Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

Londra’nın Yağmuru, Londra’nın Sisi

Biz Türkler bir araya  geldiğimizde “N’olacak bu memleketin hali” muhabbetine başlarız ya, Ingilizler ise hoş beşten sonra hemen “hava”dan konuşmaya girişirler. Hani radyolardaki, televizyonlardaki hava/meteoroloji programları için “reyting” ölçümleri yapılsa herhalde bu programlar en ön sıralarda yer alırlar. Londra’nın havası hakkında bizde kime soranız alacağınız cevap iki kelime olacaktır: yağmurlu ve sisli. Acaba gerçekten öyle mi? Önce Londra’nın iklimine bakalım, sonra yağmuruna, sisine geçeriz. Londra, ülkenin diğer kesimlerinden farklı, mutedil bir mikroklimaya sahiptir. Kışları fazla soğuk değildir (ortalama 2 derece), kar olsa olsa  bir, iki kez yağar. Yaz ısı ortalaması ise 23-25 derece civarındadır. Arada sırada aşırı sıcaklıklar görülebilse ve 30 derecenin üstüne çıkılsa bile kimse şikayetci olmaz.    Hava genellikle bulutlu, kapalıdır. Gri renk, gökyüzünün sıklıkla kuşandığı elbisesidir. Güneş çıktığında parklarda yer bulmak zorlaşır, elbisesini fora eden herkes çimenlere uzanır. Garip insanlardır İngilizler, yağmur yağmadığı sürece, ne kadar soğuk olursa olsun, restoranların, kafelerin, pub’ların önüne atılan masalarda oturmaya bayılırlar Hele güneş azıcık yüzünü gösterdiğinde yolları  üstü  açık arabalar sarar. (Ara anı: yıllar önce araba ile bir yere gidiyorduk. Oto radyosunda Classic FM istasyonunun yayınını dinliyorduk. Müthiş bir rüzgar vardı, öyle ki arabayı sarsıyordu. Direksiyonu  sıkı tutmasam savrulmamız işten bile değildi. Radyo hava raporunu vermeye başladı. Spiker ısıyı falan söyledikten sonra rüzgarı anlatırken “refreshing winds” ifadesini kullandı. Yani  “ferahlatıcı, canlandırıcı rüzgarlar” tanımını yaptı. Varın gerisini siz düşünün) Gelelim yağmur konusuna. Çok mu dersiniz, az mı dersiniz bilmem ama Londra’da bulutlu günler bir yana, yağmurlu gün sayısı yılda ortalama 110 civarındadır. Basit bir bölme-çarpma işlemiyle haftada iki gün yağmur yağar. Yağar da, bazı ülkelerde olduğu gibi yolları, meydanları , evleri su basmaz. Çünkü kentin altyapısı çok güçlüdür, namuslu müteahhitler tarafından yıllar önce yapılmıştır, düzenli bakım görür ve aksamadan çalışır. Yağar da çamur gibi yağmaz. Çünkü etrafta toz, toprak, çöp  yoktur, her yer yemyeşildir, tertemizdir. Yağar da yağıştan sonra kimse arabasını yıkatma ihtiyacı duymaz, kimse ayakkabısını boyatma zorunda kalmaz. Londra’da bu nedenle ayakkabı boyacısı yoktur. En büyük mağazalarda bile ayakkabı boyası bulmak kolay değildir.  Londra’da yaşayanlar mevsim ne olursa olsun evlerinde, işyerlerinde, otomobillerinde şemsiyeler bulundururlar. Yolda yürüyenlerin ellerinde, kollarında, çantalarında  şemsiye taşıdıklarını görmek hiç şaşırtıcı olmaz. Gelelim sis konusuna. Londra’nın hafta sekiz dokuz sisli olduğunu sananlar yanılırlar. Ben yıllarca yaşadığım bu şehirde sisli gün sayısının yılda bir kaç günü geçmediğini gördüm. Hatta biraz daha ileri gidip doğduğum, büyüdüğüm şehir olan İstanbul’un Londra’dan  daha fazla sisli günler yaşadığını söyleyebilirim. Eee, o zaman bu sisli Londra imajı nereden geliyor ? 1960’lı yılların  ikinci yarısında Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciydim. Kentin en yüksek semti olan Çankaya’da bir evde kalırdık. Buradan kente doğru baktığımızda Kızılay’ı, Ulus’u göremezdik. Şehrin üstüne kara bir bulut çökmüş gibi olurdu. Anlaşıldı ki bu hava kirliliğiydi. Kömür kullanımı yerine fuel oil’e geçilince bu sorun büyük ölçüde ortadan kalktı. Tabii bu “konfor”un bedelini, ödediğimiz yakıt faturalarında gördük. Bugün bu bedeli, hava kirliliği sözkonusu olsun olmasın yurdumuzun her yerinde misliyle ödüyoruz. (Yorumu size bıraktığım bir Ara Sıcak sunacağım sizlere: Evlerde, iş yerlerinde uygulanan yakıt faturalarını bilmem ama Londra’da  evime su sağlayan bir özel şirketin tahsil ettiği bedelin  dökümünü vermek istiyorum. Alınan paranın %19’u suyun bedeli ve arıtma masrafı için, %45’i su ve kanalizasyon alt yapısı için, %15’i çalışanların ücretleri için, %7’si enerji üretimi için, % 8’i yeni yatırımları finanse etmek için harcanıyor, %5’i de belediye payı olarak ve çalışanların sigortasına işveren payı olarak ödeniyormuş.Kar payını siz hesaplarsınız artık. Geçen yıl şirket net 20 milyon Sterlin net kazanç sağlamış. Örnek  alan olsa diyeceğim ama nefesime yazık). Londra’da da aynen böyle olmuş. Evlerde, binalarda kömür kullanımı yasaklanınca hava düzelmiş. Bu arada fabrikalar da kent dışına taşınmış Şehirdeki eski binaların damlarına bakarsanız her birinde bir çok baca görürsünüz. Bunun sebebi her odada bir şömine olması, her şöminenin de ayrı bir bacası bulunmasından. Bugün bu şöminelerin çoğu televizyon cihazlarına mekan oluşturuyor. Bir kısımına elektrikli,”çakma” ” şömineler yerleştirilmiş. Son  zamanlarda şöminelerde odun kullanımına izin verilince nostalji meraklılarına gün doğmuş. Ne var ki bu iznin bir de yan etkisi görülmüş. Bugün Londra’daki hava kirliliğinin % 20’sine şöminelerde yakılan odunun sebep olduğu hesaplanıyor. Peki, hava kirliliğinin geri kalan %80’ine yol açan ne? Tabii ki araçların çıkardığı  egzos gazları. Aslında  son dönemde hemen hemen tüm kamu ulaşım araçları,özel şirketlerin işlettiği trenler, şehirlerarası otobüsler elektrik ile çalışır hale dönüştürüldü. Özel binek araçları da hızla bu değişime katılıyor. Buna rağmen Londra Belediyesi hem gaz emisyonunu, hem de trafik sıkışıklığını azaltmaya yönelik yeni bir uygulama başlattı bir kaç yıl önce. Üstelik Belediye bu sayede yüklü bir gelir kapısı da elde etti. Bizim belediyelerimiz eminim farkındadırlar ama ben bu yöntemi yine de yazacağım; belki örnek almak isteyenler olacaktır. Bu konuyu yerim kalmadığı için haftaya bırakıyorum.
Ekleme Tarihi: 21 Mart 2023 - Salı

