Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri, son günlerde yoğun bir biçimde Siyonist İsrail’i eleştirmekte ve bir çeşit emperyalizm olan Siyonizm’in yönettiği bu Yahudi Devletinin, uluslararası hukuka aykırı bir biçimde gerçekleştirdiği saldırı ve suç oluşturan eylemlere açıkça karşı çıkmaktadır. Özellikle insan haklarına aykırı şekilde gerçekleştirilen son Gazze katliamları, tüm İslam dünyasında olduğu gibi bütün dünya ülkelerinin açık tepkilerine yol açarken, Orta Doğu bölgesinin önde gelen merkez ülkesi Türkiye’nin de böylesine bir duruma seyirci kalması düşünülemezdi. Kuşatma altına alınarak bir anlamda açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze insanına, uluslararası bir yardım kuruluşu aracılığı ile yiyecek ve ilaç götüren bir gemiye, daha karasularına girmeden, uluslararası açık deniz bölgesinde İsrail Devleti tarafından hukuk dışı müdahale edilmesi, bunun sonucunda dokuz Türk vatandaşının öldürülmesi, aynı eylem sırasında çeşitli ülke vatandaşlarından oluşan onlarca insanın da yaralanması hiç bir biçimde kabul edilemeyecek, haksız bir eylem olarak görülmüştür. Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman bir bölge devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, böylesine insanlık dışı bir olayı görmezden gelmesi ve tepki göstermemesi söz konusu olamazdı. Başta üst düzey yöneticiler olmak üzere, Türk Devletinin ve toplumunun önde gelen yetkili temsilcileri ağız birliği yaparak, aç ve susuz insanlara yiyecek ve ilaç götüren bir gemilere yapılan saldırıyı protesto etmişlerdir. Toplumun Müslüman kesimlerinden gelen tepkilere diğer kesimlerin karşı çıkışları da eklenmiş, Türk toplumu böylesine bir haksızlığa karşı tepki göstermekte bir araya gelmişlerdir.
Orta Doğu haritasına bakıldığı zaman Türkiye, İran ve İsrail dışındaki bütün devletlerin Arap asıllı oldukları ve bu nedenle de bölgede büyük bir Arap nüfusunun bulunduğu görülmektedir. Arapların bu büyük çoğunluğuna karşılık, bölgenin çevresinde yer alan Türkiye ve İran, Arap olmayan ülkeler olarak yüzlerce yıl varlıklarını sürdürmüştür. Yahudiler iki bin yıl sonra merkezi coğrafyaya dönerek, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri desteği ile üçüncü kez kendi devletlerini kurarlarken, merkezdeki iç kuşağın taşıdığı Arap ağırlığına karşılık, merkez dışı kenar kuşaktaki Türkiye ve İran devletlerini bir anlamda kendileri için bir destek unsuru olarak görmüşlerdir. Bu çerçevede, İsrail Devletinin kuruluşundan sonra Türkiye ve İran ile yakın ilişkilere girdiği ve Arap dünyası ortasında yeniden kurulan Yahudi devletinin geleceği için Türkiye ve İran’ı, Araplara karşı bir denge unsuru olarak kullanmağa başladıkları görülmüştür. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ABD bölgeye gelirken Sovyetler Birliği, İran’ın batısında kendine bağlı bir Kürt devletini Mehabad Cumhuriyeti olarak ilan etmiş, ama İngiltere ve ABD ikilisi, uluslararası Siyonist lobilerin yönlendirmeleriyle bu yeni devleti ortadan kaldırarak, Orta Doğu’da Sovyetler Birliğinin üstünlük sağlamasını önlemiştir. Bugün yaşanmakta olan olaylar açısından konuya bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin yeniden düzenlenmek istendiği anlaşılmakta ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere ile Fransa’nın beraberce çizdikleri harita eskimektedir. İsrail’in kuruluş döneminde Türkiye ve İran Yahudilerin Arap çoğunluğa karşı en büyük dayanağı olmuştur. Bugün İran’a savaş açarak, Türkiye’yi de karşısına almak durumunda olan İsrail Devletinin, kuruluş sürecinde en büyük destek gördüğü Türkiye ve İran’ın katkılarını hatırlamaması, dünya barışı açısından gerçekten umut kırıcı bir durum yaratmaktadır.
