Sene 2022…
Mart ayı ortalarındayız.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Türkiye’nin de ortak sunucu olduğu Karar Tasarısını onaylıyor ve 15 Martı “ Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü” olarak ilan ediyor.
Sene 2024.
Aradan iki yıl geçmiş öz açıp kapayıncaya kadar.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Türkiye’nin yine ortak sunucu olduğu yeni bir Karar Tasarısı görüşüldü. BM Genel Kurulu, tam da 15 Mart “ Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü”nde Müslümanlara karşı şiddeti ve dini hoşgörüsüzlüğü kınayan ve birlikte atılacak adımları öngören bu yeni Karar Tasarısını da onayladı.
Oylamada bir ülke olumsuz, 44 ülke çekimser oy kullanırken 115 ülke de tasarının lehine oy verdi.
Olumsuz oyu hangi ülkenin verdiğini tahmin edersiniz tabii…….
……İsrail.
Çekimser oyların önemli bölümü Avrupa ülkelerinden geldi. Fransa, İtalya, Finlandiya, İsveç, İsviçre, Almanya, Yunanistan, Ukrayna ve hatırlayamadığım diğer “İsrail sever-,Müslüman sevmez ülkeler”. Bunların karşı çıkmayıp çekimser kalmaları dahi dikkate değer bir gelişme olarak görülebilir.
“Ya Amerika ?” diye soracaksınız, biliyorum.
Amerika……….
………………….. , İsrail’i hayretler içinde bırakarak….Karar Tasarısını destekledi.
Ama konumuz İngiltere.
Israil'in hep yanında olan, lakin, son zamanlarda daha temkinli davranmaya başlayan Birleşik krallık (BK) bu kez de aynı tutumunu sürdürerek çekimser oy verdi.
(Ara not: Rahmetli Ecevit “çekimser” kelimesi yerine“ çekinser” sözcüğünü tercih ederdi, hatırlarsıınız)
Peki, iki bölüm halinde sunduğum bu yazıya neden “Ekstremizm” başlığını koydum?
Bakın anlatayım.
……………………..
Birleşik Krallıkta 2010 yılından beri Muhafazakar Parti iktidarda. Bu dönem zarfında 5 Başbakan değiştirseler de iyi kötü iktidara tutunabildiler.
(Ara bilgi: 2010-2016 David Cameron, 2016-2019 Theresa May, 2019-2022 Boris Johnson, 2022’de 44 gün Liz Truss, 2022- bugüne Rishi Sunak Sunak).
“İyi kötü” tabirini kullandım zira sözkonusu 13 küsur yılda “pişmiş tavuk” misali başlarına gelmedik dert, karşılarına çıkmayan sorun kalmadı. Brexit meselesi, uluslararası finansal kriz, Covid pandemisi, Partygate skandalı, (İngiltere ve Galler’de) aynı cinsiyetten olanlar arası evlenmelere izin veren kararın çıkarttığı tepkiler, Muhafazakar Partinin 36 milletvekiline karşı “düzgün olmayan seksüel davranışları” nedeniyle yapılan suçlamalar, bunlara bağlı istifalar, yasal olmayan göçmenler konusunda alınan kararlara tepkiler, İslamofobik davranışlar, Parti finansörü bir işadamının bir milletvekiline ırkçı sataşması, bazı milletvekillerinin, yerel Parti yöneticilerinin ve İçişleri Bakanının istifası, zorunlu bakan değişiklikleri, İslam düşmanı Parti Başkan Yardımcısının kovulması, temel gıda mallarındaki enflasyon oranının hiç görülmedik düzeyde,%18’lere kadar yükselmesi, birbiri peşinden yapılan grevler sonucu yaşanan bunalım, mültecileri Ruanda’ya gönderilmesi hazırlıklarınam karşı halkta ve adli kuruluşlarda ortaya konulan tepkiler, Ulusal Sağlık Sisteminin çökmesi, birbiri peşi sıra kaybedilen yerel seçimler…..
Say babam say, saymakla bitmez.
Muhtemelen 10 ay kadar sonra yapılacak genel seçimler yaklaşırken Muhafazakar Partide bir telaş, bir telaş.
