Hepimizin özlemle andığı, her düşündüğümüzde sıcaklığının içimizi ısıttığı, eskimeyen ama günümüzdeki yüzeysel bakışın unutturduğu kavramlardır...
Mahallenin bakkalı, manavı, kasabı, lokantası...
Evimizin kileri, dolabı ve mutfağıydı adeta. Önce sevgi ve saygıydı…
Öyle yaşanırdı ilişkiler...
Bağlar Caddesi Tepebaşı yönüne devam ettiğimizde, sol taraf Kurudere'ye iner...
Gecekondular önünüze yan yana dizilir. Bu evler, İlhan Yücel, Hürol Polat, Yıldırım Keskin, Cevat Kılıç, Tekin Aydın, Meral Ademir ve birçok arkadaşımın oturduğu evlerdi. Hangi tarafa yüzünüzü çevirseniz, güler yüzlü, sıcak yürekli insanları görmek mutluluğa eş değerdi…
Yüreği insan sevgisiyle yoğrulmuş bu insanların her biri anamızdı, babamızdı, kardeşimizdi. Hiç biri bizi ayırmazlardı kendi çocuklarından. Biz de onların, güzel çocuklarıydık. Bir ihtiyacımız olduğunda çat kapı girerdik her eve…
Evlerimizin dış görüntüleri güzel olmasa da, içi sımsıcak sevgi doluydu. Güneş bir başka aydınlatırdı bu evlerin içini. Maddi olanaklar kısıtlıydı, ancak bir birlerine yardım ederek zorlukları kolay ederlerdi…
Güzel evlerdi;
Meral'lerin evini hala iyi anımsarım. Diğer evlere göre daha bakımlıydı. Kalın duvarlarla çevrili, geniş bir bahçesi vardı. Uzun mavi çam ağaçları, kırmızı beyaz gülleriyle çölün ortasında bir vaha gibiydi. O derme çatma evlerin arasında bir başka görünürdü. Önünden her geçtiğimde imrenerek bakardım...
Meral'lerin evini geçip, Kurudere’den Türközü’ne doğru indiğimde bir birine bitişik evlerde, Yıldırım Keskin, Hürol Polat, biraz arkalarında Leyla Gözcü, Musa Demircioğlu, Özcan Karakuş ve Kenan Şahbudak’ın evleri vardı. Sol taraf, Zafertepe’nin alt kısımlarında Cevat Kılıç, Ali Rıza Şahinkuş, biraz daha aşağıda inildiğinde Tekin Aydın, Hanifi Kara ve Ertuğrul Kılıç'ın oturdukları evleri vardı…
Bağlar Caddesinden Zafertepe’ye doğru yürüdüğünüzde, Ozan Dadaloğlu ve Jülide Dadaloğlu’nun oturdukları apartmanı geçtiğinizde su deposu karşılardı sizi. Sol yana doğru ilerlerseniz Hüseyin Şenoğlu, Ertuğrul Şenoğlu, Mustafa ve Kemal Özarslan’lar, Muzaffer Karakul, Mustafa ve Mahmut Aydoğan’lar, Sabri Saylan, Kudret Kalik ve isimlerini şuan anımsayamadığım arkadaşlarımızın evleri önünüze bir bir sıralanırdı…
Zafertepe’nin içine doğru ilerlediğinizde, muhtar Doğan’ın evi, Halkevi, Karakul’ların “Dostlar Kıraathanesi”, Soner’lerin odun deposuyla karşılaşırdınız. Sağlı/sollu diğer evlerde, Metin Özuğurlu, Mustafa Şen, Yakup Balsoy, Ali Doğan, Selahattin Güzel’in oturduğu evler yıldız kümesi gibiydi…
Derme çatma olsalar da güzel evlerdi;
Her birinin içerisinde insani değerler ve erdem vardı, huzur vardı, dostluk ve paylaşım vardı. Bahar gelmeyi görsün, bu evlerin bahçelerindeki kiraz, iğde, erik ağaçlarından yükselen mis gibi kokular mahalleyi kaplar pürüm pürüm tüterdi. Bahçesiz ev yok gibiydi. Çok ev sebzesini işte bu bahçelerde yetiştir turfanda yerdi…
Biz, Bağlar Caddesi kapalı durakta oturuyorduk. Sabah okul yoluna çıktığımda, Kırkkonaklar, Bademlidere, Aşıkpaşa, Murat mahallerinde oturanlara, Umut, Seyran, Küçükesat’tan gelenlerinde katılımıyla, derelerin ırmakla buluştuğu gibi çoğalarak bir insan seli olurdu…
Zafertepe girişinde, Ozan abilerin evinin önündeki boş arsada toplanır, Seyran Sokağı takip ederek öyle giderdik okula...
Siyasi olayların yaşandığı zor yıllar dolayısıyla bir önlemdi.
Şimdi düşünüyorum da ne eski mahalleler kaldı, ne o eski sokaklar…
Ne de bize saray gibi görünen içi sevgiyle dolu derme çatma evler…
Hepsi beton yığınlarına kurban gitti. Yaşadığımız sarı sıcak senelerden ne bir iz…, ne bir nefes…