Türkiye ve İran, Arap toplumlarına sahip olmamalarına rağmen büyük çoğunluğu Müslüman toplum yapılarına sahip iki komşu Orta Doğu devletidir. İran Devleti Milattan Önceki Pers İmparatorluğunun çağdaş devamı olarak varlığını sürdürürken, Türkiye Cumhuriyeti batı emperyalizminin Siyonizm ile işbirliği yaparak yıkmış olduğu Osmanlı İmparatorluğunun devamı olan Türk Devletidir. Türk Devleti imparatorluk sonrasında onurlu bir kurtuluş savaşı yapılarak kurulan üniter, ulusal ve merkezi bir devlet modeli özelliğini taşımaktadır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında, kurucu iradeyi temsil eden kurucu devlet başkanı tarafından oluşturulan bu devlet modeli, aynı zamanda Kemalist ilkeler içerikli Cumhuriyettir. Son Osmanlı meclisinde belirlenen Misakı Milli sınırları içinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu özelliği, Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin Türk ve Müslümanların çoğunluğu açısından da örnek özellik taşımaktadır. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk ulusu adına kurulan Kemalist devlettir. Türk Devleti, Kemalist modeli ile yüz yıla yakın bir süre varlığını korumuş, İkinci Dünya Savaşı ve soğuk savaş dönemlerini atlatmış, küresel emperyalizm çağında da hem varlığını hem de kurucu irade tarafından oluşturulmuş olan devlet modelini koruyarak bugünlere gelmiştir. Siyonizm’in kontrolü altındaki küresel emperyalizmin her türlü saldırısına ve içerideki mandacı ve işbirlikçi kadroların Truva Atı olarak kullanılmasıyla, peş peşe gündeme getirilen her türlü siyasal senaryoya karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurucu iradenin gerçekleştirmiş olduğu siyasal devlet modeli ile varlığını korumaktadır.
Dünya tarihi içinde önemli bir yer işgal eden Yahudi tarihine göre, Yahudileşme sürecinin Milattan Önceki dönemlerde ilk İsrail Devleti Mezopotamya’da ortaya çıkarak, ilk kez Filistin bölgesinde devlet yaratmasından sonra gündeme gelmiştir. Ancak ilk İsrail Devleti, Babil Krallığının Orta Doğu bölgesini bütünüyle ele geçirmesinden sonra yıkılmıştır. Bölgenin çeşitli yörelerine dağılan Yahudilerin daha sonraki aşamada, büyük Mısır göçü sonrasında yeniden eski yerlerine dönerek, ikinci kez İsrail Devletini kurmuş oldukları tarihi bir gerçektir. Ne var ki, Milat dönüşümü sırasında Roma İmparatorluğu’nun Orta Doğu’ya gelerek bu bölgeleri ele geçirmesi ve bir büyük Akdeniz imparatorluğu kurması üzerine, İsrail Devleti Romalılar tarafından ikinci kez yıkılmış ve Yahudiler Akdeniz üzerinden dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmışlardır. İki bin yıl önce ortaya çıkan bu dağılma süreci, dünya tarihi ile beraber kıtalar arasında devam etmiştir. Daha sonra, Avrupa’da Vestfalya Barış Antlaşması sonrasında, krallıkların ulus devletler süreci ve Fransız Devrimi ile bütün Avrupa ülkelerinde ulus devletlere dönüşümü başlayınca, dünya ülkelerine yayılmış olan Yahudi toplulukları ulusçuluk akımlarının hedefi haline gelmiş ve bu aşamadan sonra da Yahudilerin kendi ulus devletlerini kurmaları süreci de başlatılmıştır. Rusya, Polonya ve Almanya gibi ülkelerde birbirini izleyen Yahudi katliamları ve pogromlar bu ihtiyacı giderek artırmış ve böylece dünyanın tam ortasında yeniden bir Yahudi devleti olarak üçüncü İsrail’i kurma hedefi uluslararası alandaki güçlü Yahudi lobilerinin desteği ve öncülüğü ile Siyonizm akımını gündeme getirmiştir. Üç yüz yıllık bir geçmişi olan Siyonizm akımı, iki bin yıllık Yahudi sorunu olan İsrail devletinin kuruluşunu ana hedef olarak seçince, on sekizinci yüzyıldan başlayarak bugünkü İsrail’in kuruluşuna doğru giden bir doğrultuda, Siyonizm bir siyasal akım olarak tarihsel olayların yönlendirilmesinde en büyük belirleyicilerden birisi olmuştur.
