. Hiç değilse kendisini Türk olarak tanıtmaktan çekinmiyor ve başta Birleşik  Krallıktaki KKTC’liler olmak üzere bizler için bir şeyler yapmaya çaba gösteriyor.

………………….

 

Ele almak  istediğim birkaç konu daha vardı ama lafı, sonu gelmez pehlivan tefrikası gibi uzatınca yerim kalmadı.

Belki bir başka sefere….

Hoşça kalınız.

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.