“Çabalama kaptan” örneği, durumu kurtaralım derken hata üstüne hatalar yapılmaya başlandı…
Edebiyata meraklı rahmetli Turgut Özal’ın okuduğu resimli Red Kit kitaplarında bir “mezarcı” karakteri vardır. Kovboylar daha ölmeden gidip vücut ölçülerini alır, tabutlarını biran önce hazırlayabilmek için, hatırlayacaksınız. Aynı şey Muhafazakar Partide de görülür oldu; Sunak daha Başbakanlık görevini sürdürürken yerine kimin geçeceğinin planlamaları yapılmakta. Adaylar sütre arkasında, apikoda bekliyor. Bunların arasında en ön mevzilerde, skandallar nedeniyle Başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalan, bizim kerameti kendinden menkul, taaa uzak bir yerlerden akrabamız olduğunu düşündüğümüz Boris Johnson da sipere yatmış durumda. Konu Sunak’a sorulduğunda Başbakan “Westminster politikaları beni ilgilendirmez ben işime bakarım” yanıtını verdi.
Girizgah yapabilmek için, sonu gelmez Brezilya pembe dizileri gibi uzattıkça uzattığım “Ekstemizm” konusuna gelince……..
Başka kentlerde olduğu gibi Londra’da Filistin yanlısı ilk büyük gösteri düzenlenirken Başbakan “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” ikilemi arasında kalmıştı. Bir taraftan gelecek seçimleri düşünerek, Hristiyanlar ve dinsizlerden sonra Ülkenin üçüncü büyük dini inanç grubunu oluşturan Müslümanları küstürmek istemiyor, öte yandan da sayıları fazla olmasa da, Yahudi seçmenleri, Yahudi diasporasını, Yahudi lobilerini, sadece Birleşik Krallık’ın değil Dünyanın ekonomik ve finansal nabzını tutan Yahudi iş ve sermaye çevrelerini karşısına almak istemiyordu.
Ne de olsa, siyasete atılmadan önce Hind asıllı bir “bezirgan” olmanın tecrübesiyle Filistinlilerin lehine düzenlenecek gösterinin yasaklanıp yasaklanmama konusunun sorumluluğunu (aslen kendisi de Müslüman olan) İçişleri Bakanı Hanımın üstüne attı. Hanım Bakan bu “numarayı yer mi hiç”. O da, sözüm meclisten dışarı, “it ite, it kuyruğuna “ misali, topu Londra Polis (Metropolitan Police) Şefine attı. Bir başka ifade ile “seçilmişler” sorumluluklarını “atanmışlara” bırakıyordu.
Londra Polis Şefinin siyasal endişesi yoktu. “Yasalar çerçevesinde kaldıkça her türlü gösteri fikir ve ifade özgürlüğüne girer” görüşü ile gösteriyi engellemeyince kıyamet koptu. Irkçılar, İslamofobik gruplar, provokatörler karşı gösteriler düzenledi. Polis bunları engelleyip Filistin destekçilerinin gösterilerini olaysız biçimde yapmasına imkan sağlayınca durum daha da kızıştı.
İşişleri Bakanı istifa etti. Müslümanların karşıtı açıklamalar yapan Muhafazakar Parti Başkan Yardımcısı Lee Anderson işinden atıldı. Adam gitti yabancı ve İslam karşıtı Reform BK Partisine katıldı ve böylece Parti Avam Kamarasında bir sandalyeye sahip oldu. Öte yandan Rochdale’de yapılan ara seçimi de bu kez Filistin yanlısı George Galloway kazanınca Çalışanlar Partisi de Parlemento’ya girip Muhalefet Partilerinin arasında yer aldı.
Dedim ya iş rayından bir kez çıkmayagörsün. “ Ofsayt ” durumuna düşen Rişhi Sunak, bu kez de başka bir “Çalıma” başvurdu…..Hükumetin ve tabii ki asayiş güçlerinin arzu edilmeyen eylemlere karşı tedbir almasına imkan vermek, meşruiyet kazandırmak amacıyla “ekstremizm” tanımını genişletecek bir değişiklik planı hazırladı.