Dünya tarihi bağlamında Yahudilerin yaşadıkları olaylar ve bunların karşısında izledikleri tutumlar dikkate alındığında, ciddi bir Siyonist örgütlenme içerisinde oldukları görülmekte ve iki bin yıl sonra dünyanın birçok ülkesine dağılmış olan Yahudilerin yeniden merkezi alana gelerek, kendi devletlerini kurmaları için birçok aşamadan geçtikleri görülmektedir. Yahudiler ilk iki İsrail’i, siyasal gelişmeler sonucunda yitirdikten sonra tarihi olaylardan ders alarak Orta Doğu’ya iki bin yıl sonra dönebilmişler ve her türlü zorluğa ve büyük devletlerin karşı çıkışlarına rağmen Siyonizm’in güçlü örgütlenmesi sayesinde üçüncü kez İsrail’i yeniden kurabilmişlerdir. Bu açıdan konu ele alınırsa; üçüncü İsrail Devletinin yeniden kurulabilmesi, bütünüyle Siyonizm akımının elde ettiği bir başarıdır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kovulan ya da dışlanmak zorunda bırakılan Yahudileri yeniden toplayarak dünyanın merkezinde bir Yahudi devleti kurulabilmesi; Siyonizm’in elde ettiği başarılar sayesinde gerçekleştirilmiştir. Bugünkü İsrail Siyonizm’in bir doğal sonucudur. Bu nedenle, İsrail ve Siyonizm birbirinden ayrılamayacak kadar bütünleşen bir yapıya sahiptir. Nasıl Kemalizm Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratıcısıysa, Siyonizm de İsrail devletinin yaratıcısıdır. Her iki akım devlet yarattığından, ortaya çıkan bu iki devletin temelinde birer siyasal ideoloji bulunmaktadır. İki ideoloji iki ayrı devlet kurarken, kendi modellerini de devletlerin kuruluşu sırasında ortaya koyarak, geleceğe yönelik bir doğrultuda devletlerin birbirlerinden çok farklı bir çizgide yapılanmalarını sağlamıştır. Bu nedenle, Kemalizm ile Siyonizm birbiriyle hiçbir zaman karıştırılmamalıdır.
İslam dünyası incelendiği zaman bazı tarikatlar ve cemaatlerin Kemalizm ile Siyonizm’i aynı kaba koymaya çaba gösterdikleri anlaşılmaktadır. Orta çağ düzenini savunan bazı dinci çevreler, Orta Doğu’da laik bir devlet kuran Kemalizm ile gene bu topraklarda bir Yahudi devleti kuran Siyonizm’i aynı kefeye koyarak, Kemalizm ile Siyonizm’i bir tutmak istemektedirler. Reel politiğin gösterdiği gerçekçi koşullara bütünüyle ters düşen bu kolaycı tutum nedeniyle, Kemalist Türkiye ile Siyonist İsrail, Arap ve İslam dünyasının dışında tutulma gayreti güdülmekte, kuruluşu sırasında İsrail için bir şemsiye olarak ABD tarafından kullanılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu düşüncesi Kemalizm de sanki Siyonizm’in bir başka türüymüş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Konuyu fazla bilmeyen okumamış kesimlerde ve daha çok cemaatlerin kontrolleri altında hareket eden dinci alt tabakalar da giderek bir Kemalizm ve Siyonizm aynılığı yaratılmak istenmektedir. İsrail’in bir dönem şemsiye olarak kullandığı Türkiye Cumhuriyeti de sanki Yahudilerin kurmuş olduğu bir ikinci devlet olarak kamuoyunda gösterilmeye çalışılmaktadır. Tarihsel olaylara ve gerçeklere bütünüyle ters düşen bu durum, Orta Çağ düzeni arayışı içinde olan cemaatlerin en çok istismar ettiği ve kullandığı konuların başında gelmektedir. Kemalizm’ Siyonistlikle suçlanarak Türk halkının gözünden düşürülmek istenmekte, geleneksel Yahudi ve Müslüman çatışması bu doğrultuda körüklenerek, Kemalizm’in laik, ulusal ve üniter devlet modeli ile Müslüman halk kitleleri karşı karşıya getirilerek, bir anlamda devlet ve millet çatışması yaratılmak amaçlanmaktadır. Böylece; Kemalizm’in başarılı bir ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti modeli yıpratılıp yıkılmaya çalışılmaktadır. Giderek artan nüfus yapısı içerisinde kendisine daha fazla taban yaratmak isteyen dinci tarikatlar, okumamış kitleler ve masum cami cemaatini bu doğrultuda aldatarak, Atatürk Cumhuriyetinin çağdaş toplum yapısını yeniden Arabistan tipi bir modele doğru sürükleme çabası içinde oldukları görülmektedir.
