Yönetimin temeli adalettir. Adalet hakka ve hukuka uygunluğu ifade eder. Adalet, haklıya hakkını teslim etmektir. “Allah adaleti emreder, haksızlığı yasaklar”(Nahl 90) Nisa suresinin 58. Ayetinde de şöyle denilmektedir. “Kesinlikle Allah size, emanetleri (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevler) mutlaka ehil ve emin kimselere vermenizi ve insanlar arasında (karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman, adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi emretmektedir. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, (her şeyi tüm ayrıntıları ile) İşitendir, Görendir.”
Ayetlerde ifade edildiği gibi, yönetimde ehliyetin ve adaletin hakim olması Allah’ın emridir. “Allah adil davrananları sever.” (Hucurat 9) Her iyiliğin kaynağı adalettir. Hz. Ali’ye sormuşlar, devletin dini var mı? O da cevap vermiş: “Var, devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devlet zaten dinsizdir. Bir saatlik adilane yönetim, yetmiş yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır. (Hadis) Hukukun olmadığı yerde güçlünün hukuku geçerli olur. Adil kullanılmayan güç zulümdür. Aurelius Augustinus’un ifadesiyle “Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?”
“Adaletin olduğu yerde insanlar emniyettedir, canları ve malları güvendedir. Hak, hukuk adaletle sağlanır. Adaletin olmadığı yerde üretim ve kalkınma olmaz. İnsanlar geleceklerinden emin olamazlar. Adaletin olmadığı yerde var olan haklar da tehlike altındadırlar.” Montesquie’nun ifadesiyle, “Her şeyin sonunda adil bir mahkemenin bulunabileceği inancı toplumda en büyük güven duygusunu sağlar.” Aristo’nun ifadesiyle de “Adalet devletten önce gelir. Çünkü hukuk devletin toplumsal düzenidir.” Atatürk de şöyle diyor: “İstiklal, istikbal, hürriyet ve her şey adaletle kaimdir.”
Yönetim gibi, yargı da emin ellerde olmalıdır. Devlet adaleti ile yaşar. Timurlenk’in dediği gibi, “Ülkeler kılıçla alınır fakat adaletle korunur.” Rahip William Watson’a atfedilen bir slogan, “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Bu sloganı Adalet Bakanımız Abdullah Gül de13.11.2020 günkü konuşmasında kullanmış ve şöyle devam etmiş: “Yargı konjonktüre, birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdana, hukuka, Anayasa’ya bakar.” Türkiye’de yargının bağımsız olmadığı iddialarının zirve yaptığı bir dönemde bu söylem çok yerindedir, uygulamaya yansıtılması umulur. 6 Kasım 2014 tarihli haberlerde, yargıya güvenin son dönemde yüzde yirmilerin altına düştüğünü söylediği ifade ediliyor.
Bir toplumun ayakta kalması için yönetimde adaletin ve disiplinin hakim olması gerekir. Ayetlerde de ifade edildiği gibi, seçilecek yetkiliye itaat edilecektir. Yetkili de Kur’an’ı rehber edinecek yani yönetimde adalete, liyakate ve maslahata uyacak, yönetilenin iradesine saygı duyacak, karar alırken de danışacaktır. Adil olmayan bir yönetim meşruiyetini kaybeder.
Devlet yönetimindekilerin görevlerinde ehil ve güvenilir olması, insanlar arasında hükmederken adalet ve hakkaniyetle hükmetmesi gerekir. Nisa suresinin 58. Ayeti emanetlerin (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevlerin) ehline verilmesini emrederken yöneticileri seçen halka sorumluluk yüklemiş olmaktadır. Ayetten anlaşıldığı gibi iktidarın kaynağı halktır. Halkın verdiği yetkiyi elinde tutan kişi bu yetkiyi halkın zararına kullanamaz. Hakimiyet milletindir, yönetici iktidarını halktan alır. Günümüzde bunun adı demokrasidir. Demokratik rejimlerde muhalefet de olacaktır ve iktidarlar muhalefetin sesine de kulak vermelidir. Ne var ki İslam dünyasında çağdaş demokratik rejimi tesis etmekte geri kalınmıştır. Yönetenlerin eleştirilmeye tahammülleri yoktur. Eleştirmek itaatsizlik sayılmakta, eleştirene hain gözüyle bakılmaktadır. Hükümetlerinin icraatını denetleme yetkisi olmayan halk baskı altındadır, özgür değildir. Sovyet Sosyalist Rusya rejiminin son lideri Gorbaçov rejimin neden çöktüğü sorusuna şöyle cevap vermişti: “Suçu başkalarında aradık.”
