Takasın yapılası için üzerinde mutabakata varılan gün, Büyükelçiliğimizin otomobilleri ve birkaç genç meslakdaşımla birlikte Bağdat’taki İran Sefaretine gittik.
Ellerinde birer küçük bavul ile İranlı diplomatlar hazırdı, biraz heyecan, biraz endişeyle, hatta korkuyla bizi bekliyorlardı. Öyle ya, salimen ülkelerine varana kadar başlarına ne geleceğinin garantisi yoktu.
Arabalara yerleştikten sonra Bağdat Havaalanına doğru yola çıktık. Yol kenarlarına (tabii ki en üst makamdan gelen talimat üzerine) toplanmış, protesto naraları atan halkın arasından geçerek ilerledik. Bir kaç el silah da atıldı, tabii ki talimat uyarınca. İranlı diplomatların ödü patlamıştı. Güç halle sakinleştirebildik.
Havaalanında giriş katına alındık. Görünürde bir alan, bir de protokol görevlisinden başka etrafımızda başka Iraklı yoktu. Iraklı tüm zevat (siyasiler, hariciyeciler,askerler, Muhaberatçılar, hatta sağlık görevlileri ve doğal olarak basın mensupları) üst kattaydılar.
Pistte………….THY uçağı durmaktaydı.
Terminal binasından çıkıp uçağa gittim.. Kapı açıldı, kabin görevlileri beni karşıladılar. Tabii ki hepsi bizim MİT elemanlarıydı. İki doktor ile bir kaç hemşire de vardı. Pilotlarla konuştum. Yolcuları, Tahran Havaalanında aynı şekilde bekleyen uçağımız ile aynı anda alacaklar ve aynı anda havalanacaklardı.
Terminal binasına döndüm. Büyükelçiliğimize durum hakkında telefonla bilgi verdim. Üzerinde mutabakata varılan saat geldiğinde İranlılarla birlikte binadan çıkıp uçağa doğru ilerlemeye başladık. İranlılarda bet bensiz atmıştı. Her an üzerlerine ateş açılacağı korkusunu yaşıyorlardı. Bu duygularını azaltabilmek amacıyla uçağa doğru onlarla birlikte yürüyordum. Yanımda bir de genç meslekdaşım vardı.
Uçakta doktorlar hemen muayenelere başladılar. Hepsiyle teker teker, salya sümük vedalaştıktan sonra uçaktan indim. Genç meslekdaşım onlarla birlikte Ankara’ya gidecek ve Tahran’dan gelecek Iraklı diplomatları getirecek uçakla geri dönecekti.
Terminalde, uçağın Tahran’daki uçakla senkronize şeklide kalkış zamanını beklemeye başladık.
Ve nihayet zaman geldi ve uçak kalkış pistine doğru ilerlemeye başladı…..ve kuyruğunda ülkemizin bayrağı resmedilmiş olan uçak zarif bir kuğu gibi havalandı.
Havalanma dakikasını telefonla Büyükelçiliğimize bildirirken birkaç Iraklı görevli gelerek beni üst kata, Iraklıların bulunduğu salona davet ettiler ve kendi diplomatları gelene değin orada birlikte beklememizi önerdiler. Ne “önermesi” canım, ne olur ne olmaz düşüncesiyle düpedüz beni rehin tutmak niyetindeydiler.
Saatler geçmek bilmedi.
Nihayet Tahran'daki Iraklı diplomatları geri getiren THY uçağı piste tekerlek koydu.
Uçakla Ankara'ya giden genç meslekdaşımın daha sonra anlattığına göre Bağdat-Ankara arası uçuş saati nispeten kısa (2 saat, 20 dakika) olmasına karşılık Tahran-Ankara arası daha uzun sürdüğünden ( 2 saat 50 dakika ) bizden giden uçak, Tahran’dan gelen ile aynı zamanda Esenboğa’ya inebilmek için yarım saat kadar havada tur atmış.
Sonunda aynı zamanda iniş yapmışlar. Pistin gözlerden uzak bir köşesinde, aralarında 50-60 metre mesafe bırakarak ve iniş kapıları birbirlerine bakacak şekilde durmuşlar. Kapılar aynı anda açılmış.Diplomatlar aynı anda merdivenlerden inmeye başlamışlar ve görevlilerimizin (MİT) oluşturduğu koridordan kendilerini ülkelerine götürecek diğer uçağa doğru ilerlemişler. Kafileler aynı hizaya geldiklerinde birbirlerine bakmayıp başlarını öne eğerek yürümeye devam etmişler.
Genç meslakdaşım, Bağdat’a dönecek uçağa binen Iraklı diplomatların, yıllar süren eziyetten sağsalim kurtulduklarına inanmakta güçlük çektiklerini , yol boyunca sevinçten ağladıklarını, ikram edilen hiçbir şeye ellerini sürmediklerini, sık sık kendisine ve birbirlerine sarıldıklarını, bu işi ancak Türkiye’nin başarabileceğini devamlı tekrarladıklarını anlattı.
Yukarıda da belirttiğim gibi, uzun bir bekleme döneminin sonunda Ankara’dan gelen THY uçağı (Tahran’a giden ile aynı dakikada) Dame Ninette de Valois’i andıran mükemmel bir”Attitude Dönüşü “ ile piste yumuşacık bir iniş yaptı.
(Ara not: İngiliz Kraliyet Balesinden sonra Türk balesinin de kurucusu olan ve yıllar boyu ülkemizde yaşayan Dame Ninette de Valois hayatının son senelerini, benim Londra görevli olduğum dönemde (1980-1984) Başkonsolosluğumuzun bulunduğu sokaktaki (Rutland Gardens) evinde geçirmişti).
Uçağımızın inmesiyle birlikte , o ana kadar suratları asık şekilde ve gergin , endişeli, asabi biçimde bekleyen Iraklı yetkililerden müthiş bir curcuna, kulakları tırmalayan bir yaygara koptu. Sevinç çığlıkları atanlar, nara ile duygularını yansıtanlar, yüksek sesle dualar edenler, birbirlerine sarılanlar, öpüşenler, el sıkışanlar, hızını alamayıp silahlarına davrananlar…..
Bizim televizyon spikerlerinin vazgeçemedikleri deyimle “göz yaşları sel olup aktı, sevinç duyguları zirve yaptı”
Daha uçak tam durmadan, yallah, cümbür cemaat herkes piste koştular.
Beni bir kenarda unutmuşlardı. Zorunlu misafirliğim (yoksa “rehineliğim” mi deseydim) anlaşılan sona ermişti.Telefonla Büyükelçiliğe uçağın indiğini haber verdim. . Uçaktan inen genç meslekdaşıma gelmesini işaret ettim. Kimsenin bize baktığı, aldırdığı yoktu. Arabamıza binip havaalanından ayrıldık. “Diplomat Takası”nı , “tereyağından kıl çekercesine” başarıyla gerçekleştirmiştik. Lakin, , biz “Monşerler”in yapacağı daha bir sürü iş vardı. Yaşadığımız savaş yetmiyormuş gibi şimdi bir de bulunduğumuz ülkenin düşmanının çıkarlarını temsil etmek, korumak görevini yüklenmiştik.
Araba ile Havaalanından uzaklaşırken hala sevinç çığlıkları, naralar, silah sesleri devam ediyordu……….