İsrail Şam’daki İran Büyükelçiliğinin Konsolosluk bölümünü 5 Nisan günü varunca “kraldan fazla kralcı”olan ABD’nin dahi tahammülü tükendi.
“İsrailofiller” yine de bu ülkeye, bırakın müeyyide uygulamayı, kınamayı, harekete bahane yaratmaya, mazeret bulmaya, yani “Minareye kılıf uydurmaya” çalıştılar.
Neymiş Efendim, BM Sözleşmesinin 51.maddesine göre İsrail’in kendini müdafaa hakkı varmış. Bir önceki yazımda (Kim Takar Uluslararası Hukuku …2.Bölüm) anlattığım sözkonusu maddenin ne olduğunu ben bilirim de “Yahudifiller” bilmez mi hiç? Bilirler de halklar, kitleler bilmediği için yazar, çizer, söyler dururlar. Kitle Haberleşme araçlarının, yazılı, sözlü, görüntülü ve sosyal medyanın iplerini ellerinde tuttukları için haksızı haklı göstermeye çaba harcarlar. Başarılı da olurlar.
Sonracığıma neymiş Efendim, 30 kişinin hayatını kaybettiği binada ikisi general rütbesinde Iranlı 7 subay varmış.
Eee, ne olmuş yani, Büyükelçiliklerde Askeri ataşelikler olmaz
mı Biri hariç (Lagos Büyükelçiliği ) benim çalıştığım Büyükelçiliklerimizin hepsinde Askeri ataşelikler vardı. Kimilerinde ataşelerimiz General rütbesindeydi.
Ayrıcaaa…… buna vurgu yapan Batılı ülkelerin, özellikle ABD’nin, Birleşik Krallığın, Fransa'nın, Almanya'nın yabancı ülkelerdeki Büyükelçiliklerinde Askeri Ataşeliklerde, subaylar, danışmanlar (!) falan yok mu? Hatta uydurma unvanlar altında çalışan uzmanlar (!),
İstihbaratçılar, casuslar yok mu ? Hatta ve hatta bazı Büyükelçiliklerinde bu açık veya gizli görevlilerin sayıları gerçek diplomatların miktarından fazla değil mi? “Değil “ diyen olursa hemen örnek verebilirim.
Ayrıca bu kategoriye İsrail’in de dahil olduğunu unutmamak gerek.
(Bu son olayda Israil’in yanında yer almamalarına rağmen Çin, Rusya ve diğer bazı ülkelerde de durumun benzer olduğunu kaydetmem gerekir. Yeni kısacası, o eski banka reklamında denildiği gibi “Yok birbirimizden farkımız”…..
“Sırça sarayda oturanlar başkalarının pencerelerini taşlamamalı” demiş Atalarımız.
“Kayıtsız şartsız “ İsrailofiller”in Uluslararası Hukuku hiçe sayan bu olaya karşılık olarak gösterdikleri en büyük tepki (!)…..”iki tarafa da itidal telkin etmek” oldu. Vallahi bravo, bu ikiyüzlülüğü, hatta yüzsüzlüğü, bu çifte standardı, bu utanmazlığı tebrik ediyorum (!).
Ancak , öyle anlaşılıyor ki “ yaptıkların neden yahu, Netanyahu” bu kez çizmeyi aştı. Baydın’ı bile “baydı”.
Sadece Batı’nın değil, başta biz dahil, çevre ülkelerinin, hatta durumun vahametinin farkında olan tüm devletlerin endişesi İran'ın karşılık vermesi, çatışmanın yaygınlaşması, bölgenin alevler içinde kalması…….belki de nükleer silahların da kullanılacağı yeni bir dünya savaşına gidilmesi şekline dönüştü.
İran, Farsçası kimbilir nasıldır ama bizde dilimize pelesenk ettiğimiz şekliyle “kanları yerde kalmayacak” mealinde açıklamalar yaptı. İran’ın daha önceki tehditlerini bilenler bu kez de “havlayan ….Isırmaz” rehavetine düştüler
Ancak, İran bu kez ısırdı……yahut …ısırır gibi yaptı.
Bekledi, bekledi, taaa 13 Nisan gününe kadar bekledi. “Bir gece ansızın gelebiliriz” demedi. “Baskın basanındır” stratejisini, “sürpriz” unsurunu kulak ardı etti. Saldırı yapacağını dosta düşmana, dolaylı olarak veya doğrudan haber volladı. Gazetelere ve televizyonlara bir reklam vermediği kaldı. Bir de davul zurna çalmadığı.
Sonra SİHA’lar, balistik ve seyir füzeleri yolladı İsrail üzerine.