Bu plana göre İslami ve aşırı sağcı ekstremiz ile mücadele edebilmek hedefleniyor. Bu mücadelenin diğer kişilerin hak ve özgürlüklerini tehlikeye düşürmemesine dikkat edileceği vurgulanıyor. Nefret ve şiddete dayalı ideolojilerin geliştirilmesinin, desteklenmesinin, sosyal medya yoluyla yayılmasının Birleşik Krallığın demokrasisine ve ülke değerlerine zarar vereceği ileri sürülüyor ve bu aşırılıklarla ilgili olarak gereğinin yapılacağı belirtiliyor.
Vay Efendim vay…ortalıkta birden toz dumana karıştı.
Bazı bakanlar ve sadece Muhafazakar Partiden değil, Muhalefet Partilerinden de kimi milletvekilleri ekstremizm kavramına getirilmek istenen bu anlam genişletilmesinin hak ve özgürlükleri engelleyeceği düşüncesiyle yaygarayı koparırken diğerleri “ülke değerleri”nin ne olduğunu ve buna kimin karar verdiğini sorguladılar. İnanılması kolay değil ama Parlemento’daki bir çok üye de bu kararın,kürtajı , gay evliliklerini, transgender haklarını destekleyen grupları hedef alabileceği endişesini, hem de yüksek sesle dile getirdiler.
Eleştirilerin ortak noktası: ekstremizim tanımının genişletilmesi otoriterizme yol açacaktır, aşırı akımlarla mücadelede, şiddet ve terörizme ilişkin mevcut düzennlemeler zaten yeterlidir, tanımın genişletilmesi ayrıca fikir, düşünce, ifade, dini inanç, toplantı ve gösteri özgürlüklerini de kısıtlayacaktır, bu da demokrasiden vazgeçip tam otoriterime dönüşe yeşil ışık yakacaktır…..
…………..şeklindeydi.
Derken. tanımın genişletilmesi çabasına bir eleştiri de İngiliz Kilisesinin Ruhani Lideri Cantebury Başpiskoposu ve onu destekleyen York Başpisikoposundan geldi.
Din adamları yayınladıkları bildirilerinde; ekstremizn tanımının genişletilmesinin Müslümanların orantısız şiddete hedef olmalarının önünü açacağını, ifade, inanç, ibadet ve barışçıl gösteri haklarını tehdit edeceğini, sadece toplumun bütününe arar vermekle kalmayıp ülkenin zengin çeşitliliğini de zedeleyeceğini düşündüklerini açıkladılar.
Vay, vay, vay.
Peki, etkileri oldu mu?
Bilmem, göreceğiz.
Peki, din adamlarının siyasi yönü ağırlık taşıyan böyle bir konu hakkında, adeta fetva verircesine fikir açıklamaları din ve devlet işlerinin karışması anlamına gelmez mi?
Bu sorunun cevabını tartışmak mümkün ama ne yerimiz müsait, ne de bizi ilgilendiren bir konu değil diye düşünüyorum.
Ancak, şöyle bir hususa değinmeden de edemeyeceğim. Dünyada kaç parlementoda, hadi tam Türkçesi ile söyleyeyim, kaç Millet Meclisinde din adamları yer alır, veya demokratik ülkelerde böyle bir şey olur mu?….Ne dersiniz ?
Tam cevabı ben de bilmiyorum…..
……….ama….
Birleşik Krallık Parlemento’sunda, yani Westminster’de, Lordlar Kamarasında İngiliz Kilisesinden 26 Pisikopos üye bulunur. Bu sayı hiç değişmez. Üstelik bu din adamları sadece İngiliz Kilisesindendir,. Katolik kilisesinin benzer ayrıcalığı bulunmamaktadır. Öbür inanç gruplrının da böyle bir imtiyazları, kontenjanları yoktur.
Tabii ki herkesin demokrasisi, parlementosu kendine.
Bakınız,Hamas’ın geçen yıl 7 Ekimde İsrail topraklarına yaptığı saldırı bizi nereden nereye getirdi.
Bakalım daha neler göreceğiz.