Sultan Abdülhamit’in başkatibi Ali Cevat’ın tespitine göre, “Bir hükümdarın taht müddeti uzadıkça hoşnutsuzların öfkesi artar.” İktidarın değiştirilemediği ülkelerde halkın ihtiyaçları ihmal edilir. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde siyasetçiler arasındaki rekabet, yöneticileri halkın taleplerine duyarlı kılar. Ulusal çıkarlar konusunda iktidar-muhalefet arasında düşmanlık değil, birlik olmalıdır. Atatürk’ün dediği gibi, “Siyaset sahasında karşılıklı faaliyetin verimli gelişmeleri ancak vatandaşlar arasında düşmanlık meydana gelmesine yer verilmemesiyle temin olunabilir.”
İslam siyaset doktrininde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkide adalet, ehliyet, emanet ve istişare olmak üzere bu dört kavram esastır. Babadan oğula geçen saltanat düzeni İslami değildir. Yönetim seçimle oluşturulmalıdır. İslam’da yönetimlerin en önemli meşruiyet kaynağı adalettir. Devlet çağın ihtiyaçlarına göre ve adil bir şekilde yönetilmelidir. Hukuksuz iktidar, iktidarsız hukuk olmaz. Yönetimin adil olması için ayırım yapmaksızın, herkese eşit davranması gerekir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız yakınlarınız dahi olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah ikisine de sizden daha yakındır. O halde, nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.” (Nisa 135)
Söylemde herkes adaletsizliğe karşıdır ama uygulamada adaletin sağlanması esas olmalıdır. Tek adam yönetimlerinde, sultanlar/krallar aynı zamanda adaleti temsil ettikleri iddiasındadırlar. İslam’ı seçen Amerikalı aktivist Malcolm X’in kayda değer bir söylemi var. Şöyle diyor, “Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim, kimin için veya kime karşı olduğu önemli değil. Maalesef İslam ülkelerinde hukukun üstünlüğüne dayalı bağımsız yargı kurumları oluşturulmamasında eksiklikler vardır. Buna karşın yönetenlerin adaletsizliğine karşı çıkmak ise ulul-emre itaatsizlik sayılmıştır.”
İslam dünyasında yönetime dayanak gösterilen kurallar 1200 yıl önce yaşamış fakihlerin görüşleridir. O tarihlerde yönetim biçimi sultanlıktır, krallıktır yani tek adam rejimidir. Dolayısıyla yönetim biçimine ilişkin açıklamalar da daha çok sultanın yönetiminin adil olması gerektiğine ilişkindir. Günümüz imamları da mezhep imamlarının görüşleri dışında bir içtihatta bulunmamış, demokrasiyi içselleştirememişlerdir. Ekonomik, sosyal ve siyasi yönden değişen bu günün toplumuna 1200 yıl önceki Arap toplumunun sosyal düzenini dayatmak gelişmeyi önlemektir. Bugün İslam dünyasının en büyük sorunlarından birisi budur.
Kur’an’da geçen şura kelimesi danışma, müşavere, yani herkesin oyunu serbestçe ifade etmesi anlamına gelir. Ali İmran suresinin 159. Ayetinde şöyle deniyor: “Toplumsal konularda karar verirken onların fikirlerini al. Karar verip uygulamaya konduktan sonra da Allah’a güven.” İstişare yapıldığına örnek olarak Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin devri gösterilir. Bu dönemde yöneticiler çevrelerindeki Müslümanların görüşleri alınarak hareket etmişlerdir. Hz. Muhammed vahiy dışındaki meselelerde özellikle savaş konularında istişarelerde bulunmuştur. Neml suresinin 32. Ayeti istişare yapılmasının güzel gösterildiğine ilişkin bir örnektir. Paylaşılmayan siyasi güç yönetimi otoriter yapar. Siyasi güç paylaşılmadığı için tek adam yönetimleri otoriterdir.
Hz. Muhammed Veda Haccında şöyle diyor: “Yöneticilerinize Allah’ın kitabına uydukları sürece itaat edin ve böylece Rabbinizin cennetine girin.” Peki, yöneticiler Allah’ın kitabına uymazsa ne olacak? Bir hadisinde şöyle diyor Hz. Peygamber: “Cihadın en üstünü, zalim sultana karşı doğruyu söylemektir.” Yine Hz. Hüseyin’in “En büyük cihat, zalimin karşısına çıkıp, sen haksızsın demektir.” dediği rivayet edilir. Yazar Emile Zola’ya göre, “Bir kişiye karşı yapılmış haksızlık bütün insanlığa karşı yapılmış haksızlık demektir.”
Yüce Allah buyuruyor: “Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.”(Şura 151-152) Peki, zalim yöneticiyi halk nasıl değiştirecektir?