Olayın hemen akabinde atılan ve düşürülen hava saldırı araçları hakkında değişik ve birbirini utmayan rakamlar yayınlandı. Bugün anlaşıldı ki İran 170 SİHA (Şahit 129 ve 132 kamikaze dronları), 130 balistik füze, 30 seyir füzesi olmak üzere toplam 330 havadan saldırı silahı kullanmış. Aslında bazı füzeler çok başlıklı olduğu için bu rakamı daha yüksek düşünmek gerek.
Peki netice ne oldu?
İran’ın Şahid SİHA’larının hızı saatte 185 km. (balistik ve seyir füzeleri çok daha hızlı. Bilmiyorum ama bazıları süpersonik yani sesten hızlı olabilir. Ama İran’ın hipersonik -sesten 5 kat hızlı füzeler kullanmadığı aşikar) İran-İsrail arası 2000 km falan olduğuna göre yollanan SİHA’ların hedef ülke üzerine varması 5 saatten fazla sürer. Eh be kardeşim İran sana bu kadar önceden haber veriyor, geliyorum tedbir al diyor. Isırır gibi yapacağım ama ısırmayacağım, amacım savaş çıkarmak değil zevahiri kurtarmak.
Radarlarını kullan,abin Amerikan kovboylarının bölgedeki radarlarından faydalan. Hatta Kürecik’teki, asıl kuruluş amacı bu olan tesisin hizmetinden yararlan. Ben atayım, sen tut ne şiş yansın, ne kebap diyor İran adeta.
Haydaa, hemen “İsrailofil” ülkelerin uçakları havalanıyor.. Amerikan, İngiliz, her şey maydanoz Fransız uçakları. “Çorbada tuzu bulunsun, eylem ortağı olsun” diye Ürdün de katılmaya zorlanıyor, havada sürek avı başlatılıyor.
Ya İsrail? O da tedbirini alıyor. Onun da “Demir Kubbe / Iron Dome” hava savunma sistemi var. Zamanında 6 Milyar dolara mal olmuş ABD şimdiye değin bu sisteme 2.6 milyar dolar katkıda bulunmuş. Her bir bataryanın savunduğu alan 150 kilometrekare. İsrail'in yüz ölçümü 22 bin kilometrekare desek varın tüm ülkeyi korumak için kaç batarya gerekir siz hesaplayın. Tabii ki her yere yerleştirilmiyor bu bataryalar. Büyük kentlere, askeri üslere, havaalanlarına sanayi tesislerine ve diğer hassas bölgelere yerleştiriliyor. Toplam sayısını bilmiyorum.
(Ara not: İsrail bu sistemi ABD’ye ve Azerbaycan’a sattı. Romanya'ya satmak için müzakereler sürüyor.)
Her bataryada bir radar yanı sıra 4 füze rampası yer alıyor. Her rampada da sesten iki kat hızlı 20 “Temir” füzesi var “Demir “Kubbedeki füzelerin adının “Temir” olmasına ne dersiniz? Füzelerin tanesi 20 ila 50 bin dolar arasında. 4 rampa x 20 füze x 20 ila 50 bin dolar arası bir fiyat x bilmem kaç batarya = sadece bir kez ateşlendiğinde dahi ortaya çıkan müthiş bir maliyet. Bu değirmenin suyu acaba nereden geliyor dersiniz?
İran için durum farklı mı sanki Zaten yıllardır ambargo uygulaması ile ekonomisi batmış durumda. Balistik ve Seyir füzelerinin maliyetini bilmiyorum ama Şahit’lerin tanesi 20 bin dolar. Çarpın 170 ile sadece bunların İran’a çıkardığı fatura 3.5 milyon dolar.
(Ara not: İran Şahit SİHA’larını Rusya’ya satıyor).
Suriye'deki, Bahreyn’deki harcamalar, Yemen’de Ensarullah, Irak’da Hasdi Şabi, Lübnan’daki Hizbullah, Gazze'deki Hamas, daha bilmem neredeki bilmem ne desteğine ayrılan paralar. Yerden fışkıran petrol yerine “dürrü güher yağsa semadan” bu sıcağa kar mı dayanır? Vay babamın köse sakalı vay…
Peki “İsrailofil”lerin uçakları, İsrail’in “Demir Kubbesi” İran’dan gelen hava saldırısı karşısında ne kadar başarılı oldu acaba?
İsrail’in resmi açıklamasına göre dronların ve füzelerin %99’u düşürülmüş. Sadece Necef Çölünde bulunan bir hava üssünün pisti 4 isabet almış ama hasar çok azmış.
