43 yıllık Dışişleri mesleğim sırasında konulara objektif yaklaşmayı, analizleri duygularla değil mantıkla yapmayı öğrettiler bizlere.
Ama artık emekliyim ve eski öğretileri bir yan bırakıp meselelere daha ziyade duygularımla yaklaşmaya başladığımı fark ediyorum.
Örneğin, insanlar, halklar, milletler, devletler, uluslararası kuruluşlar beni ne kadar seviyorlarsa ben de onları o kadar seviyorum, ne bir gram az, ne de bir gram fazla.
Yani çifte standartçı ABD, saman altından su yürüten İngiltere, Ermeni ve Kürt aşığı Fransa, hala Megalo İdea peşinden koşan Yunanistan ve gölgesi GKRY,yüzümüze mecburiyet dolayısı ile şimdilik gülen Rusya, ne kadar güvenmek gerektiğini hesaplayamadığım NATO, oyalamacılar ustası AB….aklıma ilk gelenler. Liste çok uzun.
Haa, bir de şimdiye kadar ne faydasını, desteğini gördüğümü hatırlayamadığım Müslüman ülkeler, bilhassa Araplar, İslam İşbirliği Teşkilatı da var bu listede.
İşte bu saydıklarım ve sayamadıklarım beni, ülkemi ne kadar seviyorlarsa ben de onları aha o kadar seviyorum.
Duygusal ama adil bir davranış değil mi? İnşallah bana hak verirsiniz.
Bu başlangıcı, lafı Filistin’e getirmek için yaptım. Uzun zamandır İsrail ile sorunlar yaşayan Filistinliler 7 Ekim 2023’ten bu yana Netanyahu yönetiminin, artık iç ve dış tüm destekçilerinin dahi sabrını taşıran acımasız, hukuk, hatta insanlık dışı saldırılarına maruz kalmakta.
Filistinlilerin en büyük destekçilerinin başında biz geliyoruz.
Sayın Başkanımız R.T.Erdoğan’ın bir başka çerçevede söylediği “Ne istediler de vermedik?” vecizesi Filistin için de geçerli.
Şöyle tarihe bir göz atalım.
Filistin Kurtuluş Örgütü ile taa 1975 yılında resmi ilişkiler kurduk.
1978’de Ankara’da temsilcilik açmalarına izin verdik.
1988’de (Cezayir’de sürgünde ) Filistin Devleti kurulduğunda ilk gün tanıyan ülkelerden biri de Türkiye oldu.
2017’den beri İstanbul’da Başkonsoloslukları bile var.
Davos’ta Sayın Erdoğan tarihi “One minute” çıkışını Filistinliler için yaptı, hatırlarsınız.
Sonra o Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısında yaptığı konuşmayı….
Yıllar boyu maddi, manevi, siyasal her türlü destek verdik de verdik. Gençlere burs sağladık, yaralılarına, hastalarına sağlık kuruluşlarımızda tedavi imkanı sunduk, Mavi Marmara gemisi ile başımızı onlar için derde soktuk , o gemide vatandaşlarımız hayatını kaybetti, onları destekledikçe başka devletlerle “papaz olduk”; tepki çektik, AFAD, TİKA, TÜRK KIZILAYI orada şubeler açtı. UNRWA’nın baş destekçilerinden biri olduk.
Birçok ülke tarafından haklı veya haksız şekilde terörist örgüt olarak kabul edilen Hamas’ın liderlerini kabul etmek, ağırlamak, melce sağlamak bize ne kazandırdı, ne kaybettirdi acaba?
Son olarak, Filistin uğruna İsrail ile ticaretimizi durdurarak, zaten pek parlak olmayan dış ticaret açığımızın daha da büyümesine yol açtık…
Ya onlar?
Haydi tarihe bir göz daha atalım.
Bir kere Sultan Abdülhamid’in satmadığı toprakları Yahudilere aslında Filistinlilerin sattığını hatırlamakla işe başlayalım.
1915 ve 1916 yıllarındaki binlerce askerimizin hayatını kaybettiği Birinci ve İkinci (Süveyş) Kanal Harekatlarında İngiliz, Fransız, İtalyan birlikleri ile çarpışan evlatlarımızı, Lawrence’ın kışkışladığı, organize ettiği diğer Araplar yanı sıra Filistinlilerin de arkadan vurduğunu bir kenara kaydedelim.
1917 yılında Akabe’de de aynı şeyi yaptıklarını asla unutmayalım.