Avrupa ile Asya, Hıristiyan dünyası ile İslam ülkeleri arasında tarihin bir köprüsü konumunda olan Türkiye’nin, Atatürk devrimleriyle çağdaş bir toplum yapısına kavuşturulmuş olan ulusal yapısı dış baskı ve desteklerle zorlanırken, Türkiye’de küresel emperyalizmin gündeme getirerek zorla dayattığı bir dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Küresel emperyalizmin Siyonist lobiler tarafından yönlendirilmesi nedeniyle, Orta Doğu’da İsrail merkezli bir harita çizilmek istenmektedir. Bölgenin en küçük devleti olan İsrail’in merkezinde yer aldığı ve Kudüs’ün başkent olacağı bir Büyük İsrail Projesi doğrultusunda Amerikan devletinin süper gücü yönlendirilince ve dünya ekonomisi Yahudi lobilerinin elinde bu amaç doğrultusunda seferber edilerek, gene Yahudi sermayesinin güdümü altındaki medya ve basın organları kutsal toprakların fethine doğru kullanılınca, Siyonizm merkezi bölgenin egemeni konumuna gelerek ve bu nedenle de ister istemez Kemalizm ile karşı karşıya gelmektedir. Türkiye’nin, eski Osmanlı ülkesinin hinterlandı içinde bulunması ve Yeni Osmanlıcılık adı altında Siyonizm’in bütün Osmanlı ülkelerine sahip çıkmağa çalışmasıyla gene Kemalist Türkiye modeli büyük bir tehdit altına sürüklenmektedir. Siyonist Yeni Osmanlıcılık bütünüyle Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye ederek İsrail merkezli bir yeni Orta Doğu Federasyonu kurmaya çalışması da, Kemalizm ile Siyonizm’i karşı karşıya getirmiştir. Orta Doğu’nun bütün alanlarına egemen olmak isteyen İsrail, Mezopotamya egemenliği için bir kukla devleti Irak’ın kuzeyinde kurdururken, aynı doğrultuda Suriye, Türkiye ve İran için de bölücü senaryoları devreye sokarak, bölgenin bütün büyük devletlerini ABD’nin desteği altında parçalayabilmenin yollarını aramıştır. Siyonizm dünya egemenliği hedefinde merkezi alanda küçük İsrail’i kurduktan sonra, ikinci aşamada Büyük İsrail Projesine yönelince, bütün bölge ülkeleriyle beraber, Atatürk Cumhuriyetini de hedef aldığı için doğal olarak bölge egemenliği yarışında, Kemalizm ve Siyonizm rakip konumuna gelmiştir. İsrail lobileri bu durumu sürekli olarak Türk kamuoyundan gizleyerek, İsrail’in geleceğe dönük projelerinde Türkiye’yi ABD ve Avrupa üzerinden sonuna kadar kullanmaya çalışmışlardır. Siyonizm Türkiye’deki Yahudilerden yararlanarak oluşturduğu işbirlikçi lobiler aracılığı ile Türkiye ve İsrail devletlerinin çatışan çıkarları gerçeğini, sürekli olarak Türk kamuoyundan gizlemişler ve sonuna kadar Türkiye’yi İsrail’in çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu tür politikalara alet olan Türkiye merkez sağ partileri önce çökmüş daha sonraları iktidara gelen sol partiler de aynı Siyonist ve emperyal çıkmazın içerisine sürüklenince, bunlarda çökmek zorunda kalmışlardır.
ABD emperyalizmini İsrail’in çıkarları doğrultusunda yönlendiren Siyonizm, Türkiye’nin sağ ve sol partileri ile kadrolarının çöküşünü İsrail’in çıkarları doğrultusunda gerçekleştirince, bu kez Türkiye’de demokrasiye devam edilebilmesi için İslamcı kadroların öncülüğünde İslam kimliğini öne çıkaran partiler iktidara gelmiştir. Milli görüş partisinin geniş halk kitlelerinin desteği ile iktidara gelmesinden sonra bir İsrail senaryosu çerçevesinde Siyonizm devreye girerek bu millici Müslüman partinin önünü kesmiştir. Daha sonraki aşamada ise Siyonizm’in güdümündeki küresel emperyalizmin Büyük İsrail hedefi doğrultusunda Büyük Orta Doğu ve ılımlı İslam projelerini gündeme getirdiği görülmüştür. Merkez sağ ve solun, emperyalizm ve Siyonizm’e teslimiyetçi politikalar yüzünden çökmesi üzerine, Atatürk’ün laik cumhuriyetinde İslamcı partilerin iktidar dönemi başlamıştır. Yenilikçi kanat adı altında geleneksel milli görüş çizgisinden kopanların oluşturduğu ılımlı İslam partisi, iktidarının ilk yıllarında kendisini destekleyen batılı çevrelere karşı ılımlı ve hoşgörülü davranmış ama bu tavizlerin karşılığında hiçbir şey alınamamıştır. Siyonizm, Büyük İsrail Projesi doğrultusunda Türkiye’yi dönüştürürken, İsrail’in çıkarlarını gizlemek üzere Avrupa Birliği sürecini öne sürmüş, Avrupa üzerinden gelen on uyum paketi ile Türk devleti yarı yarıya tasfiye edilmiş ama elli yıllık beklemeye rağmen bir türlü Avrupa Birliği içine alınmamıştır. Yirmi yıllık AB aday üyeliği döneminde sürekli olarak ABD ve İsrail ikilisi AB süreci görünümünde, Türkiye’yi değişime zorlamışlar ve bunun karşılığında Türkiye’nin gereksinmesi olan konularda hiçbir adım atmamışlardır. Avrupa Birliğine farklı yapısı ve özellikleri nedeniyle alınmayacağı başından belli olan Türkiye’nin AB süreciyle oyalanması, Büyük İsrail Projesinin devreye sokulması doğrultusunda değerlendirilmiştir. ABD’nin konumu ve süper gücü de gene Siyonizm’in hedefleri doğrultusunda sürekli olarak devrede tutulmuştur. Türkiye’nin sürekli olarak verdiği ödünler nedeniyle, devletin gücü zayıflamış ve Atatürk Cumhuriyeti İsrail yüzünden, merkezi bölgedeki etkisini yitirmek durumunda kalmıştır.