Bütün bu olumsuzlukların yaşanmaması ancak demokratik yollarla iktidarın değişebilmesiyle mümkündür. Bu da seçimle olur. Zalim sultana karşı çıkmak cihat değerinde ise de onun haksız icraatlarını denetleyecek, onu yargılayacak bağımsız bir yargı organı yoksa ve aynı zamanda onu değiştirecek demokratik mekanizmalar oluşturulmamışsa o ülkede kargaşa oluşur. Demokratik yoldan değişimi, denetimi kabul etmek istemeyen iktidar daha da zalim olur, karşı çıkanlara şiddet kullanır. Bu da karşıt tepkilere sebebiyet verir. İktidarların zulmüne karşı Selçuklu döneminde Babai, Osmanlı döneminde Celali isyanları buna örnek gösterilebilir.
Saltanat yönetimi olan Osmanlı Devletinde iktidar uğruna kardeşler öldürülmüş, ileride rakip olmaları ihtimaline karşı çocuklar boğdurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in (1441-1481) çıkardığı kararnameye göre, “Nizamı alem için şehzadeler öldürülebilir.” Kendisi de kundaktaki küçük kardeşi Ahmet’i öldürtmüştür. Ondan sonra gelen padişahlar da bu kanunnameye dayanarak kendilerine rakip olmamaları için kardeşlerini katletmişlerdir. Bu konuda rekor III.Mehmet’e aittir ve 19 kardeşini öldürtmüştür. 1603 yılından itibaren bu uygulamalardan vazgeçilmiş, şehzadeler kafeste tutulmaya başlanmıştır. Çocuk sahibi olmamaları için kadınlarla ilişki kurmalarına da izin veilmemiştir. Herhangi bir şekilde padişahlık makamına getirildiklerinde de psikiyatrik hasta oldukları için devleti yönetmekten acizdiler.
İslamiyet’te kula kulluk yoktur, sadece Allah’a kul olunur. Fatiha suresinin 5. Ayeti bunu ifade eder. “(Allah’ım) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
Osmanlı dönemindeki saltanat anlayışı sonucu insanlar padişahın kulu idiler. Osmanlı Devletinde ilk Anayasa olan 1876 tarihli Anayasa’nın (Kanuni Esasi) 5. Maddesinde belirtildiği gibi “Zatı Hazreti Padişahinin nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mesuldür.” Bugünkü Türkçe ile padişahın özel yaşamı mukaddes yani dinsel saygı duyulacak bir kişidir ve kendisinden hesap sorulamaz, yaptıklarından mesul tutulamaz.
Oysa bu konuda Kur’an şöyle diyor: “Sakın sanma kı, Allah zalimlerin yaptıklarından gafildir. Sadece onları, gözlerin dehşetle döneceği bir güne kadar ertelemektedir.” (İbrahim 42) Adaletin önemine ilişkin olarak Hz. Muhammed şöyle diyor: “Kafirlerin iktidarı bile eğer adil ise sürebilir. Ama müminlerin iktidarı eğer adaletsiz ise mutlaka yok olur.” Bu hadis Müslüman idarecilerin belleğinde yer etmelidir. Yönetici adil değilse ya da iktidarı meşru olmayan yollarla elde tutuyorsa onun namaz kılması ya da oruç tutması kime yarar? Hesap gününde kendisini de kurtaramaz. Şu değerlendirme bu soruya güzel bir örnektir. Hülagu Han sorar, “Kafir ama adil idareci mi, Müslüman ama zalim idareci mi iyidir?” Alim Seyyid ibni Tavus cevap verir: “Kafir ama iyi idareci iyidir. Kafir idarecinin inancı kendine, adaleti ise halkadır. Müslüman idarecinin de inancı kendine, zulmü ise halkadır” der.
Dünyada zalimlerden korunmanın, adaleti sağlamanın en kestirme yolu hukuk devleti olmaktan, yargının bağımsız olmasından geçer. Kuralları koyan, bütün yetkileri üzerinde toplayan, yargıcı kendisi atayan yöneticiyi kim yargılayabilir? Modern hukuk bunun çözümünü demokraside, kuvvetler ayırımında bulmuştur. Yargıç bağımsız olmalı, her türlü etkiden uzak kalmalıdır. Yargıcın efendisi kral deüil, hukuktur. Kanunlar da hukuka uygun olmalıdır. Hz. Peygamber’in “Kafir de olsalar, adil iseler iktidar devam edebilir ama Müslümanım dese de adaletsiz iktidarlar mutlaka yok olacaktır” ifadesinin gerçeğe nasıl dönüştüğünü komşularımız Irak ve Suriye’de görmekteyiz.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla saltanat sona erdirilmiş, insanların kanun önünde eşit oldukları kabul edilmiş, kulluk anlayışı yerine vatandaşlık kavramı getirilmiştir. Anayasaya göre, “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılanması, halkın kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi, sosyal, sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge bakımından farklı bir kesiminin alenen aşağılanması ceza kanunumuza göre suç sayılmıştır. (TCK.216)