1874 yılında Edirne’de doğan Mehmet Talat (Paşa), gençliğinden itibaren siyasete ilgi duymuş, 18 yaşsında Edirne Posta ve Telgraf İdaresine yazman olarak çalışmış, II. Abdülhamit’in baskıcı yönetilmene karşı uğraş vermeyi ilke edindiği için çeşitli cezalara çarptırılmıştır.
Balkan Savaşları, Sarıkamış bozgunu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğini belirleyen Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı’na sürecinde iktidarda olan İttihat ve Terakki Partisinin yöneticilerinden olan Talat Paşa; milletvekilli, bakanlık ve başbakanlık görevlerinde bulunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu çok cepheli savaş koşulları içinde iken ayaklanan Ermenileri, savaşın olmadığı Osmanlı topraklarına taşıma için yasal uygulamasından sorumlu tutulan Talat Paşa’yı, bir yabancı gözüyle Bernard Lewis şu satırlarla değerlendirmiştir;
“Triomviranın (üçlünün-Enver, Cemal Talat paşalar) üçüncüsü ve hepsinin çok ötesinde daha yetenekli olan Talât Paşa, süratli ve nüfuz edici bir zekâ sahibi, gerektiği zaman şiddetli fakat hiçbir zaman fanatik ve kindar olmayan bir adamdı. Çağdaş bir Avrupalı gözlemciye göre Türk Devriminin Danton'u idi."
Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde Ermeniler, devletin her türlü olanlarından yararlanmışlar, yerine göre Türklerden daha çok korunmuş, her türlü güven içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Yabancı devletlerin baskı ve isteğiyle yürürlüğe konulan ıslahat kararlında Ermenilerin durumları daha iyileşmiş, Ermeniler dini ve sosyal özgülük yönünde önemli konuma kavuşmuşlar, sanat, ticaret, tarım gibi yaşamın her alanında varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Ne var ki,
“93 Harbi” olarak anılan, 1877-1878 tarihlerinde Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında yapılan savaşta, Osmanlıların yenilmesi sonrasında; Anadolu’nun içlerine doğru göç başladığı gibi Doğu Anadolu’da, Ermenilerin Müslümanlara acı dolu günleri yaşatmaları da başlamıştır.
Özellikle, Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın (3 Mart 1878) 16. ve Berlin Antlaşması’nın (3 Temmuz 1878) 61. Maddesinde Hükümetin; Ermenilerle yönelik iyileştirmelerin yapılması ve korunmalarını içeren hükümlere yer verilmesi sonrasında, kendilerini koruyacak güce eriştiklerini sanan Ermeniler, örgütlerini pekiştirerek şımartmışlar, saldırganlaşmışlardır.
Ermeni komiteciler, Rus işgali altında olan Sarıkamış’tan, Osmanlı yerleşim yerlerine sızmayı sürdürmüşler, Sarıkamış askeri harekâtı yapılmaktayken Rus Ordusu’nda bulunan gönüllü Ermeni alayları, Türk birliklerine saldırmışlar,
Sarıkamış Savaşı sürecinde (Aralık 1914 ile Ocak 1915) Osmanlı askeri gücünün önemli bölümünün cepheye gönderilmesiyle boşalan kent ve köyler Ermenilerin hedefi olmuş, kıyımlar sürmüştür. Bu saldırı ve kıyımlar Sarıkamış cephesinden sonra askeri gücün Çanakkale cephesine gönderilmesiyle boşalan, Müslüman (Türk) yerleşim yerlerinde de sürmüştür.
Ermeni çetelerine, Rusya tarafından;
*Seferberlik emirlerine uymamak, askere gitmemek,
*Askere gidenlerin de, tek tek veya toplu olarak, silah ve cephaneleriyle kaçmaları,
*Köylerde, kentlerde propagandalar yaparak morali bozmak, olaylar çıkararak Türk askerinin ailesini, köyünü korumak için, askerlik görevini yapmamasını sağlamak,
*Askerî nakliyatı aksatmak; asker, erzak ve mühimmat konvoylarına saldırmak,
*Ruslar sınırı geçtiği zaman, isyan ederek, Türk ordusunu arkadan vurmak,
*Mîrî silahlarla Türk ordusundan kaçıp gönüllü olarak Rus ordusuna katılmak,
*Terk edecekleri köylerde kiliseleri, evleri, yiyecekleri yangınlar çıkararak yakmak,
*Askerî bilgiler taşımak için casusluk yapmak.
Gibi, yaşadıkları ülkeye ihanet etme görevleri verilmiştir.