Bakın bu resmi açıklama insanın aklına neler getiriyor.
-“Ortadoğu’nun şımarık çocuğu”, anasından şamarı yiyip sonra da “acımadı ki, acımadı ki” diyen çocuklara benziyor.
- Resmen 4 isabet denildiğine göre gerçek rakam daha yüksek olmalıdır.
-%99 vurulduysa ve sadece 4 isabet olduysa en az 400 hava silahı kullanılmış olmalıdır.
-İran, yakınlarında bir de Amerikan radar üssü bulunan askeri tesisi, üstelik herhangi bir bölümünü değil uçak pistini vurabildiyse isabet kabiliyeti çok yüksek silahlara sahip demektir.
-Ayrıca, İran, yolladığı hava saldırı araçları ile sivil değil sadece askeri tesisleri hedef aldığını ortaya koymuştur.
Buyurun buradan yakın.
Şimdi bir kez daha açıkça ortaya çıktı ki “Demir Kubbe” 500’den fazla füze karşısında, yabancı ülkelerin uçakları da kendisine yardımcı olsa bile ,,%100 başarılı olamıyor.
Güvendiği dağlara düşen karı gören Netanyahu hemen İran’a karşı tehditler savurmaya, meşru müdafaa hakkının doğduğunu, misliyle mukabelede bulunacağını söylemeye başladı.
Çatışmanın çok daha büyük boyutlara dönüşmesinden endişe eden, başta ABD, tüm “İsrailofiller” hep bir ağızdan “aman, dur, yapma etme” demekle kalmayıp, “Bak İran’a saldırırsan arkanda durma imkanımız tehlikeye girer” uyarısını yaptılar.
Netanyahu bu uyarıyı görmezden gelemezdi. Ama koruması gereken bir de prestij hususu vardı. O da dişlerini gösterip ısırır gibi yaptı….ama ısırmadı . İran’ın İsfahan kenti yakınlarındaki bir tesise (nükleer ?) fazla zarar vermeyen füze saldırısında bulundu. Böylece o da, istediği hedefi vurabileceğini kanıtladığı gibi (ne kadar kaldıysa) itibarını da korumuş oldu.
Böylece kebap da şiş de bir kez daha yanmaktan kurtuldu ….. ….mu acaba ?
Ne gezeer.
ABD, Irak’daki İran destekli Hasdi Şabi karargahına hava hücumunda bulundu, o da onun Irak ve Suriye’deki üslerine saldırdı. Demeye kalmadan Lübnan'daki Hizbullah Golan civarındaki İsrail askeri tesislerine füzeler yolladı, o da ona karşılık verdi. Derken İsrail Gazzeyi ortadan ikiye bölme ve Rafah kentini bombalama hazırlıklarına yeniden başladı……..
…………yani bölgede “business as usıual”.
Erich Maria Remaerque yaklaşık bir asır önce yazdığı meşhur kitabını şimdi kaleme alsaydı adını herhalde “Ortadoğu Cephesinde Yeni bir şey Yok” şeklinde değiştirirdi.
Başta ABD, birçok ülke Filistin-İsrail çatışması için “iki devletli çözüm” fikrini savunuyorlar. İyi güzel de bu çözüm için öncelikle ortada “iki devlet” olması lazım. Oysa Filistin devletten sayılmıyor.
Filistinliler 2011 yılında tam üye olabilmek için BM’e başvurdu. Veto yedi, talebi kabul edilmedi, tam üye değil gözlemci üye statüsü tanınmakla yetinildi. Bilin bakalım vetoyu kimler vermişti .
Filistin geçtiğimiz günlerde başvurusunu tekrarladı. BM Güvenlik Konseyinde oylama yapıldı. Herkesin desteklediği, İngiltere’nin dahi karşı çıkmayıp çekimser kaldığı oylamada tek bir üyenin vetosu ile Filistin yine devletten sayılmadı. Bu kez de veto hakkını kullanan devletin hangisi olduğunu sormayacaksınız herhalde.
Şimdi “kesik parmağa bir şeyler yapması” gerektiğini düşünen Arap Birliği Filistin’in başvurusunu, veto hakkının değil çoğunluğun belirleyeceği BM Genel Kuruluna götürmeye hazırlanıyormuş. Hayırlara vesile olur inşallah.
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, kendini dünyanın polisi sanıyorsan, çeşitli yerlerdeki çatışma alevlerini söndürmekle görevli itfaiyeci zannediyorsan öncelikle bu alevleri çıkarmayacaksın ve yangına körükle gitmeyeceksin…….
………….ABD geçtiğimiz günlerde 95 milyar dolarlık bir yrndım paketini onayladı. 61milyar Ukrayna’ya, 26 milyar İsrail’e, 8 milyar da Tayvan’a.