Soğuk savaş sonrasında küresel emperyalizm dönemine geçildiğinde, ABD üzerinden İsrail ve Siyonizm dünya hegemonyası için uğraşmayı sürdürmüş ve bu doğrultuda merkezi coğrafyayı yeni bir yapılanmaya götürecek değişiklikler teker teker ortaya çıkarılmıştır. Küreselleşme, modern çağların ürünü olan bütün kazanımları devre dışı bırakmak üzere, postmodernizmi öne çıkarırken, ulus devletleri parçalayacak derecede birçok kültürcülüğü de zorla dünya ülkelerine empoze etmeye başlamıştır. Ayrıca küresel sermaye, giderek bütün dünya kapitalist sistemini bir Siyonist azınlığın elinde toplarken, her geçen gün yoksullaşan halk kitlelerini yeniden baskı altına alarak, toplumsal tepkileri devre dışı bırakma doğrultusunda dini ve cemaatleri araç olarak kullanmaya başlamıştır. Böylece din yeniden yoksulların umudu haline getirilmiştir. Zenginler bu dünyayı paylaşırken, yoksullara öteki dünya bırakılmış, sosyalist sistem çökertilirken yeniden sol muhalefetin yükselmesini önlemek için, dinci akımlar piyasaya sürülmüştür. Ayrıca cemaatlere çok büyük dış para yardımı sağlanarak, bunların içinden bir işbirlikçi cemaat burjuvazisinin doğması sağlanmıştır. Cemaatçi burjuvazi tarikatlar aracılığı ile yoksul kitlelerin din ile baskı altına alınmasında kullanılmıştır. Siyonizm’in güdümündeki küresel emperyalizmin bu gibi siyasal oyunlarının tamamı, Türkiye Cumhuriyeti’nde de sahneye konulmuştur. Siyono-emperyalizmin bu gibi stratejileri, Türk devletini son derece zor durumda bırakırken, Kemalizm’i de ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Kemalizm ve Siyonizm çekişmesinde, Siyonist lobiler Amerikan devletini, Avrupa Birliğini ve batı kapitalizmini Türkiye’ye karşı birlikte kullanmışlardır. Türkiye’yi yöneten hükümetler hep batı destekli olarak işbaşına geldiklerinden, bu duruma karşı çıkamamışlardır. Dış destekle iktidara gelen partiler batı emperyalizminin güdümünde batının çıkarları doğrultusunda çalışırken, Türkiye’nin ve Türk halkının ulusal çıkarlarını ihmal etmişler ve bu yüzden de Türk devletinin yarı sömürge konumuna gelmesine yol açmışlardır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde olduğu gibi bir yarı sömürge konumuna sürüklenmesinin ana nedeni; Batı Blokunun Türkiye’ye karşı çifte standartlı davranmasıdır. Böylesine olumsuz bir durumun ortaya çıkmasında, bölgede İsrail’i merkez yapmak isteyen Siyonizm’in çok önemli payı bulunmaktadır.