Rusya’yı arkalarına alan Ermenin ayaklanmaları, her geçen gün artmıştır.
“Ermeni çeteler beş bininin üzerinde Müslüman katletmişlerdir.” (Muammer Demirel, “Sarıkamış’ta Ermeni Olayları Armenian Activitıes İn Sarıkamış”, (A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 31 Erzurum 2006, s., 105-118), s., 105. )
Bu koşullar altında dönemin iktidarı olan İttihat ve Terakki yönetimi, Ermenilerin yaptıkları kıyım ve kırımı önlemek, kendilerini de olası sıkıntılardan kurtarmak amacıyla; önce, İstanbul’da kümelenmiş olan Ermeni elebaşlarını 14 Nisan 1915’de tutuklama kararı almıştır. Yakalanmalarla birlikte, çok sayıda silah ve mermi ele geçirilmiştir.
Aynı ay içinde (27 Nisan) yürürlüğe konulan yasa uyarınca da bir kısım Osmanlı Ermeni’sini, o dönemde Osmanlı toprağı olan Suriye yönüne sevk ve iskâna tabi tutarak, korunmaları sağlamıştır.
Sevk ve İskân Yasası, Talat Paşa’nın İçişleri Bakanlığı dönemimde yürürlüğe konulduğu için, başta Talat Paşa olmak üzere, diğer hükümet yetkilileri de Ermeniler için hedef tahtası olmuştur.
Sevk ve İskân Yasasının uygulama konulması ile Avrupa basınının büyük bir bölümü Osmanlı yönetimini eleştiri yağmuruna tutmuşlar ise de,
Bir Alman gazetesi olan Deutche Taga Zeitung'da Kont Reventlow’ın; "Türkiye'nin Ermenileri cezalandırmak için aldığı önlemler yalnız bir hak değil, fakat bu asi ve kana susamış insanları yola getirme konusunda, yerine getirilmesi gerekli bir görev olarak kabul edilmelidir" içeriğindeki tespiti,
25 Şubat 1915 tarihli Berlin'deki Piskoposluk dairesinin çıkardığı Gazette de La Croix'de; " Türklerin bu konuda göstermiş oldukları sabır ve tahammül cidden takdire layıktır." yaklaşımı, kimi tarihi gerçekleri yansıtmıştır.
Gerekli sağlık, koruma, güvenlik önlemleri alınması koşuluyla, bir bölüm Osmanlı Ermeni’sinin sevk ve iskân uyuması sırasında kim istenmeyen olaylar, hastalık ve yol koşulları nedeniyle ölenler de olmuştur.
Ne var ki; Türklerin Ermenileri yok etme siyaseti uyguladıkları yaklaşımıyla, 33 ülke parlamentosu ile Vatikan’ın belgesiz ve bilgisiz uydurmalarına karşın,
Türk-Ermeni Konusunu Araştırma Vakfı (TEKAR) uzmanlarınca: Ermeni yazar ve siyaset adamlarının ile diğer yabancı yazar ve araştırmacıların belge ve bilgilerinden 1.500. 000 kadar Osmanlı Ermeni’sinin olduğu saptanmıştır.
Yine, Ermeni yazar ve siyaset adamlarının ile diğer yabancı yazar ve araştırmacıların belge ve bilgilerinden yaralanarak belgelendiği üzere; Sevk ve İskân Yassı uygulamasına son verildikten sonara 1,586.000 Osmanlı Ermesinin hayatta oldukları kanıtlanıştır. Yani ölen yok ise öldüren de yoktur.
**
Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’nı taraflarıyla birlikte kaybetmesi üzerine, Talat Paşa ve diğer İttihat ve Terakki yöneticileri yurtdışına çıkmışlar, Talat Paşa;
Almanya’nın Berlin kentine yerleşmiş, bu süetçe Anadolu’nun işgali başlamış, işgalden kurtulmak için, Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde başlatılan Ulusal Türk Kurtuluş Savaşı’na katkı vermek yönünde çalışmalar yürütmüştür.
Ermeni Terör Örgütü Nemesis, Soghomon Tehliryan adlı teröristi Talat Paşa'yı katletmekle görevlendirilmiştir.
15 Mart 1921 sabahı Tehiryan, evinden çıkan Talat Paşa’yı şehit etmiştir. Tehiryan’a yardım için çevrede bulunan Ermeniler kaçarlarken, cinayeti gören insanlar Tehiryan’ı yakalamışlar ve dövdükten sonra polise teslim etmişlerdir. Yani cinayeti işleyenin Tehiryan olduğu onlarca kişi tarafından görülmüştür.
