Yılbaşı hazırlıkları aylar öncesinden başlardı...
“Yılbaşı” Yeni yıl,
Hayatımıza renk katan her şeyin olduğu gibi yılbaşının da coşkusu azaldı. Her geleneğin ve toplumsal değerimizin altına dinamit koyduğumuz gibi, altında ve üstünde bir şeyler arayıp yok etmeye bayılıyoruz. “Tüketme tükenirsin” sözcüğünde olduğu gibi her güzelliği tükettik tüketmeye de hızla devam ediyoruz.
Eskiden olsa aylar öncesinden planlar yapılır, çocuklar arasında her gün yaratıcı bir beklentiyle anılır, her yer belli bnaşlı milli piyango biletçilerinin önünde, bilet kuyrukları olurdu. Çocuklar anne ve babalarını ekmezlerdi. Neymiş efendim devir değişmiş sanki asırlar geçmiş. Öyle olunca eskiler de ne yapsın can sıkıntısından başlıyorlar geçmişi kurcalamaya. “Ahh ah nerede o eski yılbaşı kutlamaları” derken çok değil bir kaç on yıl kadar öncesinden bahsediyorlar aslında.
Yılbaşı gecesinin heyecanının aylar öncesinden başladığı, pazarlardan, ayaklarından bağlı halde canlı tavuk ve hindi alındığı bir dönemden bahsediyoruz. Dışarıda kar yağarken, sobanın üzerinde çıtırdayan kestaneler ve hoş sohbetlerin içimizi ısıttığı bir dönemden. Samimiyet ve ortak değerler daha fazlaydı o dönemlerde. Yılbaşı hediyesi alındığı zaman yapılan sürprizin gerçekten yürekten olduğunu bilirdik hepimiz.
Hele biz çocuklar ve gençler için bir başkaydı. Bu günkü gibi gideceğimiz eğleneceğimiz yerler yoktu. Ekonomik durumlar elverişli değildi ama aldırdığımız da yoktu zaten. Biz birbirimize yetiyorduk. Aylar önceden planımızı yapar, harçlıklarımızı biriktirir ve yılbaşını beklerdik. Herkes bir birine gideceği için mutlaka içimizden birinin evi boş olur, bizde orada toplanır yeni yılı beklerdik. Çünkü bizler mutlu çocuklardık, birçok şeyi kendimiz yapabiliyorduk.
Şimdi biraz geriye dönersek;
Beklenen en büyük eğlence oydu yılbaşı geceleri. Çünkü her yılbaşının kadrolu dansözü Nesrin Topkapı vardı. Herkes ağzı açık izlerdi, sonrasında başlayan programlarla, şarkılar, türkülerle geri sayıma kadar ünlüler geçidiyle devam ederdi eğlence programları.
Her yılbaşında özel bir programla çıkardı karşımıza Levent Kırca. Devleti, toplumu ve düzeni esprili bir dille eleştirirken, gülme krizine sokardı bizi. Sıcak aile ortamlarında Tv’ler de izlerken.
Şimdilerde dahi hala bizleri güldürmeyi başaran Kemal Sunal’ın en güzel filmlerini izlerken, günümüz de paralar dökerek o mutluluğu bir türlü yaşayamayan insanların var olduğunu bilmezdik ve umurumuzda olmazlardı. İnsanımıza has doğallığı yansıtırlardı ve kalplerimizin bir köşesinde yerlerini alırlardı.
Ailece toplanıp, kartlarımızın üzerindeki sayıları kapatabilme şansımıza göre şampiyonu belirlenen bu oyunu oynamak, her çekilen sayıda heyecanın tavan yapması nasıl hoş bir telaştı, tombala oynamak.
Çok değil, bundan on beş yirmi yıl önce şehirlerin işlek caddelerini sıra sıra kartpostal tezgahları süslerdi. Yeni yılın gelişi, ilk önce kartpostalların satıldığı o tezgahlarda karşılanırdı. Kimi sevdiğinin, kimi en yakın arkadaşının, kimi annesinin, babasının, kardeşinin ve uzaklardaki sevdiklerinin yeni yılını kutlamak için özenle seçtiği o yeni yıl kartlarından birini alıp, postanenin yolunu tutardı.
Bütün hane halkının sabırsızlıkla beklediği yılbaşının en gözde yemeği hindi dolması ve ya karınca kararınca hanelerinde ne varsa sofraya taşınır ve sofra mutlulukla dostlarla paylaşırlardı.
Yılbaşını evde geçirmeye yanaşmayanlar için o dönemde düzenlenen yılbaşı baloları da güzel bir yılbaşı kutlaması tercihiydi. Rengarenk şapka ve maskelerle insanlar şık lokantalarda eğlenirlerdi. Yeni yılın ilk anlarında hediyeler verilir, iyi dileklerle ödüllendirirdi sevenler sevdiklerini. Şimdi az da olsa bu gelenek devam ediyor. O, senelerdeki sıcacık duygulardan yoksun olsa da.
Şimdilerde sanki daha çok eğlenmek için eğlenme planları yapılıyor. İnsanlar kendini eğlenmeye zorunlu olarak görüyorlar. Oysaki aile içinde, dostlarla ve sevilenlerle aynı yemeği paylaşmak bile insanın içini ısıtmaya yetiyor ve artıyordu bile.
Bu candan dostlukları, paylaşımları, birlik ruhunu unutmamak umuduyla…
Nice yıllara…