Küreselleşme süreci sonrasında, nelerin olamayacağı iyice anlaşılmış, nelerin olabileceği konuşulmaya başlanmıştır. Küreselleşme sürecinin iki yıl önce kesilmesi ve ekonomik bir krizin çıkması üzerine, Avrupa Birliği dağılmaya başlamış, İsrail zorlamasıyla yapılan Irak savaşı yüzünden Amerikan ekonomisi çökme noktasına gelince, ABD merkezli evrensel kapitalizm imparatorluğu projesi de durmuştur. ABD gücünü yitirince, yeni ortaya çıkan Rusya, Brezilya, Çin ve Hindistan gibi dev ülkeler, dünyayı çok kutuplu bir yapıya götürmüşler, bunun sonucunda da ABD’nin süper gücü üzerinden bir dünya krallığını Siyon Tepesinin yanında kurmayı düşünen Siyonizm’in planları çökmüştür. Kurulduğu günden bu yana bir savaş ve terör devleti olarak, bölgede barışa hiç yer vermeyen İsrail’in, bütün plan ve hedefleri ortaya çıkınca, geçmişten gelen dünya konjonktürü ile hedefine varamayacağını anlayan Siyonizm, bu kez ekonomik krizi ve terörü dünyaya yayarak kaos ortamından yararlanmak istemiş, kaostan sonra bir yeni dünya düzeni hazırlığına girişmiştir. Siyonizm ücretli elemanları aracılığı ile bütün dünyaya ekonomik kriz korkusu aşılamaya başlamış, kurtuluş için de kaos ortamının yaşanması gerektiğini açıkça vurgulamıştır. Hem İsrail’in merkezi coğrafyaya egemen olabilmesi, hem de Siyonist lobiler üzerinden bir Siyon imparatorluğunun Orta Doğu üzerinden kurulabilmesi için, ekonomik kriz ile terörü tamamlayacak bir savaş konjonktürü de İran üzerinden tırmandırılmaya başlanmıştır. Irak sonrasında büyük bir çöküntü içine sürüklenen ABD’nin, İran savaşından kaçınması nedeniyle, İsrail açıktan bu ülkeyi tehdit ederek bir nükleer savaş riskini ortaya atmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İsrail’in kurulmasıyla beraber bütün komşularıyla düşman konumuna gelen Türkiye, yeni dönemde Avrupa Birliği ve ABD üzerinden zorlanan batı baskıları nedeniyle İsrail ile İran arasına sıkışıp kalmıştır. Avrupa Birliğine üyelik vaatleriyle oyalanan Türkiye, Avrupa dışında kalınca, bu kez yeniden bulunduğu bölgeye bakarak kendine çeki düzen vermek zorunda kalmıştır. Sürekli olarak Avrupa üzerinden birtakım değişikliklere zorlanan Türkiye, bu durumdan ABD ve İsrail’in yararlandığını görünce, yeni bir değerlendirme yaparak daha bağımsız hareket etmeye başlamıştır. İşte bu aşamada, “dananın kuyruğu koptu” deyimini kanıtlarcasına, İsrail ile Türkiye aynı bölgede karşı karşıya gelmişlerdir.
İki bin yıllık sorunu, üç yüz yıllık Siyonist hareket ile çözmeye çalışan Yahudi dünyası, yeni dönemde sahip olduğu tüm olanakları ve zenginliği Siyonizm’in dünya imparatorluğu için kullanmaya başlayınca, Atatürk ve Kemalizm düşman ilan edilerek, Türk Devletinin çatısı altından kurucu irade ve onun devlet sistemi kaldırılmak istenmiştir. Siyonizm’in güdümündeki neoliberaller ile ılımlı İslamcıların, İsrail’in planları doğrultusunda işbirliği yapmaları da Siyonizm’in, Kemalizm’e karşı açmış olduğu savaşın açık bir göstergesi olmuştur. Laik devlete karşı Orta Çağ din toplumunu postmodernizm adına savunanlar, ulus devlete karşı ilk çağların kabileci eyalet devletlerini de yerelleşme adı altında empoze etmekten, hiç çekinmemişlerdir. İsrail bütün Osmanlı hinterlandını ele geçiremeyince, Balkanlar, Anadolu, Kafkaslar ve Orta Doğu bölgelerinde yeni bir Balkanizasyon sürecini başlatarak bölücü hedefine ulaşmak istemiştir. Irak’ı zor kullanarak eyaletlere bölmeye çalışan İsrail, aynı şeyleri Türkiye’de demokratikleşme görüntüsünde gündeme getirerek sonuç almaya çalışmış, istediği eyaletleri oluşturmada Kürt kozunu tam olarak kullanamayınca, bu kez de Kürt terörünü bir bölücü terör örgütü aracılığı ile devreye sokarak, çıkarcı bir doğrultuda kullanma çabası göstermiştir. Kürt kozu ile İran, Irak, Türkiye, Suriye ve Azerbaycan gibi beş bölge ülkesini parçalamayı hedefleyen İsrail, bu doğrultuda bölücü terörü Kuzey Irak üzerinden beş ülkeye doğru yönlendirmiştir. Türkiye’nin elli yıllık bir süre içerisinde elli bin insanını yitirmesine neden olan bu bölgesel bölücü terör yıllardır siyonizm çizgisinde devam etmektedir. Büyük İsrail planı doğrultusunda kullanıldığı artık yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmıştır. Büyük İsrail için hem terörü hem de savaşı kullanmaktan çekinmeyen Siyonizm, bütün bölge devletleriyle beraber Türkiye’yi de hedef alırken, aslında Kemalizm ile ciddi bir hesaplaşmaya girmiştir.