Aynı yıl, bugün başkentleri olarak gördükleri Kudüs’ün kapılarını, ayaklarının altına halılar sererek İngiliz Generali Allenby’e kimler açtı dersiniz?
Haydi isteseniz biraz da yakın tarihlere bakalım.
1975 yılında resmi ilişkiler kurduğumuz, 1978’de Ankara’da temsilcilik açma imkanı tanıdığımız FKÖ o yıl PKK ile ortak hareket kararı almadı mı?
Ya Filistin’in, 2019’da Suriye’de PKK/PYD terör örgütlerine karşı başlattığımız Barış Pınarı Harekatını kınamasına ne dersiniz ?
2009’da Güney Kıbrıs Rum yönetimini ziyaret eden Mahmud Abbas “Kıbrıs’ta Türk askeri işgalcidir” demedi mi?
“Abbas da kim? “ mi diyorsunuz. Hani şu zırt pırt Türkiye’ye gelen, havaalanında Başkanımız Sayın Erdoğan tarafından törenle karşılanan, “kardeşim” dediğimiz, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas canım.
Bizim Doğu Akdeniz’deki, Mavi Vatandaki haklarımıza karşı İsrail, Yunanistan, GKRY, Mısır, Lübnan ve İtalya’nın oluşturduğu, ABD destekli Doğu Akdeniz Gaz Forumuna üye olan Filistin’in Devlet Başkanı Abbas kardeşimiz (!).
Parası olan Filistinlilerin, bırakın Türkiye’yi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden bile değil de gidip GKRY’den ev, arazi falan almayı, yatırım yapmayı tercih etmelerine ne denir bilemiyorum.
Sadece bize karşı mı? Yook Efendim yok.
Türk soyundan olanların da sorunlarına karşı çıktıklarını ileri sürmek abartılı mı olur acaba?
Mesela 1979 yılında Arafat, Azerbaycan ve Karabağ ile ilgili olarak “Ermenistan'ın haklı davasını destekliyoruz” derken acaba neler düşünüyordu?
Ya şimdi İsrail’in kendilerine soykırım yaptığı iddiasında bulunan Filistin, 2020 yılında Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı politikayı desteklediğini açıklarken “gülme komşuna” sözündeki gibi bir gün aynı şeyleri yaşayacağını aklına getirmiş miydi acaba?
(Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesine İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığı iddiası ile dava açan devletler arasındadır).
Kim bilir daha unuttuğum neler neler vardır.
Yazının başlığını tamamlayalım arzu ederseniz. Eğriye eğri, doğruya doğru demek gerekir. Benim yapmaya çalıştığım da bu zaten.
İsrail-Filistin çatışmasında çoğunun elle tutulur bir şeyler yaptıklarını pek göremediğim Arap ve Müslüman ülkelerin yanı sıra Türkiye’nin çabalarını sıralarken, tarih boyunca Filistinlilerin bize yaptıklarını düşününce ister istemez Atalarımızın karga beslemekle ilgili o sözü aklıma geliyor.
Ha bir de bayrak konusu var.
Şerif midir yoksa na şerif midir nedir, Osmanlı Temsilciler Meclisinde Hicaz temsilcisi olan babası Mekke Şerifi Abdullah Paşaya ait, İstanbul Boğaziçi'nde, Emirgan’daki o güzelim Şerifler Yalısında doğan, babası ölünce 2. Abdülhamid tarafından Mekke Şerifliğine atanan Hüseyin, homoseksüel İngiliz ajanı Lawrence’ın kışkırtması ile Osmanlıya karşı 1916’da Filistinliler dahil Arapları ayaklandırdığında, İngilizlerin yanında yer alıp Ordularımızı arkadan vurduğunda, ülkemize karşı Arap isyanının sembolü olarak açtığı siyahlı, beyazlı, kırmızılı ve yeşilli bayrağının bugün Filistinlilerin bayrağı olduğunu bilir misiniz ?
Peki, bayraktaki siyahın Filistin halkının acılarını, beyazın barış ve umudunu, yeşilin Filistinin bereketli topraklarını, kırmızının ise Filistin halkının bağımsızlık arzusunu, Arapların Türklere karşı isyanını ve akıtılan kanları sembolize ettiğini bilir misiniz?
Ya da, bugün Irak, Kuveyt, Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti, Suriye, Ürdün, Sudan devletlerinin, Somaliland bölgesinin ve Baas Partisinin bayraklarında da aynı renklerin, aynı şekilde, kullanıldığının farkında mısınız?
Ne demişti Atalarımız karga besleyenler konusunda, hatırlıyor musunuz?