Londra’nın Yağmuru, Londra’nın Sisi

Biz Türkler bir araya  geldiğimizde “N’olacak bu memleketin hali” muhabbetine başlarız ya, Ingilizler ise hoş beşten sonra hemen “hava”dan konuşmaya girişirler.

Hani radyolardaki, televizyonlardaki hava/meteoroloji programları için “reyting” ölçümleri yapılsa herhalde bu programlar en ön sıralarda yer alırlar.

Londra’nın havası hakkında bizde kime soranız alacağınız cevap iki kelime olacaktır: yağmurlu ve sisli.

Acaba gerçekten öyle mi?

Önce Londra’nın iklimine bakalım, sonra yağmuruna, sisine geçeriz.

Londra, ülkenin diğer kesimlerinden farklı, mutedil bir mikroklimaya sahiptir. Kışları fazla soğuk değildir (ortalama 2 derece), kar olsa olsa  bir, iki kez yağar. Yaz ısı ortalaması ise 23-25 derece civarındadır. Arada sırada aşırı sıcaklıklar görülebilse ve 30 derecenin üstüne çıkılsa bile kimse şikayetci olmaz. 

 

Hava genellikle bulutlu, kapalıdır. Gri renk, gökyüzünün sıklıkla kuşandığı elbisesidir. Güneş çıktığında parklarda yer bulmak zorlaşır, elbisesini fora eden herkes çimenlere uzanır.

Garip insanlardır İngilizler, yağmur yağmadığı sürece, ne kadar soğuk olursa olsun, restoranların, kafelerin, pub’ların önüne atılan masalarda oturmaya bayılırlar Hele güneş azıcık yüzünü gösterdiğinde yolları  üstü  açık arabalar sarar.

(Ara anı: yıllar önce araba ile bir yere gidiyorduk. Oto radyosunda Classic FM istasyonunun yayınını dinliyorduk. Müthiş bir rüzgar vardı, öyle ki arabayı sarsıyordu. Direksiyonu  sıkı tutmasam savrulmamız işten bile değildi. Radyo hava raporunu vermeye başladı. Spiker ısıyı falan söyledikten sonra rüzgarı anlatırken “refreshing winds” ifadesini kullandı. Yani  “ferahlatıcı, canlandırıcı rüzgarlar” tanımını yaptı. Varın gerisini siz düşünün)

Gelelim yağmur konusuna.

Çok mu dersiniz, az mı dersiniz bilmem ama Londra’da bulutlu günler bir yana, yağmurlu gün sayısı yılda ortalama 110 civarındadır. Basit bir bölme-çarpma işlemiyle haftada iki gün yağmur yağar.