Emperyal saldırılara karşı bölgedeki ülkelerin bir araya gelerek oluşturacakları bir dayanışma örgütlenmesi üzerinden bölge barışını hedefleyen Kemalizm, merkezi coğrafyaya hegemonya doğrultusunda bir emperyal savaşı bölge ülkelerine dayatan Siyonizm ile karşı karşıya gelmiştir. Bölgede barış olacaksa Kemalizm, savaş olacaksa Siyonizm öne geçecektir. Devlet kuran iki akımın karşı karşıya geldiği merkezi coğrafyanın geleceği, Türkiye ve İsrail ilişkilerine bağlı bulunmaktadır. Filistin halkını faşist bir diktatörlük rejimi altında ezen, Irak halkını emperyal bir savaş ile mahveden, Türkiye’yi demokratikleşememe görünümünde dağılmaya sürükleyen Siyonizm ve onun uzantısı İsrail devletinin bugün gelinen aşamada, gene bilinen eski masalları okuyarak, nükleer tehlike gerekçesiyle İran’a saldırmaya kalkması, Kemalist Türkiye açısından kabul edilmeyecek bir durumdur. Son yarım yüz yıldır terör ve demokratikleşme programlarıyla hizaya getirmeye çalıştıkları Türkiye’den istedikleri sonuçları alamayınca, terörü azdırarak Türkiye’yi bir askeri maceraya ve savaşa doğru zorlamak Siyonizm’in yeni bir oyunu olarak görünmektedir.
Siyon imparatorluğu doğrultusunda, Avrasya kıtasına egemen olmak isteyen İsrail ve onun destekçisi olan Siyonist lobiler, elbirliği ile İran savaşını kışkırtırken, eski oyunları yeniden kullanarak, Türkiye ile İran’ı savaştırmaya çalışmaktadırlar. ABD ve İsrail için çok pahalıya mal olacak böylesine bir savaş, üçüncü dünya savaşının başlangıcı olabilecek derecede tehlikeli bir gidiş olarak görünmektedir. ABD ve İsrail ikilisine karşı Çin, Rusya, Hindistan gibi doğu güçleriyle beraber, Almanya ve Fransa gibi devletler de İran ile olan iyi ilişkileri nedeniyle, Asya ülkelerinin s arkasında yer almaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün merkezi coğrafyanın emperyal ve Siyonist güçlere karşı korunması için İran ile ortaklık kurarak gerçekleştirmeye çalıştığı Sadabat Paktı bir bölgesel dayanışma örgütü olarak Kemalizm’in bölge planı biçiminde yeniden gündeme gelmektedir. Siyonizm bölge hegemonyası için Türkiye-İran savaşını kışkırtırken, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti de kurucusu Atatürk’ün izinden giderek İran ile yakınlaşmaya çalışmakta, savaş yerine bölgede kalıcı bir barış ortamının temellerini atmaya çaba göstermektedir. Yeni dönemde Kemalizm Siyonizm ile mücadele ederken, Türkiye Çumhuriyeti başta İran olmak üzere Irak, Suriye ve Azerbaycan gibi ülkelere örnek ve model bir devlet olmak zorundadır. Ancak bu yoldan Kemalist Türkiye komşularıyla bir dayanışma ortamı sağladıktan sonra, Siyonist İsrail’in bölgesel hegemonya için öne sürdüğü terör ve savaş oyunlarına karşı çıkabilecektir. ABD’yi, dünya ekonomisini ve Avrupa Birliğini ele geçirmiş olan Siyonist lobilere karşı eşit ağırlıkta bir güç dengesi, ancak Atatürk’ün gündeme getirdiği Sadabat Paktı benzeri bir bölgesel dayanışma örgütlenmesi ile mümkün olabilecektir. Gerçek anlamda ülkeyi kurtaracak ve Türkiye’nin B Planı olacak böylesine bir bölgesel örgütlenme, Kemalist Türkiye’nin öne çıkarak bölge ülkeleriyle dayanışma düzeni kurmasıyla mümkün olabilecektir. Siyonizm dünya egemenliği için savaş dayatırken, Kemalizm bölge ve dünya barışı için komşularla dayanışma ve bölgesel örgütlenmeyi gündeme getirmektedir. Merkezi coğrafyada üçüncü dünya savaşının önlenebilmesi, Siyonizm’in önünün kesilmesine ve Kemalist Türkiye’nin öne çıkarak bölgesel yapılanmanın merkezi gücü olmasına bağlı bulunmaktadır. Olayların