Talat Paşa’nın cenazesi, Türkiye’ye getirilmek üzere geçici olarak, eşi Hayriye Hanım’ın gözetiminde üç kat kurşunlu bir sandukaya yerleştirmiş ve dondurmuş, Berlin Neukölln’deki Türk mezarlığına konulmuştur.
**
Sanığın savunmasını Berlinli ünlü avukatlarından, Dr. Adolf von Gordon ve Dr. Johannes Werthauer ile Kiel Üniversitesi Hukuk Profesörü Dr. Neimeyer üstlenmişlerdir. Alman yasaları gereğince mahkemede, Talât Paşa'yı savunmak için avukat bulundurulamadığı gibi, mahkeme sürecinin uzamaması için yargıçlar, Türk-Ermeni komlarının da gündeme getirilmesini istememişlerdi.
Üstelik Alman Ceza Yasasının 51 maddesine göre; eğer sanık akıl hastası ya da cinayeti şuursuzluğuna neden olan bir durum anında işlemiş ise; "özgür idaresinin çalışmadığı"na hükmedilerek, cezaî ehliyeti yok sayılarak serbest bırakılmasına hükmedilmesi mümkün olacağı için, Tehiryan’ın hasta olduğu ve hastalığının süratle ilerlediği, mahkeme huzuruna çıkıncaya kadar yaşayıp yaşamayacağının belli olamayacağı gibi gerekçe ile verilecek kararın sonucunu da belli etmişlerdi.
Öyle ki; Tehliryan’ın avukatları; mahkemeyi Talât Paşa'nın Ermeni katliamlarından dolayı yargılandığı bir salona dönüştürme yönünde çalışarak, mahkemenin seyri değiştirip Tehliryanı’ın aklamamasını sağlama amacı gütmüşlerdir.
Katil Soromon Tehiryan, savunmasında (özetle);
* 2 Nisan 1897’de Pakariç’te (Erzincan, Kemah ilçesine bağlı Çakırkaya köyü) doğduğunu,
*Kız kardeşine tecavüz edildiğini,
*Annesinin öldürüldüğünü,
Söylemiştir.
Ne Var ki, kız kardeşinin olup olmadı, ailesinin sevk ve iskâna tabi tutulup tutulmadığı sorgulanmamıştır.
Alman mahkemesi olayla hiçbir ilgisi olmayan birçok kişiye katil lehine tanıklık yaptırarak katili aklamaya çalışırken, Talat Paşa'nın eşine ve Türk ordusunda komutanlık yapan Alman General Bronsart von Schellendorf'a -tanık listesinde yer aldıkları halde- tanıklık yaptırmamıştır.
Almanya ile yapılan anlaşma gereğince; beş yıl süreyle İstanbul'da gelerek, Osmanlı I. Kolordu Komutanı, daha sonraları, I. Dünya savaşı içerisinde de I. ve V. Türk orduları Kumandanlığı ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevlerinde bulunmuş olan, General Liman von Sanders, katilin yargılanmasında bilirkişi olarak;
*Hükümet tehcire karar vermiştir ve bu karar hem en üst düzey askeri, hem de sivil makamlar tarafından onaylanmıştır. Her iki makam da Ermenilerin Doğu Anadolu’dan uzaklaştırılmasını askeri açıdan zorunlu olduğunu,
* Talat Paşa’nın Ermenilere karşı ne bir imzasını, ne de aldığı bir tedbiri görmediğini ve böyle bir kararın verildiğine tanıklık edemeyeceğini beyan etmek zorunda olduğunu söylemiştir.
Kurmaca (ısmarlama) tındık ve bilirkişilerin beyanlarından sonra sıra Tehiryan’ın akli dengesi konusunda hazırlanmış olan doktor raporlarına gelmiştir.
Bilirkişilerden, mahkeme doktoru Robert Stoermer Sanığın;
*Epilepsi(sara) hastası olduğunu,
*Bu hastalığın, sanığın iradesini doğrudan etkilemeyeceğini,
* Cinayet günü cesaretlenmek için konyak içmiş olduğunu,
*Yani "Akli dengesizlik", sanık açısından söz konusu olmadığını,
Raporuna yansıtmıştır.