Yağar da, bazı ülkelerde olduğu gibi yolları, meydanları , evleri su basmaz. Çünkü kentin altyapısı çok güçlüdür, namuslu müteahhitler tarafından yıllar önce yapılmıştır, düzenli bakım görür ve aksamadan çalışır.

Yağar da çamur gibi yağmaz. Çünkü etrafta toz, toprak, çöp  yoktur, her yer yemyeşildir, tertemizdir.

Yağar da yağıştan sonra kimse arabasını yıkatma ihtiyacı duymaz, kimse ayakkabısını boyatma zorunda kalmaz. Londra’da bu nedenle ayakkabı boyacısı yoktur. En büyük mağazalarda bile ayakkabı boyası bulmak kolay değildir. 

Londra’da yaşayanlar mevsim ne olursa olsun evlerinde, işyerlerinde, otomobillerinde şemsiyeler bulundururlar. Yolda yürüyenlerin ellerinde, kollarında, çantalarında  şemsiye taşıdıklarını görmek hiç şaşırtıcı olmaz.

Gelelim sis konusuna.

Londra’nın hafta sekiz dokuz sisli olduğunu sananlar yanılırlar. Ben yıllarca yaşadığım bu şehirde sisli gün sayısının yılda bir kaç günü geçmediğini gördüm. Hatta biraz daha ileri gidip doğduğum, büyüdüğüm şehir olan İstanbul’un Londra’dan  daha fazla sisli günler yaşadığını söyleyebilirim.

Eee, o zaman bu sisli Londra imajı nereden geliyor ?

1960’lı yılların  ikinci yarısında Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciydim. Kentin en yüksek semti olan Çankaya’da bir evde kalırdık. Buradan kente doğru baktığımızda Kızılay’ı, Ulus’u göremezdik. Şehrin üstüne kara bir bulut çökmüş gibi olurdu.

Anlaşıldı ki bu hava kirliliğiydi. Kömür kullanımı yerine fuel oil’e geçilince bu sorun büyük ölçüde ortadan kalktı. Tabii bu “konfor”un bedelini, ödediğimiz yakıt faturalarında gördük. Bugün bu bedeli, hava kirliliği sözkonusu olsun olmasın yurdumuzun her yerinde misliyle ödüyoruz.

(Yorumu size bıraktığım bir Ara Sıcak sunacağım sizlere: Evlerde, iş yerlerinde uygulanan yakıt faturalarını bilmem ama Londra’da  evime su sağlayan bir özel şirketin tahsil ettiği bedelin  dökümünü vermek istiyorum. Alınan paranın %19’u suyun bedeli ve arıtma masrafı için, %45’i su ve kanalizasyon alt yapısı için, %15’i çalışanların ücretleri için, %7’si enerji üretimi için, % 8’i yeni yatırımları finanse etmek için harcanıyor, %5’i de belediye payı olarak ve çalışanların sigortasına işveren payı olarak ödeniyormuş.Kar payını siz hesaplarsınız artık. Geçen yıl şirket net 20 milyon Sterlin net kazanç sağlamış. Örnek  alan olsa diyeceğim ama nefesime yazık).

Londra’da da aynen böyle olmuş. Evlerde, binalarda kömür kullanımı yasaklanınca hava düzelmiş. Bu arada fabrikalar da kent dışına taşınmış

Şehirdeki eski binaların damlarına bakarsanız her birinde bir çok baca görürsünüz. Bunun sebebi her odada bir şömine olması, her şöminenin de ayrı bir bacası bulunmasından. Bugün bu şöminelerin çoğu televizyon cihazlarına mekan oluşturuyor. Bir kısımına elektrikli,”çakma” ” şömineler yerleştirilmiş. Son  zamanlarda şöminelerde odun kullanımına izin verilince nostalji meraklılarına gün doğmuş. Ne var ki bu iznin bir de yan etkisi görülmüş. Bugün Londra’daki hava kirliliğinin % 20’sine şöminelerde yakılan odunun sebep olduğu hesaplanıyor.

Peki, hava kirliliğinin geri kalan %80’ine yol açan ne?

Tabii ki araçların çıkardığı  egzos gazları.

Aslında  son dönemde hemen hemen tüm kamu ulaşım araçları,özel şirketlerin işlettiği trenler, şehirlerarası otobüsler elektrik ile çalışır hale dönüştürüldü. Özel binek araçları da hızla bu değişime katılıyor.

Buna rağmen Londra Belediyesi hem gaz emisyonunu, hem de trafik sıkışıklığını azaltmaya yönelik yeni bir uygulama başlattı bir kaç yıl önce. Üstelik Belediye bu sayede yüklü bir gelir kapısı da elde etti. Bizim belediyelerimiz eminim farkındadırlar ama ben bu yöntemi yine de yazacağım; belki örnek almak isteyenler olacaktır.

Bu konuyu yerim kalmadığı için haftaya bırakıyorum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.