gelişim sürecinde, hükümetin Siyonist İsrail’e karşı başlattığı tepki ve direnişin devlet ve milletin millici kanatları tarafından desteklenmesi hem dinler arası çatışmayı hem de kıyamet senaryoları doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşını önleyebilecektir. Siyonist emperyalizme karşı, Kemalizm’in barışçı dayanışmacılığına sahip çıkmanın zamanı çoktan gelmiştir. Türkiye’nin öncülüğünde gerçekleştirilecek bölgesel barış girişimine komşu devletler ile birlikte doğulu güçlerin ve devletlerin destek vermesi, kendiliğinden gündeme gelecek ve böylece batı emperyalizminin Siyonizm ile işbirliği yaparak merkezi alanı ele geçirmesi önlenebilecektir. Bugün gelinen aşamada Siyonizmin insanlık için nasıl bir tehlike olduğu açıkça anlaşılmıştır. Gazze saldırıları ile başlayan siyonist saldırı ve işgal girişimleri merkezi coğrafya topraklarını bütünüyle savaş alanına dönüştürmüştür. İnsanlık için bir nükleer terör ve savaş tehlikesini de içinde barındıran Siyonizm projesi bir an önce Birleşmiş Milletler örgütünün öncülüğünde önlenmelidir. Siyonizm orta dünyayı yıkarak emperyalizme yönelirken, yirminci yüzyılın başlarında bir anti-emperyalist mücadele ile tam bağımsız bir devleti dünyanın tam ortasında kurmuş olan Kemalizm yeniden gündeme getirilerek, bir muhtemel üçüncü dünya savaşı tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi önlenmelidir. Yurtta ve dünyada barış ilkesine dayanarak kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülüğünde, dünya barışından yana olan bütün devletler bir büyük barış konseyi örgütlenmesini Birleşmiş Milletler çatısı altında örgütleyerek, uluslararası alanlarda ortaya çıkabilecek her türlü sıcak çatışma ve savaş oluşumlarının küresel düzeyde önlenmesini sağlamalıdırlar. Siyonizmin bir emperyalizm çeşidi olarak dünya ülkelerine saldırma girişimleri dünya barışına öncülük yapan anti-emperyalist Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeniden Kemalist politikalara dönerek, bölge ülkeleriyle dayanışma düzeni kurulmasına öncülük etmesi sayesinde önlenerek, merkezi coğrafya üzerinden bir dünya barış düzeni oluşturularak kalıcı bir barışa ulaşılabilecektir. Siyonizmin savaş senaryolarına karşı, Kemalizmin Sadabat Paktı ile Balkan Antlandı girişimlerinin bugün yenilenerek, Avrupa – Asya hattı çizgisinde devreye sokulması giderek zorunluluk kazanmaktadır. Atatürk’ün izinden giderek yüzüncü yılını geride bırakan Türk devleti, gelecekteki yüz yılları aşarak, Kemalist barış girişimleri sayesinde dünyanın tam ortasında diğer bölgelere örnek olabilecek düzeyde bir barış ortamı yaratılmalıdır. Türkiye yüz yıl önceki antiemperyalist savaş ve barış girişimlerine yeni dönemde öncelik vererek, bölge ülkelerine barış ortamı ve kamu düzenini acilen yeniden kurmalıdır. Siyonizmin savaşçılığına karşı Kemalizmin bölgeye barış getiren politikalarının zaman içinde yavaş yavaş devreye konulması, bugün için acil bir durum göstermektedir. Her türlü emperyalizme karşı çıkan bir ülke olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, geleceğin barış ortamı için bugünün dünyasında öncülük yapmak zorundadır. Geçmişin siyasal birikimi ile geleceğin umutları birlikte ele alınarak, orta dünya için yeni bir barış düzeni gerçekleştirilebilmelidir. İnsanlık bir daha dünya savaşlarına alet olmamalı ve tüm ülkeler ile işbirliğinin kurumlaşması aracılığı ile yurtta ve dünyada barış ortamını, bölge devletleri, Türkiye’nin önderliğinde kalıcı bir kamu düzenine dönüştürebilmelidir.