Berlin Üniversitesi Onur Profesörü Dr. Hugo Liepmann’ın raporu;
*Epilepsi hastası değilse de sabit fikirli,
*Sinirsel krizler geçiren bir psikopat,
*Cinayeti ruhsal bir baskı altında işlemiş olduğunu,
*Özgür iradesinin kısmen yerinde olmadığını,
*Aklî dengesinin kısmen yerinde olmadığına kanaat getirdiğini içeriğinde olmuş, Böylece;
Alman Ceza Yasasının, sanığın "aklî dengesizliği" nedeniyle beraatı kararının verilmesinin önünü açmıştır.
Ve Alman mahkemesi-jürisi bir utanç belgesine imza atarak, katil Tehliryan’ı beraat ettirmiştir.
**
Başından beri belli olan gerçekler, utanması gerekenler için katıl Tehliryan’ın oğlu tarafından yıllar sonra (Ermeni Diasporası’nın kendisine zarar vermesinden korktuğu için kimliğinin gizli tutarak);
*Babasının bir katil ve yalancı olduğunu,
*Babasının mahkemede verdiği ifadenin gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığını,
*Babasının kız kardeşinin olmadığını,
*Ailesinin zorunlu göçe tabi tutulmadığını,
*Babasının daha savaş çıkmadan önce para kazanmak için Sırbistan'a, oradan da Rusya'ya gittiğini,
*Dolayısıyla kız kardeşinin ırzına geçildiğine ve annesinin ve babasının zorunlu göç sırasında katledildiğine ilişkin ifadelerinin de yalan olduğunu açıklamıştır.
**
Mart 1921 tarihinde Talat Paşa’nın öldürülmesinden sonra; 6 Aralık 1921’de Sait Halim Paşa Roma’da, 17 Nisan 1922’de Bahaddin Şakir ve Cemal Azmi Beyler Berlin’de, 21 Temmuz 1922 tarihinde ise Cemal Paşa Tiflis’te benzer şekillerde öldürülmüşlerdir.
**
Talat Paşa Anadolu’ya gelerek, Millet Meclisi’nde hesap verdikten sonra, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katkı vermek için çalışacağı yönündeki isteğine Mustafa Kemal Paşa, şimdilik yurt dışındaki çalışmalarını sürdürmesini sonra vatana gelmesini bildirmiştir.
Ne var ki Talat Paşa’nın kendisi yerine cenazesi Türkiye’ye gelmiştir.
İstanbul’dan Ankara’ya gelen Talat Paşa’nın eşi Hayriye Hanın, köşkte Kemal Atatürk ile de görüşmüşanım A Kemal Atatürk, Hayriye Hanım’a;
“Hanımefendi, Talat Paşa’nın cenazesi öyle hoppadan gelmez. Biz Almanlarla hesaplaşacağız. Bu Almanların yaptığı haksızlığı, hesabını soracağız. Alman hükümeti nasıl bu hatayı yaptı?” Demiştir. Ancak yeni kurulan Cumhuriyetin onca sorunları yanında Hatay ve diğer dış konular yüzünden zaman bulaman Kemal Atatürk, Almanlarla bu konuda hesaplaşmadan Hakka yürümüş, Talat Paşa’nın na’şı 25 Şubat 1943 tarihinde Türkiye’ye getirilmiş, İstanbul’da “Hürriyeti Abide Tepesi”ne defnedilmiştir.
**
Devletin en üst görevlerinde bulanan Talat Paşa’nın Berlin’de yokluk içinde yaşadığından, mahkeme masrafı; eski maliye naziri Cevid Bey ile Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey tarafından, Talat Paşa’nın Bakırköy taraflarındaki bir arsası karşılığında sağlanabilmiştir.
Devlet hazinesi elinde iken, aylığı dışında hiçbir maddi çıkar sağlamayacak kadar örnek devlet adımı olan,
Ölümü duyulduğunda, yeryüzünde ender rastlanan üstün nitelikli, bilgi insan Mustafa Kemal Paşa’nın; “Vatan büyük bir evladını, devrim büyük bir örgütçüsünü kaybetti” dediği ve gözlerininim yaşarmasına neden olan, Talat Paşa;
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Avrupa devletlerinden geri kalmaması için çaba içinde olan bir ilerici,
2.Abdülhamit’in baskıcı yönetimi nedeniyle görevden alınması için “Hal Fetvası” gerektiğinden, bu fetvayı vermekten kaçınan Fetva Emini Nuri Efendi’yi zorla Meclisi Mebusan’a götürecek kadar devrimci,
Yurduna yurttaş olma bilincinde bir kişilik olduğunu yaşamına yansıtmıştır.
Bu özellikleri netiyledir ki, madden öldürülmüş olsa bile, örnek kişiliği ile anılarrak yaşamakta, yaşatılmakta, yaşatılacaktır.