Siz buna ne ad verirsiniz bilmem ama bazıları “casus belli” diye yorumlarlarsa “yandı gülüm keten helva”. Tahmin etmek istemem ama eğer bilmeyenleriniz varsa” casusun kim olduğu zaten belli” de bu Latince deyim “savaş sebebi” anlamını taşır.
Geçen hafta Stokholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SPIRI) geçtiğimiz yıl ülkelerin askeri harcamlarıyla ilgili raporunu yayınladı. Toplam harcamalar bir önceki döneme göre %6.8 oranında artarak 2 trilyon 443 milyar dolara ulaşmış.
Maşallah.
O paralar başka yerlere harcansaydı “her şey daha güzel olacak” demeyecek miydik?
Bu paranın %37’sini yani 916 milyar dolarlık kısmını ABD harcamış. Kesesine bereket (!).
İkinci sırada %12 pay ile 296 milyar dolar sarf eden Çin geliyor.
Rusya, Hindistan, Suudi Arabistan ilk beşi oluşturuyorlar.
İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve Güney Kore de izleyen beşi.
Sonra Ukrayna , İsrail gibi ülkeler var. Biz 15.u8 milyar dolarla 22. sıradayız evelallah. Bulunduğumuz bölge, “ içecek fazla ayranımız yokken” bizi buna mecbur kılıyor.
Rakamla yazamayıp ancak yazı ile ifade edebildiğim bunca dolarlık harcama yapıldığında, harcayan kadar kazananı da merak ediyor insan. Öyle ya, bir cepten çıkan paranın bir başkasının cebine girmiş olması lazım. Ben bilemedim, siz bir tahminde bulunabiliyor musunuz? Ha, bir soru daha aklıma geliyor…..bu çarkın sünmesi, devridaimin devamı için ne olması veya ne olmaması gerek ?
Nobel’dde “Uluslararası Barış Öülü” verilmesi ile “akıntıya karşı kürek çekilmesi” birbirine ne kadar benizyor, değil mi?
“Madem köşenin adı Londra Mektupları, İngiltere’de bu son olaylar nasıl etki yaratıyor, nasıl karşılanıyor ?” diye soracaksınız sanırım.
Hükümet açısından bakıldığında “Tarzan….pardon Başbakan zor durumda”. İsrail’in en büyük destekçilerinin başında gelen Birleşik Krallık’ta Netanyahu’nun tutumu ve yaptıkları taşırmasa bile artık “bardağı lebalep doldurdu”. Bir taraftan muhalefet, öte yandan Filistin yanlıları ve ülkedeki Müslüman topluluğu, zaten birçok konuda başı dertte olan, önümüzdeki seçimi kazanma ihtimali gün geçtikçe azalan Rishi Sunak’ı sıkıntılı duruma soktu. Yetmiyormuş gibi, ciğer bazı konular yanı sıra Hükumetin israil yanlısı politikası Muhafazakar Parti içinde de önemli görüş ayrılıklarına yol açtı.. Sunak’ın yerine “Downing Street 10 numaraya” taşınmak isteyenler fırsattan bilistifade harekete geçtiler bile.
Birleşik Krallık hala İsrail’e askeri yardımda bulunuyor, , Akdeniz’e askeri gemiler yolluyor, bölgedeki (Güney Kıbrıs ve Umman) üslerinden kalkan uçaklarla harekatlara katılıyor.
Geçtiğimiz hafta Londra'da 600 kadar yargıç, avukat ve hukukçu Başbakana 17 sayfalık bir mektup yollayarak İsrail’e askeri yardım ve malzeme gönderilmesinin uluslararası insani hukukun ciddi şekilde ihlaline yol açabileceği veBirleşik Krallığı soykırımın suç ortağı haline getirebileceği uyarısında bulundu. Avam Kamarasındaki çeşitli partilerden 134 milletvekili de Dışişleri Bakanı Cameron’a, İsrail'e silah sevkinin durdurulmasını isteyen bir mektup yolladı.
Sunak’ın “sakalı ve bıyığı” yok ama hali pür melali “aşağısı sakal, yukarısı bıyık” modunda. “Ne yardan, ne serden” vazgeçebiliyor. Mamafih son zamanlarda, dn azından göz önünde bulunan uluslararası kuruluşlarda, platformlarda bodoslamasına İsrail yanlısı tutumunu gevşetip çekimser kalmaya, çekimser oy kullanmaya başladı. Kapalı kapılar ardında ne olduğunu, neler yapıldığını Tanrı bilir..