Açlık, yoksulluk, azgelişmişlik hiçbir ülkenin başına gökten zembille inmez. İnmemiştir.
Açlık, yoksulluk hiçbir ülkenin kaderi değildir.
İnsan eliyle yaratılır.
Liderler, siyasetçiler eliyle yaratılır.
Geri kalmışlığın, azgelişmişliğin temelinde cahillik, cehalet vardır her zaman.
Bir de cehalet, İhanetle birleşince toplumda sefalet, perişanlık başlar.
Sonra da o ülkede Ortaçağ yasaları geçerli olur. Adalet ayaklar altında alınır…
Bilim, teknoloji, akıl, sağduyu önemini yitirir. Batıl inançlar, hurafeler, safsatalar ön plana geçer.
Bu duruma düşmüş bir ülke bir adım ilerleyebilir mi?
Liderler, siyasetçiler ve kodamanlar halkın cahilliğinden, cehaletinden yararlanarak yalan, talan düzeni kurarlar ve halkın kanını son damlasına kadar sömürürler.
Zenginliklerine zenginlik katarlar.
23 yıldır bu dönemi yaşıyoruz biz…
Uygarlığın, bilimin, insanlığın altından girip üstünden çıktılar.
Toplumda ne ahlak kaldı, ne gelenek, ne görenek… Tacizler, tecavüzler, açlık, yoksulluk bu milletin üstüne kara bulutlar gibi çöktü.
Günlük olaylardan oldu.
Ama bu sömürü ve cehalet düzeninin geçmişi, Osmanlı döneminin sonlarına dek uzanır. Bu ortam, Atatürk’ün Cumhuriyeti ilan etmesiyle son buldu.
Bir grup ihanet erbabı, Kurtuluş Savaşında bile emperyalist güçlerle işbirliği yapmış vatanını, milletini sırtından hançerlemişti.
Mustafa Kemal bunların çoğunu yargı önüne çıkardı. Bazıları ise yurt dışına kaçtı.
Atatürk’ün ölümünden hemen sonra getirilen bir afla sonradan ülkemize geri döndüler.
Atatürk devrimlerinden sapma, gericilik tohumlarının ekilmesi ve yaşadığımız bugünkü bozuk düzenin başlangıcı 40’lı yıllarda ortaya çıktı.
Köy enstitüleri kapandı. İmam hatipler, Kuran kursları, tekkeler, tarikatlar yeniden açıldı.
Atatürk’ün adaletinden kaçan emperyalizmin yerli işbirlikçileri yeniden önemli görevlere getirildiler. Atamızın kızağa çektiği bazı devlet adamları yeniden önemli makamlara atandılar.
Ama burada hemen çok önemli bir noktaya değinip, yanlış anlaşılmaların önünü keseyim:
Atatürk, İsmet İnönü, M. Fevzi Çakmak, M. Kazım Karabekir, Fahrettin Altay ve daha birçok komutan Kurtuluş Savaşı komutanlarıdır ve emperyalistleri ülkemizden kovan, denize döken komutanlardır.
Her zaman tarihimizde önemli bir yere sahip olacaklardır. Her zaman rahmetle ve şükranla anılacaklardır.
Bizim sözünü ettiğimiz sapmalar, keşke yapılmasaydı diyebileceğimiz yanlışlardır. Sonradan Menderes gibi emperyalizm işbirlikçilerinin elinde bu küçük yanlışlar, büyük karşı devrimci oluşumlara dönüşmüştür. Öteki sağcı iktidarlar döneminde de artarak devam etmiştir.
Ve 1950’den sonra Menderes iktidarı ile gericilik, yobazlık yurt yüzeyine hızla yayılmış ABD emperyalizmi açıktan savunulur hale gelmiştir.
1968’lerde Dolmabahçe’de Amerikan filosunu kıble yapıp namaz kılanlar emperyalizmin bugünkü işbirlikçileriydi.
O sıralarda Deniz Gezmişler, mahir çayanlar “Tam bağımsız ve geçekten demokratik Türkiye” diye bağırıyorlardı.
6. Filonun karaya çıkan Coni’lerini denize döküyorlardı.
İşte devrimci Atatürkçü gençlerle, yobazlar arasındaki fark bu.
Bir ülkede yöneticiler, politikacılar emperyalizme karşı savaş vereceklerse önce Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmalılar ve çağdışı, yoz, ilkel Arap düşüncesinden kurtulmalıdırlar…