Durun durun, daha bitmedi….
ABD de, İsrail de Filistin için “iki devletli çözümü” savunuyorlar, sözüm ola. Ama “iki devletli çözüm” için öncelikle “iki devlet” olması gerekir. Oysa ne ABD, ne de İsrail Filistin’i devletten saymıyor.
Peki Filistin devlet değilse, nedir?
Halihazırda Birleşmiş Milletlerin 193 üyesinden, biz dahil 140 civarında ülke Filistin’i devlet olarak tanıyor. Son günlerde İrlanda, Norveç ve İspanya da tanıyacağını açıkladı. Bunları yakında yeni ülkelerin de izlemesi bekleniyor.
2012 yılının sonlarına doğru BM Genel Kurulunda, Türkiye’nin de başını çekenlerden biri olduğu girişimler neticesinde yapılan oylamada Filistin’e “Üye Olmayan Gözlemci Devlet” statüsü tanındı. Karar 139 ülke olumlu oy verirken 41 ülke çekimser kaldı,.
9 ülke de ret oyu kullanarak karşı çıktı.
Kimdi bu karşı çıkan 9 devlet?
Tabii ki başta İsrail, ardından ABD, onu izleyen Kanada ve Panama. Bir de Çekya. Peki kalan 4 ülke hangileriydi acaba?…..
…………haydi hepinizin demeyeyim de çoğunuzun demekle yetineceğim haritada yerlerini bile gösteremeyeceğiniz Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru ve Palau.
Ya telefon ile Mahmud Abbas’ı arayarak ilk tebrik eden kimdi dersiniz?
Tabii ki Asrın Liderimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan.
Geçtiğimiz Nisan ayında konu bu kez BM Güvenlik Konseyinde ele alındı…..ama bir ülkenin vetosu ile reddedildi. Sayın Devlet Başkanımızın “Dünya Beşten Büyüktür” diye eleştirdiği Güvenlik Konseyinin 5 Daimi Üyesinden hangisinin veto yetkisini kullandığını yazmama gerek var mı?
Filistin için sürdürülen çabaları o tek vetocu devlet durduramadı. Türkiye’nin de ortak sunucu olduğu 80 ülkenin talebiyle konu bu kez Genel Kurulda içinde bulunduğumuz ayın başlarında tekrar ele alındı ve 143 olumlu oya karılık 25 çekimser ve 9 aleyhte oy ile “Güvenlik Konseyine Filistin’in tam üyelik konusunu olumlu biçimde desteklemesi” tavsiye edildi.
Güvenlik Konseyi ne zaman toplanacak da bu “tavsiyeyi” dikkate alıp ne karar verecek bilmiyorum….Ama tahmin edebiliyorum.
Genel Kurulda bu kez de 9 ret oyu kullanıldı . Ama ”retçiler”in kompozisyonu biraz farklı oldu..
ABD,İsrail, Çekya yine karşı çıkarken daha önce ret oyu veren Kanada ve Panama’nın yerlerini bu kez Macaristan ve Arjantin aldı.
Nerede olduğu bilinmez 4 Pasifik Ada Devletinden de üçü yani, Mikronezya, Nauru ve Palau yine karara karşı çıkarken bu kez Marshall Adalarının yerine Papua Yeni Gine olumsuz oy kullandı.
Acaba Papua Yeni Gine’den kaç kişi hayatında Filistinin adını duymuştur, çok merak ediyorum doğrusu.
(Birleşik Krallık her iki Genel Kurulda da çekimser kaldı, Güvenlik Konseyinde ise veto hakkını kullanmadı)
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere……
Filistin, er veya geç bir gün Birleşmiş Milletlere devlet olarak tanınıp tam üye olduğunda……..
…………..acaba……
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de aynı şekilde tanınıp üye olması hususunda bir girişimde, atılımda bulunacak mı, oylama yapıldığı takdirde olumlu oy kullanacak m?
Ben sorularımın cevabını şimdiden tahmin edebiliyorum, da… Siz ne deriniz ?
Amacım hiç bir halkı, milleti, ülkeyi kötülemek değil…..herkesin kendi çıkarını düşünerek hareket etmesini anlıyorum, kabul ediyorum…….
……..ama……
Doğruya doğru, eğriye eğri demek gerektiğini de aklımdan çıkarmıyorum.
(Bu yazdıklarım sakın ola ki son Gazze olaylarında Netanyahu yönetimini destekliyor şeklinde yorumlanmasın. Onun yaptıklarını zaten dünya alem görüyor, bir de ben. Vaktinizi almayayım)